Kur’an, Mekke’de yükselen sarsıcı söylemi bastırmak için, inkarcıların türlü savunma refleksleri geliştirdiklerini söyler.
Bunlardan ön önemlileri şunlardı:“eskilerin masalı” (esâtiru’l-evvelîn), “uydurulmuş yalan” (ifkun müftera), “apaçık büyü” (sihrun mubîn), “çok eski bir yalan” (ifkun gadîm)…
Acaba bunlar neye karşı söyleniyordu?
Peygamber ne söylüyordu ki böyle masal, efsane, sihir, büyü, iftira, yalan, uydurma vs. diyorlardı?
Yaygın anlayışa göre Peygamberimiz inkarcıları inandırmak için bir takım mucizeler gösteriyor, onlar da bunu inkar ederek sihir, büyü, efsane, yalan, masal vs. diyorlardı.
Acaba öyle mi?
Bu ithamların geçtiği yerleri Kur’an’dan tek tek çıkardım. En çok geçen de “eskilerin masalları” (esâtiru’l-evvelîn) …
Bakın, neymiş bu eskilerin masalları…
***
İlki daha ikinci sure olan “Kalem” suresinde…
“Yalanlayanları tanıma, itaat etme onlara!
İsterler ki yağcılık yapasın da onlar da sana yağ çeksinler.
Çokça yemin eden aşağılık âdi, küçük gören, dedikoducu,
Hayrı engelleyen, günahkâr zorba, kaba saba ve asalak …
Mal ve oğullar sahibi diye karşısında ayetlerimiz okunurken “eskilerin masalları” diyor. Yakında onun burnunu yere sürteceğiz!” (Kalem; 8-16)
Görüldüğü gibi “eskilerin masalları” denmesinin sebebi “mal ve oğullar sahibi” (zâ malin ve benîn) olmakmış. “Mal ve oğullar sahibi” Kur’an’ın “Bahçe sahipleri” (ashabu’l-cenne) gibi devrin servet sahipleri için kullandığı bir tabirdir. Nitekim bu ayetlerden hemen sonra Bahçe sahipleri kıssasının anlatılması tesadüf olamaz. Bunlar bugünkü tabirle “Burjuvazi” veya “Yüksek sosyete” dediğimiz sınıflara tekabül eder.
Demek ki bu kesimlere yönelik bir söylem yükseltiliyor, onlar da bunlara “eskilerin masalları” diyor. Bunun böyle olduğunu ayetleri okudukça apaçık göreceksiniz ve şaşıracaksınız. Lütfen bütün dikkatinizi ayet parağraflarının bizzat içeriğine veriniz, önyargılarınızı bir kenara bırakınız.
***
İkincisi “ayıran/farkı gösteren” demek “Furkan” suresinde…
“İnsanlık için uyanışa vesile olsun diye doğruyu yanlıştan ayıran ölçüyü kuluna indiren ne kutlu, ne yücedir! Göklerin ve yerin mülkü O’na aittir. Çocuk edinmemiştir. Mülkiyetinde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış ve yarattığı her şeyin doğasını ve kapasitesini belirlemiştir. Hal böyleyken hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılıp duran, kendileri için ne zarara ne faydaya malik olamayan, ne öldürmeye, ne yaşatmaya, ne de diriltmeye malik olamayan O’ndan başka ilahlar ediniyorlar. Üstelik gerçeğin üstünü örtenler: “Bu, yalnızca kendisinin uydurup düzdüğü bir iftiradır. Bu konuda başkalarından yardım da alıyor.” diyorlar. Bunların yaptığı apaçık haksızlık ve yalancılıktır. Yine diyorlar ki: “Bunlar eskilerin masalları, onları yazdırtmış, sabah akşam kendisine okunup duruyor.” (Furkan; 1-5).
Görüldüğü gibi parağrafta “Göklerin ve yerin mülkü O’na aittir” (lehu’l-mülk) “Mülkiyetinde ortağı yoktur” (şerîkun fi’l-mülk) vurguları yapılıyor. Onların sahip olduklarının ise yaratmayan, kendisi yaratılmış olan, öldürmeye, yaşatmaya, diriltmeye “malik” olamayan bir takım “ilahlar” olduğu söyleniyor.
