Zanka

Talha Barış Yapıcı

Twitter Instagram


Talha Barış Yapıcı

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kısa sürede iki büyük harp görmüş nesillerin yaşadığı yıkımı şüphesiz devletler de hissetmişti.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesi devletlerde iktisadi, sosyal, siyasal her bakımdan komple bir yenileşmeye geçiş yaptığını söyleyebiliriz. Küresel güçler ve dengeler de bu etkenlerle birlikte farklı milletlerin eline geçmiş oldu.

İkinci Dünya Savaşının sonuçlanmasından sonra ABD ve Sovyet Rusya’nın iki süper güç haline geldiği yeni bir sistem meydana geldi. Bu dönemde ülkeler savaştan olumsuz etkilenmiş, ekonomiler çökmüş, eski düzen yerle bir olmuştu. Bu bağlamda, ABD’nin savaşın yıkımının etkilerini hafifletmek adına ülkelere ekonomik ve mali çerçevede yapacağı yardımlar, ülkeler için çok önemli hale gelmişti. Türkiye de bu yardımlara savaş sırasında tarafsız kalsa da ihtiyacı olan ülkelerden biriydi. Savaşın bitimiyle özellikle Rusya tarafından ciddi baskılarla karşılaşmıştı.

Türkiye, Rusya’nın öncesinden de bildiği ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditleri sebebiyle güvenliği konusunda endişelenmiş ve yüzünü ABD’ye çevirmek durumunda kalmıştır. Bu süreçte Türk iç politikası dünyada meydana gelen her türlü değişimden etkilenmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’de çok partili seçim sistemi daha etkin uygulanmaya başlanmıştır. 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti iktidar olmuştur. Bu dönemde ekonomik politikalarda değişikliklere gidilmiş, vergi temelli ve devletçi ekonomik politikalardan liberal ve serbest piyasa savunucusu bir ekonomik politikaya geçiş yapılmış, özel sektör öncülüğünde sanayileşmeye ve tarım sektörüne önem verilmiştir. Dış̧ ekonomik ilişkilerde de liberal bir tavır sergilenmiştir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasına rağmen, savaşın getirdiği olumsuzlukları özellikle ekonomik anlamda derinden hissetmiştir. Bu dönemde enflasyon yükselmiş, üretim kapasitesi azalmış, hayat pahalılığı artmış ve bu durum özellikle işçileri etkilemiştir. Bu dönemin ekonomik ve sosyal politikalarında güdülen temel amaç, refahı artırmak, ekonomide hızlı büyüme sağlamak ve ekonomi ile sosyal hayatı dengede tutmak olmuştur.

O yıllarda köylü nüfusunun fazla olması, Demokrat Partiyi köylülere üretim aracı ve kredi sağlama, kullanılmayan devlet topraklarını dağıtma gibi adımlar atmaya itmiştir.

Özellikle 1950-1954 yılları arasında Demokrat Parti, köylü kesimin desteğini ve güvenini kazanmıştır. Bu yıllar Menderes iktidarı için, ekonomik anlamda oldukça verimli yıllardır. Marshall Planı çerçevesinde Demokrat Parti, tarımın gelişmesi adına, makineleşmeye özel olarak önem vermiş, köylünün ürettiği ürünün pazara daha çabuk ve kolay yollardan ulaşabilmesi için yollar yapmıştır. Ancak Demokrat Parti iktidarı bütün bu yatırımları sağlayabilmek ve tarımda modernleşmeye gidebilmek için, ABD’den ciddi miktarda borç almıştır. 1950’lerin sonlarında dış ticaret açıkları, ekonomideki düşüş ve bozulma ortaya çıkmıştır. Sonrasında, ithalat oranının ihracattan oldukça fazla olması, tarım ürünlerinin eskisi kadar değer görmemesi, enflasyon oranlarının yükselmesi hükümeti sürekli bir dış borçlanmaya itmiştir. Menderes hükümeti kredinin ve borçlanmanın, bir ülkenin kalkınmasında ve gelişme sağlamasında büyük rol oynadığına inanmış olduğu için bu borçları almaktan geri durmamıştır. Yine de bütün bunlar, hükümetin 1958 yılında ‘’Stabilizasyon Paketi’’ ismini verdiği bir istikrar programı oluşturmaya mecbur kılmıştır. Bu programın uygulanmasının ardından, ihracat artmış, ülke ekonomisi düzelmeye başlamıştır. Sonuç olarak Demokrat Parti döneminin ikinci kısmında, ülke ekonomisinde sorunlar yaşanmış ve özellikle dış borçlanma artmıştır. Ülke ithalata bağımlı hale gelmiş, bu da ekonomik bunalıma sebebiyet vermiştir.

Peki borçtan korkulur mu? Veya Korkulmalı mıdır? Bu soruların göreceli bir cevabı olacaktır elbet. Risk alması gereken, özellikle ekonomisini büyütmek arzusunda olan ve alınan borçları düşük faizle uzun vadede ödeyebileceğine inanan istikrarlı devletler için hayır, borçtan korkulmamalı ve iç piyasanın hareketlenmesi adına yatırımlar yapılmalıdır. Ancak istikrarsız ve değişken ekonomisi, siyasal durumu olan devletlerin borç almaktan çekinmemeleri onları sonu belirsiz bir girdaba doğru sürükleyebilir. Her iki ihtimalde de risk teşkil eden borç meselesi tıpkı iktisadın diğer alanlarında olduğu gibi bazı öngörülebilir ipuçları içermektedir. Bu ipuçlarını iyi okuyabilen ekonomist parasını, siyasetçi ise nüfuzunu ve ülkesinin refah düzeyini arttırır.

 

ARMAOĞLU, Fahir. (1989), 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara, İş Bankası Kültür Yayınları

ORAN, Baskın, (2015), Türk Dış Politikası, İletişim Yayınları



Bu içeriğe emoji ile tepki ver