Bugün 12 Mart Mehmet Akif Ersoy’un “Allah Bu Vatana Bir Daha İstiklal Marşı Yazdırmasın.” Dediği gün… İstiklal savaşının arkasında kalan acı hayatlar, yarım kalan öyküler, bugünümüzü bugün yapan mücadelelerin zaferi… Asla tamamını bilmeyeceğimiz ama tamamını kalbimizde hissettiğimiz, kor gibi vatan aşkıyla yanan kalbimizi alevlendiren bir gün.
Yad etmemiz gereken isimler var bugün. Detaylara inmemiz gereken konular var.
Sizin için Tarihçi Akademisyen Dr. Galip Çağ ile röportaj yaptım.Hocam öncelikle bugün Mehmet Akif Ersoy’u sizden tekrardan tanıyalım istiyorum. Analım, unutmayalım ve unutturmayalım.
Elbette hakkında birçok akademik ve popüler düzeyde çalışma yapılan, birçok kitap yayınlanan bir tarihi şahsiyeti kısaca anlatmak zor. Yine de birkaç kelam etmek aziz hatırası için yerinde olacaktır. Öncelikle Akif bir Osmanlı vatandaşı olarak Meşruiyetin ilanından 3 sene evvel 1873’te İstanbul’da doğar. Lakin çocukluğunun ilk dönemleri babasının imamlık görevi yaptığı Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine denk gelince nüfus kaydı buraya yapılır. Annesi Buhara’dan Anadolu’ya göçen bir ailenin kızı, Babası Tahir Efendi ise Kosova, İpekli bir Arnavuttur.
Akif, Mülkiye İdadisi’ndeki eğitimini babasının ölümü ve dönemin büyük felaketi fatih Yangını sebebi ile bırakmak zorunda bırakınca Ziraat ve Baytar Mektebi’ne kaydoldu ve birincilikle bitirdi. Bu sırada Fransızcasını ilerletirken, Kuran’ı hıfz etti. İlk şiirlerini bu dönemde kaleme aldı.
1893-1913 yılları arasındaki memuriyeti sırasında Osmanlı topraklarında uzun seyahatler yaparak halk ile yakın ilişkiler kurdu. Yıkılışın eşiğindeki bir devletin durumunu yakinen izledi ve gözlemler de bulundu. Aslî vazifesini yerine getirirken edebiyat öğretmenliği de yaptı.
II. Meşrutiyet’in İlanı sırasında II. Abdülhamit’e güçlü bir muhalefet gösterdi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu, cemiyet içinde Arap edebiyatı dersleri verdi. Bu dönemde Sırat-ı Müstakim ve sonrasında Sebilü’r-Reşad’da yazıları yayınlandı ki nerede ise tüm eserleri bu dergide çıktı.
Balkan Savaşları hezimeti Akif’i derinden yaraladı ve büyük oranda kaçınılmaz sonu gördü. 1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne üye oldu ve burada Recâizade Mahmud Ekrem, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamid ve Cenab Şahabettin ile birlikte halkı memleket savunması konusunda aydınlattı. Özellikle Şubat 1913’de verdiği Bayezid ve Fatih Camii vaazları oldukça etkili oldu.
Çanakkale Zaferi haberini Teşkilat-ı Mahsusa görevlisi olarak bulunduğu Arabistan’da aldı ve Çanakkale Destanı’nı burada kaleme aldı.
Kurtuluş Savaşı’nın başlaması üzerine gittiği Balıkesir’de Zağanos Paşa Camii’nde verdiği destek vaazı (6 Şubat 1920) halkta büyük karşılık bulunca birçok hutbe verdi, konuşma yaptı. İstanbul’a geçtikten sonra Sebilü’r-Reşad Anadolu direnişi ile İstanbul arasındaki irtibat noktası oldu. Ama bir süre sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün daveti ile Ankara’ya gelerek kısa süre içerisinde Burdur mebusu oldu. Zabıtlarda Burdur Mebusu ve İslam Şairi olarak kaydedildi. Bu süreçte bilhassa Yunanlıların Ankara’ya yaklaşması üzerine merkezin Kayseri’ye taşınması hazırlıklarına yaptığı konuşmalar ile karşı çıktı. Sakarya’da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi.
