Zanka

Kıraç: “Orhan Pamuk’un kitaplarına şöyle bir baktım ve hiçbir işe yaramadığını hemen anladım. Yazdıkları zırva, Türkçeyi yanlış kullanıyor. Ne yaşamış? Ne biliyor Orhan Pamuk? Bu tip isimlere kıymet verenler de kendilerini bu ülkeye ait hissetmeyen, kendi ülkesine, insanına gökdelenlerin tepesinden bakan, hiçbir şey bilmeyen, neo liberal, ukala, tuhaf bir kesim” ifadesini kullanmış.

Elif Şafak için: “Onu okumaya tahammül edemem. Kayda değer görmüyorum. Onu tartışmam bile.” dedikten sonra “Ama Orhan Pamuk’a şöyle bir baktım. Yazdıkları zırva! Ben zırva deyince çok üzülüyorlar” şeklinde konuşmuş.

Okuma oranının son derece düşük olduğu ülkemde pek de şaşırmadığım cümleler bunlar. Kıraç daha çok kitap okusaydı yazarlara dair eleştiride bulunurken, kulağı tırmalayan sevimsiz cümleler yerine derdini daha düzgün bir şekilde anlatır, savını ispatlamak üzere daha ikna edici düşünceler ortaya koyabilirdi.

Bir Orhan Pamuk olmasam da ben de bir yazarım ve bir romanın nasıl yazıldığını gayet iyi biliyorum. Pek önemsemediğiniz bir cümle bile kurulurken kişinin kaç farklı şeyi düşünüp tasarlamak zorunda olduğunu da iyi biliyorum.

Okuyucunun beş günde, bilemediniz bir haftada okuyup bitirdiği kitabı yazması aylar hatta yıllar alıyor. Kitap bitene değin tüm yaşamınızı kurguladığınız hikâyeye rehin olarak veriyorsunuz. Gerçek dünyadan ve hatta tüm gerçeklikten kopup aklını yitirmiş insanlar gibi sanki hakikatmişçesine kurguladığınız hikâyenin içinde yaşıyorsunuz.

Aklımdakiler uçup gidebilir, birbiriyle çelişen olaylar yazabilirim endişesiyle ve dikkatim dağılmasın diye dışarı çıkmak, biriyle sohbet etmek dahi istemiyorsunuz.

Evin her köşesine yerleştirdiğiniz minik not kâğıtları yeterli gelmiyor, kıyafetlerin ceplerine de koyuyorsunuz.

Kitaptaki kahramanınız acı çektiğinde siz de acı çekiyor, yemeden içmeden kesildiğinde sizin de iştahınız kapanıyor.

En fenası da tam uykuya dalmak üzereyken aklınıza gelen bir cümle, bir fikir ya da tuhaf bir şekilde elli sayfa gerideki dört ay önce yazdığınız hatalı bir cümlenin film şeridi gibi gözlerinizin önünden geçmesi, o gece uykunuzun yitip gitmesi, bilgisayarı açıp beyninizi dürtükleyen cümleyi yazmanız ya da o hatalı cümleyi arayıp bulup düzeltmeye çalışmanızdır.

Kitap bitince yazdıklarınızı uykuya yatırma süreci başlar. Yani muhatap olduğunuz harfler, harflerin yan yana dizilip oluşturduğu kelimeler, kelimelerin birbiri ardına takılıp meydana getirdiği cümlelerle öylesine içli dışlı olmuşsunuzdur ki gözleriniz görmez, beyniniz çalışmaz.

Ancak ara verip yavaş yavaş hikâyeyi unutmaya başladığınızda yazdığınız şeylerle ilgili doğru hükümler verebilir, yanlışlarınızı, yazım hatalarınızı, olay örgüsündeki çelişkileri görebilirsiniz. Hayır, ülkemdeki editörlerin pek çoğu noktalı virgülü süs niyetine kullanır, imlâ kurallarını bilmez.

Her şeyden ben mesuldüm ve kendi kendiyle güreşen bir pehlivan gibi mücadele edip durdum, yakaladığım her hatada yine kendime uzun uzun sövdüm. Bu oldukça uzun ve çetin bir yolculuktu. Kültür Bakanlığının destek kararı verdiği toplumsal eleştiri konulu son romanım Eşikte’yi bu şartlarda yazdım. Bitip yayımlandığı zaman ancak yediğim yemeğin tadını, uykumun keyfini çıkardım.

Ortalama altmış sekiz bin ifadeden oluşan, sürekli yazılıp silindiği için belki yüz elli bir kez klavyeye basılan, üzerinde ne kadar düşünüldüğünü bir sayıyla ifade edemediğim bir romanı-yazarı böyle çirkin cümlelerle eleştirmek doğru mudur soruyorum size?



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
2