Zaman akıp geçiyor içimizden.
Her an tanıklıklarla geçiyor, hayata dair;
en çok da memleketimize dair…
Gururlandığımız kaç anımız var toplumsal hafızamızda
Askeri darbeler
İdamlar
İşsizlik
İntiharlar
İşkenceler
Ekonomik krizler
Direnişler-Ezilişler
Kadına şiddet
Eğitimde eşitsizlik
Sağlıkta eşitsizlik
Daha daha daha…
Kendi gücünü eline alabilen halk,
sadece ülkesinin çıkarlarını savunacak,
kimseye maşa olmayacak bir devlet yapısı,
kendi ülkesinin denklemlerini çözümleyecek ve global düzeyde fikri zemin yaratacak
aydın,
toplumun her kesimini aydınlatmak için tüm birikimlerini kullanan sanatçı,
neye niye inandığı belli olan,
neyi neden savunduğunu bilen,
dönüşüme açık bir toplum olmak bu kadar mı zor ve imkansızdı.
Elbet değildi.
“Oldu bir kere” diyerek durumu kabul ettiğimizi varsayalım.
İyi de, bugün, niye hala aynı tartışmalar,
aynı bakış açıları, aynı eksenler üzerinden zihinsel düzlemler yaratılmaya devam ediliyor?
Devrim, devrim, devrim… Dünyada dijital devrim yapıldı, değil ülkelerin konumları, bireysel bazda
insanın varoluşunun konumu değiştirildi, biz hala kendi sarmalımızda dönüp duruyoruz.
Yoksa gönüllü müyüz bu şartlara?
Var mısınız, şapkayı çıkarıp konuşmaya!