1886-1966 yılları arasında yaşadı.
İmparatorluk’un bitişine, Cumhuriyet’in doğuşuna şahitlik etti.
Hafız Yaşar, 1924 yılında Hilafet’in kaldırılması ile birlikte, Saray’daki orkestra, bando ve ince saz takımıyla, Ankara’ya gitti.
Müzik devrimini, neyin, ne olduğunu, nasıl yaşandığını yaşadı.
1938’e kadar hep Mustafa Kemal’in himayesinde oldu.
Hatıratlar önemlidir. Hafız Yaşar Mustafa Kemal ile Ankara’da ve İstanbul’da geçen zamanlarını yazmasaydı, büyük bir boşluk kalacaktı müzik tarihimizde ve asla o boşluğu dolduramayacaktık.
Müzik ve siyaset ilişkisini kendi tarihimizden değil de, diğer toplumların tarihi üzerinden okumaya, anlamaya çalışacaktık.
Mustafa Kemal Hafız Yaşar için “Benim hafızım” der.
Mustafa Kemal’in hafızı,
Bizim hafızamız…
Binbaşı Hafız Yaşar Okur’un anılarından bir kaç not aktarayım:
“Arkasından Selanikli Ahmed Bey’in Kürdili Hicazkar makanında bestelemiş olduğu şarkıyı okumaya başladı. Bu şarkıyı Atatürk fevkalede usulu dairesinde gayet güzel okuyordu. Esasen şarkılarda olsun, gazellerde olsun güftelerde, vezne çok dikkat ediyordu. Hele Fuzuli ve Nedim gibi büyük şairlerin güftelerine sonra derece ehemmiyet verir….”
“İçelim her mihnetin mutlak
Olmayan bir hayatı vardır ki…
Bu güfteyi Atatürk gazel olarak okudu. Hepimizi gaşy eden(kendinden geçiren) bu taklidi imkansız şahane okuyuşta öyle bir hitabet kudretli vardı ki hala onun tesiri altındayım.”
Şehenşah Pehlevi’nin İstanbul ziyaretinden,
“Hüzzam Ayini okuduktan sonra Atatürk, “Yaşar Bey, Kur’an’dan bir sahife oku” dedi. Sure-i Yusuf’tan bir sahife okudum. Atatürk, Şehinşah Hazretleri’ne dedi ki: “Bizim bir de Türkçe Mevlidimiz vardır. Şair Süleyman Çelebi yazmıştır” diye Süleyman Çelebi hakkında izahat verdikten sonra Mirac Bahri’ni (bölümünü) Isfahan makamından okudum. “
“Aç şu radyoyu bakalım, dedi. ….
Nihavend faslını müteakip iki bayan solo olarak şarkılar okumakta idiler. Şarkıya başka sesler ve öksürükler girdi. Atatürk bu hali görünce, “Mikrofon başında bu ne rezalet efendim” diye radyoyu kapattı. Radyo Evi’nden Kemani Reşad Bey’i gönderdiler. Reşad Bey’e sordu: Nedir bu rezalet? Ayıp değil mi? Bütün dünya dinliyor…”
“Atatürk yine bir musiki bahsi açtı. uzun uzadıya bu mevzuda konuştu. ‘Herkes aynı kanaatde, musikiye karşı alakalanarak nimetinden faydalanmasını ister. Türk Musikisi sanayi-i nefisedendir (Güzel Sanatlardandır). Bilhassa üstad elinde layık olduğu mevki’i bulmuştur’ Atatürk, bilhassa Türk Musikisinin ehil ellerde yükselmesini ve zamana uygun olarak gelişmesini isterdi.”
Bir Ramazan ayında, “Atatürk, bu istidad (üstad-yetenek) hocalarımdan sanki kendi feyz almış gibi hepsini takdirle yâd ederek; “Ruhları şad olsun, emekleri boşa gitmemiş. Şimdi böyleleri nerede?” diye musikimizin istidasız kalmak tehlikesine maruz bulunduğuna işaret ederek buna bir çare bulunmasını düşündüğünü ihsas (duyurdu) etti.”
Belki bir gün…
Belki bir gün yine Nedim ve Fuzuli bilen,
Türk Müziğinin usulünü, makamını, gazelini, şarkısını bilen bir liderimiz olur.
Belki…
Sanat ve piyasa denilen arasında, siyaset araç olarak SANATı seçen,
Eğlenceyi merkezlemeyen,
Dinlenceyi ve düşünceyi baskın kılmaya çalışan,
Toplumun her değerine sıkı sıkıya sahip çıkan,
Daha ileriye taşımak için çaba gösteren,
İlmek ilmek, sanat ile ülkesini sarmaya çalışan bir liderimiz olur.
Kim bilir belki…
Ama belki de önce o halk olmak gerekir ki o lider çıksın.
Ne dersiniz?