İstiklal Marşı tam bu dönemde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’in yakın arkadaşı Hasan Basri (Çantay) Bey’e ricası ve onun da Akif’i iknası ile yazıldı.
İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem nasıl bir dönemdi?
Kurtuluş Savaşı’nın başlaması üzerine gittiği Balıkesir’de Zağanos Paşa Camii’nde verdiği destek vaazı (6 Şubat 1920) halkta büyük karşılık bulunca birçok hutbe verdi, konuşma yaptı. İstanbul’a geçtikten sonra Sebilü’r-Reşad Anadolu direnişi ile İstanbul arasındaki irtibat noktası oldu. Ama bir süre sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün daveti ile Ankara’ya gelerek kısa süre içerisinde Burdur mebusu oldu. Zabıtlarda Burdur Mebusu ve İslam Şairi olarak kaydedildi. Bu süreçte bilhassa Yunanlıların Ankara’ya yaklaşması üzerine merkezin Kayseri’ye taşınması hazırlıklarına yaptığı konuşmalar ile karşı çıktı. Sakarya’da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi.
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla, savaş ortasında kendi bağımsız hükûmetimizi kurmuştuk zaten. Bu noktada Dünya devletleri arasında bağımsız bir hükûmet olmanın gereklerinden biri de millî marştır zaten. Millî hükûmetin kurulduğu sıralarda başka devletlerle elçilik düzeyinde resmî temaslar, gidip gelmeler olmasa da nasıl olsa bu marşa ihtiyaç duyulacaktı, ki öyle de oldu.
İstiklal Marşı tam bu dönemde dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey’in yakın arkadaşı Hasan Basri (Çantay) Bey’e ricası ve onun da Akif’i iknası ile yazıldı.
Yukarıda verdiğimiz bilgilerden anlaşılacağı üzere İstiklal Marşı’nın yazıldığı dönem Milli Mücadelenin en kritik dönemidir. Zira düzenli ordunun kurulması sonrasında yaşanan iç sıkıntılar ve akabinde Yunan birliklerinin Ankara’ya doğru hareketlenmesi ile İnönü Muharebelerine giden süreçte giderek zorlaşan şartlar ve Anadolu’da artan gerilim ciddi manada hissediliyordu. Meclis’te gerçekleşen hemen her toplantı büyük tartışmalara sebep oluyor, bir anlamda kurtuluş motivasyonu çok kırılgan bir düzlemde muhafaza ediliyordu. Ki olası bir yenilginin zaten kanının son damlasına kadar mücadele eden orduyu da sivil halkı da büyük oranda yıldıracağını herkes biliyordu. Nitekim Eskişehir Kütahya yenilgisi sonrasında Yunanlıların Sakarya boyuna ulaşması ve Ankara’ya oldukça yaklaşması ile başlayan tartışmalar herkesçe malum. İstiklal Marşı böyle bir kırılma anında çok önemli bir eksikliği giderirken başta ordunun akabinde de halkın ihtiyacı olan manevi desteği sağlamak noktasında büyük bir fayda sağlamıştır.
İstiklal Marşı, bir yarışma sonrası ortaya çıkıyor. Gelen birçok şiirin arasından seçiliyor. Bunu ayrıntılı olarak anlatır mısınız hocam?
İfade ettiğimiz üzere Anadolu topraklarında bir var oluş mücadelesi verilirken halka ve orduyu şevke getirecek, bozulan moralleri yeniden düzeltecek bir marşa ihtiyaç duyulunca 1920 yılı sonlarında Garp (Batı) Cephesi kurmay başkanı İsmet Bey (Paşa), Maarif vekili (Millî Eğitim bakanı) Dr. Rıza Nur’a askerlerimizi millî heyecanla coşturacak Fransızların millî marşına (Marseyyez) benzer bir millî marş yazılması zaruretinden bahseder. Bu konuda anlaşırlar. Rıza Nur, İsmet Beyi bu konuyla ilgili olarak Orta Öğretim Müdürü Kazım Nami (Duru)’ye gönderir.
