“Hızır” sözcüğü; “yeşil” demektir ve baharı simgeler. Bu kavram ilk önceleri ilkel toplumların çok tanrılı inançlarındaki, belki “Bitki Tanrısı” denilebilecek bir kavrama karşılık gelmekte iken, daha sonra kişileştirilmiştir. Kişileştirme ise ortaya yeni bir sorun çıkarmıştır: Kimlik!
HIZIR KİMDİR?
Bize göre cahil ve sapık çevrelerin inanç ve kabullerine göre Hızır:
“İbrâhim As.dan sonra yaşamış bir peygamber ve ya velidir. Avrupa ve Asya kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn As.mın askerlerinin komutanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ b.Melkan, künyesinin Ebu-l Abbas olduğu ve soyunun Nûh As.mın oğlu Sam’a dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır As.mın İsrailoğullarından olduğunu söylemişlerdir.
Hızır lâkabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığında, oranın yeşerip, yemyeşil olmasından dolayıdır.
Hızır As. Allah’ın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefat etti. Ancak cenabı Hak onun ruhuna insan şeklinde görünmek ve kıyamete kadar yardım isteyen Müslümanların imdadına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğretmek özelliklerini verdi.
Bazı âlimler Peygamber, bazıları da Velî kabul ederler.
Hızır, gerçek fizyonomisini değiştirme, sonsuz değişik kalıplarda görünme kabiliyetine sahiptir. İhtiyar bir adam, genç veya bir çocuk olabilir. Kuş, tavşan vs. gibi her türlü hayvan biçimlerine girebilir. Göz açıp yummadan uzun mesafeleri katedebilir. Yardıma ihtiyaç duyulduğu bir anda görünüp, işini bitirince hemen yok olur gider. Tabiattaki varlıkları kendi emrine alabilir. Onları kendi hizmetinde kullanabilir. Ölü insanları diriltme kabiliyetine sahiptir. Havada, boşlukta yürüyebilir; su üstünde batmadan dolaşabilir.”(!)
Görüldüğü gibi cahil ve sapık olarak nitelediğimiz çevreler Hızır’a, İslâm dini ile hiç bağdaşmayan bir anlayışla insanüstü, doğaüstü güçler ve özellikler yakıştırmışlardır.
DİNÎ KAYNAKLARDA HIZIR
Yukarıdakilere benzer şekillerde kimlik kazandırılmış Hızır inancı, Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Yahudilik, Şamanizm ve Eski Yunan dinlerinde yer almaktadır. Özellikle de Yahudilikteki İLYA inancı, Hızır inancı ile tıpatıp aynıdır. Kitab-ı Mukaddes’e göre İlya, Yahudi mistiklerine görünmekte, onlara gizli hikmetleri öğretmektedir. Yahudi mistikleri de yollarda, çöllerde İlya’ya rastladıklarını ondan bilgi aldıklarını, maddî ve manevî yardım gördüklerini anlatırlar.
İslâm dininde ise böyle bir inanç ve motif yoktur. Dinimizin tek kaynağı olan Kur’an, Hızır diye birisinden bahsetmez.
Ancak, cahil çevrelerce, “yeşil” anlamına gelen Hızır sözcüğü kutsallaştırılıp, yeşil renk İslâm’ın rengi olarak kabul edilmektedir. Özellikle de Şİİ kesim bu rengi Ali sülâlesinin ve dolayısıyla da Şiilerin kutsal rengi saymaktadır. Şii kesimin Hızır’ı böyle sahiplenmelerinin bir nedeni de yine rivayetlere dayanmaktadır. Rivayetlere göre Hızır, Ali’nin cenaze namazına katılarak ehli beyte başsağlığı dilemiş, hatta Hüseyin şehit edilince de arkasından mersiye okumuştur. (!)
Bu rivayetlerde Hızır’ın, Ali ve Hüseyin şehit olurken nerelerde ne yaptığı, niye bu katliama engel olmadığı hakkında bir bilgi olmadığı gibi, rivayetlerdeki ravilerin de Nevf b.Fudala el bekkali ve Ka’bü-l Ahbâr gibi Yahudi kökenli kişiler oluşu dikkat çekicidir.
