Bu yazı, Prof. Dr. Necmettin Alkan’ın “Tarihin Çağlara Ayrılmasında “Üçlü Sistem ve Avrupa Merkezci” Tarih Kurgusu” makalesinin özetini ve değerlendirmesini içermektedir.
Makale, dünyanın birçok yerinde tarih anlatımında kullanılan “üçlü sistemin” büyük bölümünün Hıristiyan dünyası tarafından oluşturulduğundan ve bunun dünya tarihini gerçek manasında ve açıklığında anlatma açısından sığ kalmasından bahsetmekte ve bu durumu eleştirmekte. Tarihin zaman, mekân ve insan üçgeninde ele alındığından, gerçekleşen olayların yorumlayan kesimlere bağlı olarak değişik açılardan anlatıldığından söz edilmekte. Temelde tarih safhalarının Eskiçağ, Yeniçağ, Orta çağ olarak üç ayrı başlıkta tarihin akışının anlatılmasının bir “fikr-i sabit” haline gelmesinden ve bu kurgunun batı toplumu tarafından dünyaya dayatıldığı iddia edilmektedir.
Makalede üçlü sistemin Türk tarihçileri tarafından pek önemsenmediğinden de yakınılmaktadır. Türk tarih yazımında önemli isimlerin metod kitaplarında üçlü sisteme yer verilmediği söylenmiştir. Mevzu bahis kitapların birçok eksik barındırdığından yakınılmaktadır.
Benim de daha önce hem tarihi kurgu romanı olan “Ölüm Daha Güzeldi” ve Doğu-Batı medeniyetlerinin karşılaştırmasını yaptığı “Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği” kitaplarını beğenerek okuduğum Mehmed Niyazi’nin tarihin çağlara ayrılma meselesine daha önce dikkat çektiğinden, bununla beraber İbrahim Kafesoğlu’nun da bu konuya yüzeysel şekilde değindiğinden bahsetmektedir. Tarihin “zaman” olgusunu betimlemedeki Dairevi ve Çizgisel süreçlerinde olayların devinimli olarak yenilenerek ve tekrar ederek yaşandığı ile başlangıçtan itibaren aynısı birebir yaşanmayacak şekilde düz bir çizgi gibi devam ettiği görüşleri anlatılmıştır. Tarihin çağlara göre ayrılması ana mesele olsa da “Yatay, Dikey ve İdeolojik Bölme” sınıflandırmalarından da bahsedilmiştir. Üçlü sistemin Avrupalı tarihçiler ve teologlar tarafından sınıflandırılması tekraren eleştirilmiş; bu sınıflandırmayı zannediyorum milletler için sığ bulmuş ve sınıflandırmaları özellikle Doğu ülkeleri özelinde her milletin veya bölgenin kendi yazması görüşünü, Avrupa’ya ve Avrupalıya tabi olunmaması gerektiği görüşünü savunmuştur.
Sir Winston Churcill, tarih yazarı olmasa da yakın tarihin en büyük siyasi aktörlerinden biridir. Herkesçe bilinen şu sözünün bu konuda iyi bir referans olacağı kanaatindeyim: “History is written by the victors.” (Tarih kazananlar tarafından yazılır.)
Ulusal veya uluslararası tarih, tarih öğretimi her ne kadar objektif olmayı öğütlese de taraflı ve yanlı yazılmaktadır. Maksat bunu yanlış ya da doğru olarak değerlendirmek değil bu gerçeği kabullenmek, kabullendirmektir. Makalede atıf yapılan yazar Mehmed Niyazi’nin “Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği” kitabında, 15. Yy öncesi Doğu medeniyetinin Batı’ya nazaran daha ‘gelişmiş’ olduğu; sözgelimi o günün Semerkant’ının veya Bağdat’ının bugün en kapsamlı ilmi çalışmalarının yapıldığı Avrupa şehirleri emsali olduğundan bahsedilmektedir. O veya bu sebepten Doğu’nun Batı’ya zamanla mağlup olduğu da yine bir gerçektir. Bilimin ve gelişmenin yeni karar mercii ve sancaktarı Batı, ürettiği ürünün pazarlamasını da yine kendince yapacaktır. Üçlü sistemin veya Batı tarafından tasarlanmış ve global tarih öğretisine kabul ettirilmiş herhangi bir sınıflandırmanın dünyaya pazarlanması elbette ki Batılıların gözünden olacaktır. Bu duruma ters olarak milletlerin kendi tarihini de kendi sınıflandırmasını da yine kendilerinin yazmasının istenmesi de mutlaka gayet doğal bir istektir. Ancak tarih metodunda ayrıca bir yer ayrılması istenilen tarihin sınıflandırılmasına alternatif üretmek meselesinde; “Bizim meşhur tarihçilerimiz neden yerli ve milli bir sınıflandırma üretemedi?” hezeyanından öte dünyada ilime ve bilime katkı hususunda hangi aşamadayız ki literatüre etkimiz çok daha büyük olsun? Sorusunu sormak daha doğru olacaktır.
Bibliyografya:
Necmettin Alkan, Tarihin Çağlara Ayrılmasında “Üçlü Sistem ve Avrupa Merkezci” Tarih Kurgusu, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 2/9 (Güz 2009)