İsmet Bey, Kazım Nami’ye: “Beni size Dr. Rıza Nur Bey gönderdi. Orduca karar verdik, bir istiklal marşı istiyoruz. Bunun güftesini, bestesini ayrı ayrı müsabakaya (yarışmaya) korsunuz. Her birini kazanana beşer yüz lira vereceğiz.” der. Kazım Nami de bu emir doğrultusunda yarışma işini düzene koymaya çalışır. Rıza Nur, 1 Aralık 1920’de bir görevle Moskova’ya gönderilince onun yerine Millî Eğitim Bakanlığına Hamdullah Suphi getirilir.
25 Ekim 1920 tarihinde Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde bir ilan yayınlanır. Buna göre Umur-ı Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından milletimizin iç ve dış düşmanlarla girmiş olduğu istiklal mücadelesini ifade ve terennüm etmek üzere bir istiklal marşı yarışması açıldığı belirtilir. Yarışmayı kazanacak eserin güfte ve bestesi için beşer yüz lira ödül konmuştur. Bu yarışma konusunda bilgi verilmek üzere şairlere mektup, okullara da genelge gönderilmiştir.
Yarışma için belirlenen son katılım tarihi 23 Aralık 1920’dir. Bu tarihe kadar yarışmaya 700’den fazla eser katılır. O vakit Ankara’da bulunan Mehmet Âkif, para ödülü konduğu için yarışmaya katılmaz. Gelen metinleri beğenmeyen Maarif Vekili Hamdullah Suphi, çok güzel, etkili ve kaliteli bir marş ortaya çıkması için Âkif’in mutlaka yarışmaya katılmasını ister ve 5 Şubat 1921 tarihli bir mektup yazarak onu marş yazmaya ikna etmeye çalışır. Para ödülü meselesini de Âkif’in istediği tarzda halledecekleri söylenir. Hamdullah Suphi’nin bu mektubunun sadeleşmiş hali şöyledir: “Pek aziz ve muhterem efendim, İstiklâl Marşı için açılan yarışmaya katılmamanızdaki sebebin giderilmesi için pek çok tedbirler vardır. Amacımıza ulaşmamız için yüce üstat kişiliğinizin istenen şiiri yazması, son çare olarak kalmıştır. Asaletli endişenizin gerektirdiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu etkili telkin ve heyecanlandırma vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar ederim efendim.” Hem Hamdullah Suphi’nin ricası hem de Balıkesir milletvekili Hasan Basri Çantay’ın iknası sonucu Âkif, marşı yazmaya karar verir.
Âkif, marşın bazı kısımlarını Tacettin Dergâhı’nda kendinden geçmiş dalgın hâllerde, gece uyku aralarında, bazı kısımlarını da Mecliste meclis görüşmeleri sırasında, bazı kısımlarını Hâkimiyet-i Milliyye gazetesi idarehanesinde yazar. 7 Şubat 1921 tarihinde yazılması tamamlanan Marş, ilk olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmetinin resmî gazetesi olan Ceride-i Resmiyye’nin 12 Mart 1337 tarihli 7. sayısında yayımlanır.
Yarışmaya katılan eserler Maarif Vekâleti’ne gelir. Orada seçilen 7 şiir meclise sunulur ve Meclisin bunlardan birini seçmesi istenir. İstiklal Marşı konusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 26 Şubat 1921 ve 1 Mart 1921 tarihlerinde görüşülür. Hamdullah Suphi, mecliste Âkif’in şiirini 12 Mart 1921 tarihli meclis görüşmesinde okur. Milletvekilleri hararetle alkışlarlar. Meclis, İstiklal Marşı’nın nasıl seçilmesi gerektiği üzerinde tartışır. Bir kısmı marşı meclisin seçmesini, kimi de özel bir komisyon tarafından seçilmesini ister. Tartışmalar sonunda Atatürk’ün reisi olduğu meclis, Âkif’in şiirini büyük bir oy çoğunluğuyla Türk İstiklal Marşı olarak kabul eder.
Mehmet Akif Ersoy yarışmayı kazanıyor. Ancak parayı Dar’ül Mesai vakfına bağışlıyor. Bu konuda ayrıntılı bilgi alabilir miyiz?
Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai(İşevi) vakfına bağışlar. Kaldı ki o dönemde maddi olarak oldukça kötü durumdadır. Neredeyse üzerine bir giysi alamayacak durumdadır hatta. Ödülü almamakla birlikte, Marşı kitabı Safahat’a da almaz. Ona bu şiir artık milletindir, onun değil.