Müslümanlar arasında Hızır konusu ile ilgili olarak yaşanan bir diğer gelişme de, Kur’an’daki iki kıssa üzerine yapılan tartışmalar neticesinde ortaya çıkmıştır:
Kehf suresinde anlatılan kıssadaki Musa peygamberin yol arkadaşı “âlim kul” ile Neml suresinde varlığı bildirilen Süleyman peygamberin maiyetindeki “âlim kul” hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş ve Kehf suresindeki Musa’nın, İsrailoğulları’nın peygamberi olan Musa mı yoksa başka bir Musa mı olduğu, “âlim kul”un ise insan olmayıp melek ya da cin olabileceği hep tartışılmıştır. İşte bu tartışmalar içinde, Kur’an’da yer alan bu “âlim kul”, Hızır olarak isimlendirilmiş, çeşitli ekleme ve uydurmalarla da bu Hızır, halk içerisinde yaşayan, onlara dar zamanlarında yardıma koşan, insanüstü bir varlık olarak kabul edilmiştir. Hatta, ayrı zamanlarda ve ayrı mekânlarda yaşamış olmalarına rağmen Musa peygamberin yol arkadaşı olan “âlim kul” ile Süleyman peygamberin yanında bulunan “âlim kul”un aynı kişi olduğu, bu kişinin de Hızır olduğu kabul edilmiş ve böylece KUR’AN’A AYKIRI olarak ölümsüz, ebedî, zaman ve zemin üstü, kıyamete kadar yaşayacak HURAFE bir varlık oluşturulmuştur.
Oysa, “Musa ve Âlim Kul” başlıklı çalışmamızda yaptığımız tespitler göstermektedir ki, Kur’an’da geçen bu “âlim kul” bir insandır. Bunun ispatı ve ayrıntısı, sözünü ettiğimiz çalışmamızda olup, burada vurgulamak istediğimiz husus, o “âlim kul”un, Hızır diye birisi olmadığıdır.
Ama daha önemlisi, Hızır özelliklerine sahip bir varlığın mevcudiyeti Kur’an’a göre mümükün değildir:
Enbiya; 34, 35:
34.Biz, senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. Peki, sen öldün de onlar sürekli kalanlar mıdırlar?
35.Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritip saflaştırmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile sınarız. Ve siz, yalnız Bize döndürüleceksiniz.
HADİSLERDE HIZIR:
Kehf suresinde Musa ile “âlim kul” kıssasını anlatan ayetlerin tefsirini (!) ve “İlim”i konu alan hadislerde, bu “âlim kul”un Hızır olduğu beyan edilmektedir. Metinleri çok uzun olduğu için Arapça ve meallerini örnek olarak buraya almadığımız bu mealdeki hadisler, hadis kitaplarının en sağlamı denilen Sahih-i Buhari’de bile vardır. Bu kitabın Kitabü-l Enbiya ve Kitabü-l İlim bölümlerinde Hızır’dan bahseden hadisler yer almakta ve bu “alim kul”un Hızır olduğu söylenmektedir. Ama Hadis İlminin (!) “Mevzuu Hadisler (uydurulmuş hadisler)” bölümü incelendiğinde ise, Hızır adı geçen hadislerin tümünün yalan ve uydurulmuş olduğunun MÜTTEFEKUN ALEYH olduğu, yani o hadis denen sözlerin yalan ve uydurma olduğunun OY BİRLİĞİ ile kabul edildiği görülmektedir. Bu sebeple tüm bu hadislere şüphe ile bakılır olmuştur.
TASAVVUF KİTAPLARINDA HIZIR
İslâm dininin yegâne kaynağı olan Kur’an’da böyle bir varlığın mevcudiyetinden söz edilmemesine ve “Hızır” sözcüğünün Kur’an’da hiç yer almamasına karşılık, tüm tasavvuf ve tarikat çevrelerinde “Hızır”, bir inanç, bir ana unsur olarak yer almıştır. Bu çevrelerde; “âlim kul”un Hızır olduğu, Hızır’ın da Nebi olmayıp Velî olduğu kabul edilmekte, Kehf suresinde anlatılan kıssadaki “âlim kul”un Musa peygamberden bilgili olmasına dayalı olarak da Velî’nin Nebi’den üstün olduğuna inanılmaktadır. “Rüya”, “Keşif” gibi aslı astarı olmayan safsataları kendilerine temel kaynak edinmiş olan bu çevreler, Hızır adındaki uydurma kişiliği de kendilerine sermaye yapmışlar ve bu konuyu çok eskiden beri, dini bilmeyenler üzerindeki sömürülerinde ilâve bir malzeme olarak kullanmışlardır.
