Zanka

Alevilik ve Bektaşilik, Anadolu erenlerinin Orta Asya kültüründen aldıkları mirası paylaşma ocağıdır, çünkü Alevilik ile Bektaşiliğin Osmanlı’nın askeri yapılanmasında maya olma özellikleri bulunmaktadır.

Türk kültürünün omurgasıdır Aleviler. Aşık Veysel, Neşet Ertaş ve Aşık Mahzuni Şerif gibi Alevi ocağında pişen ozanlar, Türk vatanını Türk yapmışlardır. Neşet Ertaş, kendisine verilmek istenen Devlet sanatçılığı unvanını bile kabul etmeyerek, aslında aç gözlü İslamcı geleneğe yanıt vermiştir.

Alevilerin hatırı sayılır çoğunluğu ‘Haksızlık ve zulme başkaldırı kültürü’ne sadık kalmış efsanevi kahramanlardır.

Ergenekon ve Balyoz davalarında Türk askerinin yanında olma ve ordumuzu savunma şerefi ekseriyetle Alevilere nasip olmuştur.Halbuki tarih boyunca Osmanlılar tarafından en büyük tacize hatta kıyıma uğrayan Alevi topluluğu idi. Buna rağmen hiçbir zaman: “Gün bizim günümüz, biz de intikam alalım!” demeksizin milli değerlerimize sahip çıkmalarının ana nedeni herhalde bu toprakların asıl kurucu unsurlarından olmalarıdır.

Peki, bazı fitne grupları tarafından zaman zaman dillendirilen ve özellikle şu Muharrem Ayındaki oruçları dolayısıyla gündeme utanç verici radikal İslamcı argümanlarıyla oturan “Alevilerin yemeği yenilmez” hikâyesi nasıl başladı dersiniz. Ya da benim konu başlığımdaki gibi, “Alevilerin yemeğini kimler yiyemez?” şeklindeki bir soruyu sormama neden olan arka plan nedir?

Tüm bu sorular, birbirine bağlı hikâyelerle başladı.

Ve bu ayrı ayrı hikâyelerin başlangıç noktaları hep bir felaketten besleniyordu.

Hikâye, Ali’ye başkaldıran ve Kur’an sayfalarını mızrak ucuna geçirerek dincilik akımını başlatan Amr bin el Âs ile başladı.

Hikâye, koca göbeğiyle kocaman şımarık hayali olan, bugünkü İslamcıların saray hastalığının fitilini tutuşturucu “Yeşil Saray”ı inşa ettiren, cemaatlerin Hazret nişanı taktıkları Muaviye denen azgınla başladı.

Hikâye, adaleti tesis etmek için Kûfe’ye yürüyen yiğit Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesiyle başladı.

Hikâye, Hüseyin’i katletmekle yetinmeyip Medine’ye vahşi ordusuyla yürüyen, ırzına geçilmedik sahabe karısı bırakmayan ve ardında “Harre şehitleri” denilen günahsız nesle zulmeden Yezit adlı soysuz tecavüzcüyle başladı.

Hikâye, Yezid’in emriyle Mekke’ye saldıran, Abdullah bin Zübeyr’i şehit edip K’abe’yi mancınıklarla yıkan Haccac-ı Zalim ile başladı.

Hikâye, din savunması yapmak uğruna dine, fıtrata ve insani değerlere sığmayan fetva ve içtihat üreten fıkıh/İslam hukukunun Sünniliğe endeksli gelenekle başladı.

Hikâye, Ebu Süfyan adlı saltanat düşkünü zümreyi savunma adına, Ali ve nesl-i Muhammed’i düşman belleyenlerin avukatlığını üstlenen Sünnilik ekolünün radikal unsurlara meftun taraftarlarının yobazlığıyla başladı.

Hikâye, hikâyeleri doğurdu ve zamanımıza kadar geldi.

Hikâyelere imza atanlar, yani Ali ile Nesl-i Ali’ye adavet hislerini harlayanlar, Alevi gibi, aslı Türk yurduna dayanan ve din yorumlarını ata ahlâkından alan bir öğretiyi; folklorik hazinemize eşsiz eserler, ozanlar, deyişler ve cengâverler hediye eden orijinal bir ekolü, gâvur diye yaftalayan zehirli itikat sahipleriydi.

Hikâyeleri yazanlar, hak yedi, doymadı.

Hikâyeleri yazanlar, mazlumların hakkı yenilince kulaklarını tıkadı, duymadı.

Hikâyeleri yazanların aralarında insan-ı kâmil vasfında olgun Müslüman bulunmadı.

Hikâyeleri yazanların adalet terazisi hep onların lehlerine idi, garibanlar felah bulmadı.

Hikâyeleri yazanlar, harama helale din fetvası uydurdular, yemedikleri haltı kalmadı.

Onlar hak yediler, haram yediler, yetim hakkı yediler, her haltı yediler.

Ama Alevilerin helal yemeğini yemek onlara nasip olmadı.

Bağnaz dincilerin geneline gelince; din üzerinden fayda sağlayan, Alevi ve Bektaşi’lerden bedava edindikleri değerleri süflî ruhlarıyla kötülüğe çeviren topluluk olarak tarihe kazınmıştır.

Hangi cemaate veya tarikata bakarsanız bakın; şeyhleri veya üstatları yahut liderleri veyahut hocaları muhtemelen Mehdi’dir; Mehdi olamıyorsa da ya yüzyılda bir gelen müceddiddir ya da mezhep imamı gibi müçtehittir. Tarikat şeyhlerinin ise gavs veya kutub gibi manevi büyüklük nişanlarının olması kaçınılmazdır. Yani Sünni kültürü temsil ettiklerini iddia edenlerden bir kısmı, tarikat veya cemaat sapkınlığının temsilcileridir.

Öyleyse iftiraların aksine, pırasa yerken bile dua eden Alevilerin değil, daha ziyade, müşrikliğe düşmede rakip tanımayan dincilerin kestiği et ve yaptığı yemek yenmez. Alevilerin yemeğini yemek de bunlara nasip olmaz.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
61