17 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Tebberru: Burdur mebusu, şairi muhterem Mehmet Âkif Beyefendi’nin Büyük Millet Meclisin de kabul edilen İstiklâl Marşı için mahsus beş yüz lira mükâfatı nakdîyeyi, müşarünileyh fakir İslam kadın ve çocuklarına iş öğreterek sefaletlerine nihayet vermek emeliyle teşekkür eden Dârülmesâî menfaatine hedeye eylemiştir.”
Mehmet Akif Ersoy “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” derken hangi duygulardan hangi zorluklardan ve hangi acılardan bahsediyor hocam? Özellikle bunları nesilden nesile neden aktarmamız gerekiyor.
İstiklal Marşı bir milletin yaşam mücadelesi verdiği, neredeyse tüm dünyanın yıkılmasını beklediği dönemde kaleme alınmış, vecd ürünü eserdir. Alelade bir dönemde ortaya çıkamayacak bir his yoğunluğunun ürünüdür. Akif nerede ise 30 yıllık bir dönemde tüm Osmanlı toprağında yaptığı seyahat ve gözlemler ile memleketin ahvalini analiz etmiş ve mukadder yıkımın derecesini büyük oranda belirlemişti. Onun Milli Mücadele’nin hemen başında aldığı pozisyon ve sahip olduğu güçlü inancın en açık izahı bu ön tespitlerdir. Ama elbette bir gerçek var ki o da bu marşın bir karanlık dönemde yazılmış olduğudur. Dolayısı ile Akif bir daha böyle bir dönemin yaşanmamasını diler bu sözlerle. Ki İstiklal Marşı’nın kendi kadar yazıldığı dönem şartlarının bilinmesi ve nesillere aktarılması bu manada çok önemlidir.
Osman Zeki Üngör İstiklal Marşımızın günümüzde kullandığımız besteleyici. İlk besteleyicisi ise Ali Rıfat Çağatay. Bu noktaya da değinmeden geçmek olmaz. Osman Zeki Üngör ile ilgili en temel olarak neyi bilmeliyiz?
Osman Zeki Bey’in İstiklal Marşı’nın bestecisi olması tesadüfi değildir. Osmanlı sarayında yetiştirilen ilk Türk kemancısıdır. Buna bağlı olarak birçok klasik batı müziği bestecisinin keman konçertolarını Türkiye'de çalan ilk Türk kemancıdır. Osmanlı saray orkestrasını yönetmiş; orkestranın ilk defa İstanbul’da halka açık konserler vermesini ve Cumhuriyetin ilanından sonra yeni başkent Ankara'daki ilk senfonik konserlerin gerçekleşmesini sağlamıştır. Dedesi, Osmanlı Devleti'nin saray orkestrası olan Mızıka-yı Hûmayun bünyesinde "Fasl'ı Cedid"'i (batı enstrümanlarını da içeren fasıl topluluğu) tertip eden Santuri Hilmi Bey’dir. Dolayısı ile 3. Kuşak bir saraylı ve sanatkârdır.
İstikal Marşı’nın ruhunu nasıl tanımlarsınız?
Yazılış hikâyesinin bilmeseniz dahi İstiklal Marşı’nın çok büyük bir vecd hali ile kaleme alındığını anlamak zor değil. Konuya dair incelemeler yapan birçok bilim adamı da hemfikirdir ki İstiklal Marşı edebi gücü ve verdiği his ile muhtemelen Dünya üzerinde kaleme alınıp okunan en güçlü marştır. Bunun birçok sebebi var elbette ama bence en baskın sebep Akif’in bu marşı olayların göbeğinde ve her şeyi görerek yazmasıdır. İstiklal Marşı bu manada milli mücadelenin hikâyesidir. Tam bir an resmidir. Bir vazife ile değil tamamen bir iç döküş ile kaleme alınmıştır. Anadolu halkının işgallere verdiği tepkinin en isyankar halidir. Bir tarihi vesikadır.
Sizce İstiklal Marşına nasıl daha fazla sahip çıkarız? Bugünün gençliğine bir tarihçi olarak ne söylemek istersiniz?