Hızır hakkında bir çok yalan ve yanlış olaylar uydurulmuş, bu olayları konu alan belki de yüzlerce kitap yazılmıştır. Meselâ; İmam-ı Gazalî tarafından yazılmış ve Hızır’ın bazı tasavvuf erbabıyla görüşmelerini nakleden İhyâ; Muhydidîn-i Arabî tarafından yazılmış ve Hızır’la bir çok kez karşılaşıp konuştuklarını anlattığı Futuhât; Hacı Bektaş Velî tarafından yazılmış ve Hızır’la yapılmış olan görüşmelerin yer aldığı Makâlât; İmam-ı Rabbanî tarafından yazılmış ve yine Hızır’la yapılmış olan görüşmelerin yer aldığı Mektûbât adlı eserler, bu kitaplardan birkaç tanesidir.
Bu meşhur kişilerin meşhur eserlerinin yanında piyasada dolaşan yüzlerce tasavvuf ve tarikat kitapları ile evliya menkıbelerini konu alan kitaplarda, Hızır’dan ve onun kerametlerinden bahsedilmektedir.
İslâm dini ile hiç alâkası olmayan bu kitaplar, temsil ettikleri akımın ayrı bir din olduğunu göstermektedir. Hiçbir tasavvuf ve tarikat erbabı bunu açıkça ifade etmese de maalesef bu bir gerçektir. Çünkü tasavvuf ve tarikatlar incelendiğinde, onların İslâm dininden (Kur’an’dan) ayrı bir inanç temeline dayandıkları açık ve net bir şekilde görülmektedir. Böyle olmasına rağmen “din adamı” geçinen İslâm âlimleri(!) ise, saflık görünümü altına saklamaya çalıştıkları korkaklıkları ile, o sapık hazretlerin herzelerine kılıf hazırlamaya uğraşmaktadırlar.
Meselâ; Mevlâna unvanlı Celâleddin Rumî’ye ait olduğu söylenen kitaplar eğer gerçekten bu şahsa ait ise ve başta Mevlevîler olmak üzere diğer tarikat zümreleri tarafından baş tacı yapılmış olan Menâkıbu-l Arifin adlı kitapta yazılan rezillikler doğru ise, Celâleddin Rumî’nin Müslümanlığına yüz bin şahit az gelir. Ama hakkında “AŞK PEYGAMBERİ MEVLÂNA” diye kitap yazılan ve “aşk dini”nin peygamberi ilân edilen bu şahıs için hiçbir Müslüman “Ne peygamberi?” diye bir soru sormamakta, hiçbir “din adamı” kisveli zevat da tüm ülkede satışı yapılmakta olan kitap hakkında ve de bu şahsın Kur’an’a aykırı olarak Muhammed’den sonra peygamber ilân edilmesi karşısında bir söz söylememektedir.
Özetle ifade etmek gerekirse; Hızır inancı, İslâm dini ile uzaktan ve yakından alâkası olmayan ve ayrı bir sapık din olan tasavvuf ve tarikat kanalı ile Müslümanlar arasına sokulmuş pek çok sapık ve yanlış inançlardan birisidir.
SONUÇ OLARAK İSLÂM’DA HIZIR
Hızır inancı, kışın bitişini ve baharın gelişini simgeleyen, havaya, suya ve toprağa hayalî bir “cemre (kor)”nin düştüğünü varsayan “cemre düşmesi” inancı gibi gerçek dışı bir inançtır.
Hızır inancı İslâmî bir inanç olmayıp, Zerdüştlük, Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Şamanizm gibi, tahrif olduğu için batıl hâle gelmiş dinlerin mensuplarında görülen bir inançtır. Bu inanç, tamamen vehme dayalı ve uydurulmuş bir inanç olup, Müslümanlar arasına da sonradan sokulmuştur. İslâm dininin biricik kaynağı Kur’an’a göre de böyle bir kişi veya varlık yoktur.