İlahlaştırdıkları şeyler sahibi (maliki) olduklarını iddia ettikleri mülkleriydi. Bunlara öylesine güveniyorlardı ki “mal ve oğullarının” ve “bahçelerinin” dünyada sırtlarını yere getirtmeyeceğine, hiç kimseye ihtiyaç duydurmayacağına (istiğna) ve bu sebeple de kimseye hesap vermek durumunda olmadıklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle ısrarla “Mülk Allah’ındır, mülkünde ortağı yoktur” vurguları yapılıyor.
Allah’ın mülküne sahip olmaya kalkmanın en elverişli argümanı da “Allah’ın oğlu” iddiasıydı. Nitekim tarih boyunca “Tanrı’nın oğlu” iddiasında olmayan hiçbir mülk sahibi (kral, imparator) görülmemiştir. Bunun için de “Çocuk edinmemiştir” denilerek bu iddia biçiliyor ve bir dönem kapatılıyor (ayrıca bkz. İhlas suresi).
***
Üçüncüsü “karınca” demek olan “Neml” suresinde…
“Peki kimdir gökleri ve yeri yaratıp sizin için gökten su indiren? O su ile bağlar bahçeler bitirip gözünüzü gönlünüzü açan? Siz onların tek bir dalını bile bitiremezdiniz. Allah’la birlikte başka bir ilah ha? Olur şey değil! Onlar iyice yoldan çıkmış bir güruh!..
Yeryüzünü yerleşime uygun bir yer haline getiren, vadilerinden dereler, ırmaklar akıtan, üzerine sağlam dağlar yerleştiren ve iki deniz arasına engel koyan kimdir? Allah’la birlikte başka bir ilah ha? Olur şey değil! Onların çoğu ne söylediklerini bilmiyor…
Darda kalanın imdadına yetişip kötü durumdan kurtaran ve sizleri yeryüzünün varisleri kılan kimdir? Allah’la birlikte başka bir ilah ha? Ne kadar az düşünüyorsunuz?…
Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulmanızı sağlayan, sevgi ve merhametinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen kimdir? Allah’la birlikte başka bir ilah ha? Allah, koştukları ortaklardan yüce, çok yücedir!…
Yaratılışı başlatıp sonra yenileyerek sürdüren, size sürekli gökten ve yerden rızıklar veren kimdir? Allah’la birlikte başka bir ilah ha? De ki: “Getirin delilinizi eğer doğru söylüyorsanız!”
Söyle onlara: “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse ğaybı bilemez. Ne zaman yeniden diriltileceklerini de bilmezler. Oysa ahiret hakkında kendilerine devamlı bilgi veriliyor. Fakat onlar kuşku içinde kıvranıp duruyorlar. Açıkçası kalp gözleri körelmiş, göremiyorlar. Kâfirler: “Nasıl yani, biz ve atalarımız toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz? Geçin bunları, bu lafları çok duyduk. Bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değil.” diyorlar.” (Neml; 60-68)
Görüldüğü gibi parağrafın başından itibaren uzunca bir liste sıralanıyor ve her seferinde “Allah ile birlikte bir ilah ha?” diye soruluyor. Klasik bakış bunun tahtadan taştan putlar olduğunu sanıyor. Halbuki sıralanan şeyler Allah’ın mülkünden örnekler ve bunları sahiplenme, kendi mülkü haline getirip ona ihtiyacı olanlardan saklama, dahası bunlara çit çevirip zimmetine geçirme kastediliyor. Kur’an işte buna “ilahlaşmak” diyor ve reddediyor.
Kur’an’ın “Yakınlık sağlamaları için edindikleri ilâhlar” (gurbânen âlihe) tabirinin ne olduğunu yine Kur’an’ın kendisi açıklar: “Ne mallarınız ne de oğullarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir!” (Sebe: 37).
Dikkat edilirse yukarıdaki parağrafta put ismi hiç geçmiyor. Bilakis gökten inen su, toprak/arazi/yeryüzü (arz), bağ, bahçe, ağaç, dal, vadi, dere, ırmak, deniz, gökten ve yerden rızıklar… deniyor. Bunlar o günkü tarım toplumunda servet tasvirleridir. Ve bunlar sıralanırken her defasında soruluyor: Hem Allah’a inanacaksınız, hem de Allah’ın sayılan mülklerini zimmetinize geçirip başkasını bundan mahrum edeceksiniz ha? Bu ilahlaşmak ve mülküne ortak olmaya kalkmaktır (şerîkun fi’l-mülk).