Kendilik bilinci çok önemli bir yaşam gereği. Ve bu bilinç takdis edilen değil idrak edilen bir tarih bilgisi ile mümkün. Takdis kavramı bizleri çoğu zaman tarihi gerçeklikten ve biz olma fikrinde uzak tutuyor maalesef. Bu manada anlaşılması, sorgulanması ve dahi idrak edilemsi zor kutsallar yerine bizi var eden gerçekleri doğru bir tarih bilinci ile nesillere aktarmamız şart. Elbette gençlere düşen görevler de var ki bunun en önemli kısmı bireysel çaba ve kendine sahip çıkmak. Bilginin gücüne inanmak. Daima öğrenmek. Atatürk’ün geleceği emanet ettiği gençliğin niteliklerini asla unutmamak. Okumak, öğrenmek ve bilgiye uygun bir yaşama sahip olmak. İstiklal Marşı ismi ile müsemma olarak bağımsızlığımızın marşı. O vakit gençlerimizin, hür bir akıl ve bağımsız bir bilinç ile gelişime, değişime ve yeniliğe açık olması, bunu yaparken de bu ülkenin hangi zorluklarla bizlere bırakıldığını unutmaması gerekiyor sanırım.
Dr. GALİP ÇAĞ kimdir?
1979 yılında Adapazarı’nda doğdu. Aslen Makedonya, Kırçovalıdır. Adapazarı’nda, Hakkı Demir İlkokulu, Mithatpaşa Ortaokulu ve Arifiye Anadolu Öğretmen Lisesi’ni bitirdi. Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde lisans, Sakarya Üniversitesi’nde de yüksek lisans (Yeniçağ) ve doktora (Tarih Anabilim Dalı) eğitimlerini tamamladı. 217. Nolu Tapu Tahrir Defterine Göre Paşa Sancağı ve 16.-17. Yüzyıllarda Osmanlı Hâkimiyetinde Manastır (Bitola) başlıklı tezleri hazırladı. Sakarya, Çankırı Karatekin ve Gazi Üniversitelerinde bölüm başkanlığı ve anabilim dalı başkanlıkları yanında dekan yardımcılığı görevlerini yürüttü. Başta Balkanlar olmak üzere tarihin farklı alanlarına dair dersler verdi. Birçok makale ve 4 adet akademik kitap kaleme aldı. Halen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Yeniçağ Anabilim Dalı’nda lisans, yüksek lisans ve doktora aşamalarında dersler vermektedir. Evli ve bir çocuk babası olan Çağ, Ankara’da yaşamaktadır.
Dr. Galip Çağ’ın akademik çalışmalarının yanında [16. Yüzyılda Osmanlı İdaresinde Bir Rumeli Şehri Kırçova/Kicevo, İdari-İktisadi-Sosyal Durum (2020, Otorite Kitap), Nurettin Topçu’yu Anlamak, Izdırabın Dili(2020, Otorite Kitap), İbn Haldun Umranında Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu(2015, Lotus Yayınları), Uluslararası İlişkiler ve Tarih (2015, Lotus Yayınları), Avrupa’nın Ötekisi Balkanlar(2012, Çankırı Karatekin Üniversitesi Yayınları), Avrasya Paradoksu Beklentiler ve Endişeler(2013, Nobel Yayınları)] öyküleri ve inceleme yazıları Dergah, Hece Öykü, Yedi İklim, Dil ve Edebiyat, İtibar, Edebiyatist, Mahur Beste, Telmih, Ketebe Piyan, Butimar, Hayal Bilgisi, Serçe Edebiyat, Mahfel, Kurgan Edebiyat, Tahrir, Ayarsız, Arka Kapak, Bağlaç, Sandıkiçi, Balkan Türküsü, KarKarınca Kardeş, Arasta, Ahval, Kadran, Çakırdikeni dergilerinde yayımlandı.
Dr. Galip Çağ’ın“Komşu Kapısı (2014, Meserret Yayınları)”,“Kale Arkası (2015, Meserret Yayınları)” ve “Gidiyoruz Çocuk (2019, Kent Kitap)” isimleriyle 3 de öykü kitabı bulunmaktadır.
Zanka Medya Haber Sitesi Duygu Batu Bayrak