Zor olan dağdaki çiçeğe ağaçlara sevgiyle bakmak değil. Zor olan trafikte durmadan kornaya basan adama sevgiyle bakabilmek.
Eski zamanlarda bir dağın zirvesinde, buzların arasında bir derviş yaşarmış. Günlerini ibadetle ve tefekkürle geçirirmiş. Dağda yaşayan dervişin şehirde yaşayan bir derviş arkadaşı varmış. O da kadınlar hamamında, yazın kavurucu sıcağında hamamın ocağına odun atarak geçimini sağlar, artakalan zamanlarını da ibadet ve tefekkürle geçirirmiş.
Bir gün şehirdeki derviş dağdaki arkadaşını ziyaret etmek istemiş. Ocaktan bir kor parçasını avuçlarının arasına almış ve kor parçasıyla beraber yola çıkmış. Avucundaki koru söndürmeden şehrin içinden geçmiş, dağa tırmanmış ve en sonunda dağın en tepesinde buzların arasında yaşayan derviş arkadaşına ulaşmış. Ateşten hediyesini takdim etmiş. Oturup biraz hoşbeş ettikten sonra da şehre, kadınlar hamamına geri dönmüş.
Bir süre sonra da dağdaki derviş iade-i ziyaret yapmak istemiş. Eline aldığı bir buz parçasıyla beraber yola çıkmış. Buzu eritmeden şehrin içinden geçip hamama kadar ulaşmış.
Eski dostunu ocağın başında ateşe odun atarken görmüş. Tam elindeki buzu arkadaşına vereceği sırada hamamdan çıkan bir kadının bacağını görmüş. Ve elindeki buz bir anda eriyip buhar olmuş. Bunun üzerine şehirli derviş arkadaşına şöyle demiş:
“Ya, efendi! Dağda herkes derviş olur. Marifet şehirde, kadınlar hamamında derviş kalabilmekte...”
Dünya değişiyor. Frekansları da öyle. Modern dünyada ne derviş kaldı ne dergâh. Hepimiz buna benzer hikâyelerle büyüdük. Anadolu kültüründe bu tür hikâyelerin etkisi büyüktür. Günümüz Anadolu’sunda Yunus Emre’ye, Mevlana’ya duyulan özlem dünya globalleştikçe daha geniş bir çerçevede Tao’ya, Buda’ya duyulan meraka uzandı. Bu arayış bazen her şeyi bırakıp özlemini çektiğimiz stressiz hayatı yaşamayı ya da Tibet’e gidip inzivaya çekilmeyi kimin aklına getirmedi ki? En azından artık her şehir insanının hayalinde gitmeyi istediği küçük bir sahil kasabası var.
Modern hayatın getirdiği, öz-benliğimize aykırı her türlü saçma sapan sorumluluğu bünyemizden istiğfar edip bir derviş gibi yaşamak, inzivaya çekilip varlığımızı sorgulamak. Ama nereye kadar? Bu gidişin bir de dönüşü var! Şehirdeki dervişin dediği gibi dağda herkes derviş olur. Marifet; İstanbul trafiğinde, askerde, işyerinde, otobüs kuyruklarında derviş kalabilmekte! Dertler derya olacak ki biz de bir sandal olabilelim farkındalık okyanusunda.
Ermek için Tibet’e gidip inzivaya çekilebilirsiniz. Yepyeni farkındalıklara uyanabilirsiniz. Ancak döndüğünüzde yine yapamıyorsanız trafikte, işte, okulda hâlâ bir şeyler eksik kalmış demektir yolculuğunuzda. İnsanoğlu gezecek. Tibet’e de gidecek. Hz. Muhammed’in dediği gibi: İlim Çin’de bile olsa gidip almalı.
Ama bizimki gitmek değil kaçmak biraz da. Eğer kendimizi geliştiremiyorsak ya da sıkıntılarımızdan kurtulamıyorsak bunun çözümü kaçmak değildir. Kalıp mücadele etmek de bir sınavdır sonuçta ve kaçmaktan daha çok şey katar insana. İçsel gelişim süreci adı üzerinde içsel bir süreçtir ve şehir hayatının hengâmesi ya da geçim sıkıntısı bu süreci durduramaz. Gelişim her an her yerde olabilir. Var olduğumuz her an tefekkür yapabiliriz. Bunun için yalnız kalmaya da gerek yok. Hiç yalnız kalmayalım da demiyorum. Yalnız kaldığımızda, sosyal hayatta, iş hayatında birbirinden farklı tecrübeler ediniyoruz. İş hayatının yıpratıcı olduğu ve şehirde yaşamanın ne kadar stresli olduğu aşikâr. Ama önemli olan bunu bilmek değil, asıl önemli olan yıpranmamaya çalışmaktır. Manevi olarak yıpranmamaktan bahsediyorum. Ve bu da kendi elimizde! Bunu söylemek çok kolay, yapmaksa zordur evet bilirim! Ama zaten şehirde derviş olmak dağda derviş olmaya benzemiyor! Bu yol çok daha çetrefilli ve zor.