“Bunların hesabının sorulacağı bir gün gelecek, bu yaptıklarınız yanına kâr kalmayacak, yargılanacaksınız. Burada, olmazsa orada…” denince “Ne yani yeniden mi diriltileceğiz? Bizden önce kime hesap sorulmuş? Kapanın elinde kalıyor, görmüyor musunuz? Ne burada ne orada hesap mesap yok? Bunlar “eskilerin masallarından” başka bir şey değil…” diyorlar.
***
Dördüncüsü “inanmışlar” demek olan “Mu’minun” suresinde…
“Hayır, öncekilerin dediğini diyorlar. “Ölüp toz toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra yeniden diriltileceğiz, öyle mi? Doğrusu bu laflar bize de atalarımıza da bundan önce söylendi durdu. Eskilerin masallarından başka bir şey değil bunlar.”
Sor anlara: “Peki, yeryüzü ve orada var olanlar kimindir? Eğer biliyorsanız söyleyin.” “Allah’ın” diyecekler. Cevap ver: “Peki bu hafızasızlık neden?
Sor onlara: “Yedi kat göklerin Rabbi ve şu muazzam görkemin sahibi kimdir? “Allah” diyecekler. Cevap ver: “Peki bu aldırmazlık neden?”
Sor onlara: “Her şeyin mülk hükümranlığını (melekut) elinde tutan, koruyup kollayan ama kendisine karşı kimsenin korunup kollanamayacağı kimdir? Söyleyin biliyorsanız? “Allah” diyecekler. Cevap ver: “Peki bu aldanış niçin?” (Mu’minun; 81-92).
Demek ki “Mal ve oğul sahipleri” veya “Bahçe sahipleri” sadece Allah’a inanmakla kalmıyor, yeryüzünün, orada var olanların (su, bağ, bahçe, tarla, maden ocakları, hayvan sürüleri vb.), görkemli arşın, melekûtun (tüm mülk deryasının) hükümranının Allah olduğuna da inanıyorlar. Çünkü “Bunlar kimin” diye sorulunca her defasında da “Allah’ın” diyorlar.
“Ee, madem öyle sahiplenmeyin, zimmetinize geçirmeyin, tapulamayın, verin o zaman? Allah bütün bunlardan insanların eşit şekilde yararlanmasını istiyor (Fussilet; 10). İçimizden zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı olmasını istemiyor (Haşr; 7). Aksi halde hesabını vermezsiniz. Er yada geç bunun hesabını vermek için huzura çıkarılacaksınız, öldükten sonra bile kaçamayacaksanız” denince “Ölüp toz toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra yeniden diriltileceğiz, öyle mi? Doğrusu bu laflar bize de, atalarımıza da bundan önce söylendi durdu. “Eskilerin masallarından başka bir şey değil bunlar.” diyorlar…
***
Beşincisi “kum tepeleri” demek olan “Ahkaf” suresinde…
“Kâfirlik edenler iman edenler hakkında; “Eğer ona inende bir hayır olsaydı, (ayak takımımız) bizden önce ona koşmazlardı.” diyorlar. Fakat onunla doğru yola gelmeyi kendilerine yediremediklerinden her zaman “bu eski bir yalan” diyecekler.” (Ahkaf; 11)
Demek ki “Din bir afyondur.” sözünü o günkü inkârcılar, Marx’ın söylediğinin tam tersi manada söylüyorlardı. Yani: “Din kitleleri uyuşturmak için zengin üst sınıfların halka ayaklanmamaları için zerkettiği bir uyuşturucudur” değil; tam tersi “Din (Muhammed’e gelen) kendini peygamber gören birisinin, ezilenler yeryüzünün önderi olacak, adalet, eşitlik olacak, köleler özgürleşecek, siz cennete onlar cehenneme gidecek…” vaatleriyle ayaklanma çıkarmak için halka zerkettiği bir uyuşturucudur. Bununla ayak takımını büyülüyor. Sihirli sözlerle mutlu yarınlar ve toz pembe gelecek vaat ediyor. Yoksa bu ayak takımı (erâzil) nasıl bu kadar cesaretli olabilir? Eğer söylediğinde bir hayır olsaydı ilk önce biz icabet ederdik. Dolayısıyla eskiden beri söylenen bir takım hayali vaatler ve masallar bunlar…”
***
Altıncısı yine “kum tepeleri” demek olan “Ahkaf” suresinde…
“Fakat öyleleri de vardır ki anne ve babasına: “Öf be! Benden önce bu kadar insan gelip geçmişken tekrar (huzura) çıkarılacağımızı mı söyleyip duruyorsunuz?” der. Anne ve babası Allah’a sığınarak: “Yazıklar olsun, inan. Allah’ın sözü gerçektir; bundan şüphe olmaz.” der. O yine: “Hepsi yalan, eskilerin masalları bunlar.” der. (Ahkaf; 17)
Bu ayetteki “eskilerin masalları” diyenin kim olduğu, hangi kesimden birisi olduğunu ise üç ayet sonra açıklanıyor:
“Kâfirlik edenlere ateşin karşısına çıkarılacakları gün şöyle denecek; “Siz, bütün güzelliklerinizi dünya hayatınızda tükettiniz ve onların zevkini sürdünüz. Artık bugün yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve fesat peşinde koşup durmanızın karşılığı aşağılayıcı bir azap olacak!” (Ahkaf; 20)
Ayette geçen “fesat çıkarmak” Kur’an’ın anlam örgüsü içinde daima Adem kıssasında geçen son sınırına kadar toplamak (şecere-i huld) ve yıkılmayacak bir mülkiyet (mülk-i la yebla) için ele geçirme, çalma, hırsızlık ve bunlar için yapılan işgal, talan ve kargaşayı ifade eder. “Güzellikleri dünya hayıtında tüketmek”, ele geçirdiklerini sorumsuzca harcamayı, “zevkini sürmek” de onlarla har vurup harman savurmayı, gününü gün etmeyi ifade eder.
İşte böylesine birine “Allah var, hesap var, böyle yapamazsın!” denince, “Bizden önce bunca insan gelmiş geçmiş, kimseye bir şey olmamış, biz mi hesap vereceğiz, yok böyle şeyler, masal, hikaye bunlar” diyor…
***
Yedincisi “balarısı” demek olan “Nahl” suresinde…
“Allah, büyüklük taslayanları sevmez. Böyleleri “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde: “Eskilerin masalları.” derler. Böyle söylemekle kıyamet gününde kendi veballerini tümüyle, saptırdıkları cahillerin veballerini de kısmen üzerlerine almış olurlar. Dikkat edin, ne kötü bir vebaldir bu! Onlardan öncekiler de düzen kurmuşlardı. Allah kurdukları düzeni temelden yıkmış, çatılarını da başlarına geçirmişti. Azap, onlara fark edemedikleri bir yönden gelmişti.” (Nahl: 23-26).
Bu ayette de “eskilerin masalları” diyenlerin büyüklük taslayanlar (müstekbirler) olduğu ifade ediliyor. Kur’an’ın anlam bütünlüğü içinde bunlar servet ve iktidar sahipleri (mal ve oğul sahipleri, nimet sahipleri, bahçe sahipleri) demek oluyor.
Bunlar tarih boyunca hep bir düzen kurmuşlar ve her defasında kurdukları düzen başlarına geçmiştir. Bundan sonra başkası olacak değildir. Bunlar hep demişlerdir ki: Adalet, eşitlik, cennet, ezilenlerin (müstazafların) kurtuluşu ve yeryüzüne önder olmaları, kölelere özgürlük, şirksiz (sınıfsız/kastsız) bir toplum (ümmet-i vahide) bir hayalden ibarettir, “eskilerin masallarından” başka bir şey değildir…
Böyle söyleyenlere deniyor ki ayette: “Böyle söylemekle kıyamet (ayaklanma/kalkış/kıyam) gününde kendi veballerini tümüyle, saptırdıkları cahillerin veballerini de kısmen üzerlerine almış olurlar. Dikkat edin, ne kötü bir vebaldir bu!
***
Sekizincisi “yolsuzluk yapanlar” demek olan “Mutaffifîn” suresinde…
“Yolsuzluk yapanların vay haline! Onlar alacaklarının son kuruşuna kadar peşine düşerler. Ama iş, vereceklerine gelince kıyısından kenarından nasıl çalıp çırpacaklarını hesaplarlar. Onlar tekrar diriltileceklerini sanmıyorlar mı? O büyük günde hesaba çekilecekler. Öyle bir gün ki insanlık o gün Âlemlerin Rabbi’nin huzurunda esasduruşa geçecek!