Gerçek, dağların ya da yıldızların arkasında saklı değil. Gerçek yanı başımızda! Gerçeğe ulaşmak için elimizi bile uzatmaya gerek yok. Önemli olan etrafımıza nasıl baktığımız. Sevgiyle baktığımız her an gerçeğe biraz daha yaklaşıyoruz. Sevgi fıtratımızın özüdür.
Zor olan dağdaki çiçeğe ağaçlara sevgiyle bakmak değil. Zor olan trafikte durmadan kornaya basan adama sevgiyle bakabilmek. İşyerinde arkamızdan kuyumuzu kazan mesai arkadaşımıza, egosunun peşinde koşan acımasız müdür/patronumuza ya da her fırsatta işten kaytaran çalışanımıza, kirasını vaktinde ödemeyen kiracımıza ya da kira iki gün gecikti diye kapıya dayanan ev sahibimize; hatta yolda yürürken pazar arabasıyla ayağımızı ezen okumamış-okuyamamış Anadolulu Fatma Teyze’ye sevgiyle bakabilmektir.
İlk bakışta bu düşüncelerin hiçbiri gerçekçi gelmeyebilir. Kirayı geciktirirsen, işten kaytarırsan, ayağıma basarsan nefret ederim senden. İlk tepki nefret olur hep. Çünkü nefretle büyüdük, dünyada nefreti hâkim kıldık. Ama derviş bağışlamayı seçendir. Bağışlamak da ancak sevgiyle olur. İnana geldiğimizin aksine asıl realite budur: sevgi. Her gece gürültü yapan komşumuza sevgiyle bakabilmek bizim için ne kadar zorsa gerçeğe ulaşmamız da o kadar zordur. Çünkü evren sevgi üzerine kuruludur. Her ne kadar evren sevgi üzerine kurulu olsa da maalesef dünyamız negatifliğin etkisi altında. O yüzden hayatımızda sevgiyi tesis etmekte zorlanıyoruz. Ama eğer önümüzdeki yıllarda sevgi üzerine kurulu bir dünya birlikteliği istiyorsak yeniçağın dervişlerine muhtacız. Üstelik bu yeniçağ dervişleri eskisi gibi dağdan değil şehirden, içimizden çıkacak. Şehirden çıkacak ki böylece şehir insanının sorunlarına da ışık tutabilecek ve yol gösterebilecektir.
Farklı terbiyeler ve farklı disiplinlerden geçecek metropol dervişleri. Evrensel haklara saygılı ve özgürlükçü olacaklar ata-dervişleri gibi ama eskisi gibi açlıkla değil, kariyerle, para hırsıyla, aşırı şehvetle imtihan edilecekler. Saatlerce süren trafik çilesinde kor olacak yürekleri. Bu sefer ayaklarında çarık değil spor ayakkabı, altlarında merkep değil bisiklet olacak bu dervişlerin. Bazen durakta otobüs beklerken, bazen yağmurlu bir günde şemsiyesiz kalmış sırılsıklam göreceğiz onları. Yeniçağın gerektirdiği sorumluluklardan kaçmayıp aynı zamanda kendini bulma arayışını kalabalıklar arasında onca gürültünün içinde sükûnetle yürüyerek gerçekleştirecek eğitimli dervişler onlar.
Senin ne farkın var onlardan? Aslında hepimiz potansiyel birer derviş değil miyiz? Mühim olan o aşk ateşiyle yanabilmek! Bu kitap senin için yazıldı. Burada senin hikâyen, senin acıların, senin arayışların var.
Derviş de ermek için yola koyulur. Bu yolda aşk da sabır da dervişin işi... Ne gelirse Hak’tan gelir diyerek, geleni “aşk”la başımızın üstüne koyabiliyorsak ve onu “sabır”la taşıyabiliyorsak eğer, “yol”dayız demektir... Dergâhımız dünya, güzergâhımız köprü trafiği! Haydin ermeye gidiyoruz. Kimseye kızmak yok bu yolda. Aşkla, şevkle sevmek var herkesi.
Kuşları, fareleri, böcekleri...