Kötülerin sicili tutulmuştur. Bilir misin, sicil ne demek? Orada her şey madde madde yazılmıştır. O gün yalan diyenlerin vay haline! Onlar hesaplaşma gününe yalan diyenlerdir. Ona, ancak hak ve adaleti çiğneyen ve günah küpü haline gelmiş olan yalan der. Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: “Eskiden beri söylenip durulan masallar.” der. Hayır! Kazanmakta olduklarından kalpleri paslanmıştır. Doğrusu onlar o gün Rablerinden yüz bulamayacaklar. Doğruca alev alev yanan ateşi boylayacaklar. Sonra da onlara; “Yalan dediğiniz şey işte bu!” denilecek.” (Mutaffifin; 1-17)
Görüldüğü gibi buradaki “eskilerin masalları” teranesi de parağrafın başındaki eksik ölçüp tartma (yolsuzluk) ile ilgilidir.
Onlara “Eksik ölçüp tartmayın, halkın malına göz dikmeyin, çalmayın, çırpmayın. hak yemeyin, hesabınız çok yaman olur, hem halkın mahkemesinden (mahkeme-i suğra) hem de Allah’ın mahkemesinden (mahkeme-i kübra) kurtulamazsınız” dendiğinde “Bunlar eskiden beri söylenip durulan masallar” derler. Buna verilen cevap ise Leheb suresindeki tehdit ile aynıdır: (“Malı ve kazandıkları onu kurtaramayacak!”). Kazanmakta olduklarından kalpleri paslanmıştır. Yani mal ve kazanma hırsından gözleri bir şey göremez olmuştur. Bunları temizleyecek şey ise alev alev yanan ateştir!
***
Dokuzuncusu “ganimet malları” demek olan “Enfâl” suresinde…
“Biliniz ki mallarınız ve oğullarınız birer imtihan vesilesidir. Asıl büyük mükâfat Allah’ın katındadır. Ey iman edenler! Eğer Allah bilinciyle yaşarsanız, size, doğru ile yanlışı ayırma yetisi verir; suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir. Hani kâfirler seni hapsetmek, öldürmek yahut sürgün etmek için plânlar kuruyorlardı. Onlar plân kurup dururken, Allah bütün plânlarını boşa çıkarttı. Çünkü bütün hesaplar Allah’tan döner. Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman: “Tamam duyduk. İstesek biz de bunun benzerini söyleyebiliriz. Bu, öncekilerin masallarından başka nedir ki.” dediler. (Enfal; 28-31)
Görüldüğü gibi buradaki “eskilerin masalları” da, parağrafın başında işaret edildiği gibi yine aynı konu ile ilgili: Mal ve oğullar…
“Mal ve oğul sahipleri” tabirinin Kur’an’ın anlam bütünlüğü içinde ne anlama geldiğini artık biliyoruz. Bunlar düzenlerinin sürmesi için plan kuruyorlar, peygamberi hapse atmak, öldürmek ve bu “beladan” kurtulmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat azap hiç beklemedikleri bir yerden geliyor.
Bunların planını bozmak için “Allah bilinci ile yaşamak” (takva) sahibi olmak gerekir. Öyle olursa Allah, mülkün Allah’a ait olduğuna iman etmişlere doğru ile yanlışı ayırma yetisi verir. Kim yalancı, kim sahtekar, kim münafık, kim laf olsun diye, kim yürekten mülk Allah’ındır diyor ayırabilirler…
***
“Eskilerin masalları” teranesini nerede, kim, niçin söylüyor gördünüz.
Ne bir eksik, ne bir fazla hepsini aktardım. Bana inanamıyorsanız kendiniz açın bakın, sureler ve ayet numaraları ortada. Ayetleri cımbızla çekmeyin, parağrafıyla birlikte, konu bütünlüğü içinde okuyun.
Mal ve oğul sahibi olmak, kazanç, mal, mülkiyet, eksik ölçüp tartmak, yolsuzluk, dünya hayatı, servetin zevkini sürmek, rızık ve bunların hesabının sorulacağı kaçınılmaz gün ile ilgili olmayan tek bir parağraf yok.
Bu kadarı tesadüf olabilir mi?
“Söylediklerin hayal, olacak işler değil; vazgeç bu sevdadan. Masal anlatma bize” diyenler!
“Eskilerin masalları” nı tekrar edip durmayınız.
Başlangıçta hangi büyük işe hayal/masal denmedi ki?