Sıkıntımı alıp çıktım sokaklara. Sıkıntımı satıp karşılığında güzel şeyler almak istiyorum. Hep böyle olur. Yalnızlıktan mı yoksa kafamın içindeki sesler yüzünden yalnız kalamadığımdan mı, bilmem. Ama hep böyle olur. Öğle vakti oldu mu bir sıkıntı gelir içime.
Kendimi sokaklara atma telaşı içinde bulurum. Uzun vakitler dolaşırım sokakların arasında. Kendime bir de oyun icat ettim. Garip bulduğum sokak isimlerini deftere not ederim. Sonra o sokağa neden o ismin koyulduğu ile ilgili bir güzel hikaye yaratırım. Akşam eve dönerken Berber Serkan'a uğrar, ona ve oradakilere hikayeyi bir güzel anlatırım. Her defasında şaşırırlar. Ya biliyorlar oyun oynadığımı ya da güzel hikayelere ihtiyaçları var. Bilmiyorum. Üstelik bugün garip bir sokak ismi de bulamadım. Sıkıntım geçmedi.
Sıkıntım geçmedi ya kavga edeyim ben de dedim. Ali'yi bulma umuduyla kahveye girdim. Ali oradaydı, çayını içiyordu. Çok severdim onu. Ateşli, hayata karşı heyecanlı bir çocuktu. Tek kusuru vardı Ali'nin. Hayatı sadece kitaplardan öğreniyordu. Yaşamayı cümlelere sıkıştırıyor, öyle yaşanacağını sanıyordu. Sırtı dönüktü, görmedi beni. Çayını yudumladı hızlıca. Önünde iki kitap vardı yine.
- Bugün yine çok aydınsın Ali diye seslendim alaycı bir ses tonuyla. Döndü, uzun uzun baktı bana. Kavgaya girişsem mi yoksa hiç uğraşmasam mı diye düşündüğü belliydi.
- Aman be İsa ağabey, uğraşma yine benimle.
- Neyin var, anlat bakalım.
- Yok bir şey ağabey, öyle sıkkınım işte.
- Yine bir şey olmadı değil mi? Ne yaptın bugün Ali? Camus mu okudun? Yok, yok. Peyami Safa'nın işi bu, belli. Bana bak Ali, senin bu sözde bunalımların benim canımı sıkıyor!
- Sen hiç anlamıyorsun beni İsa ağabey. Nereden biliyorsun ki? Hem ne yapmam lazım sana acılarımı kanıtlayabilmem için?
- Sen asansörle üst katlara çıkarken geçilen katlar gibisin Ali! Düşüyor gibi görünüyorsun ama yükselen bizleriz. Üstelik acılarla yükseliyoruz. Hem sen nasıl olur da saçma sapan acılarını kızını kaybeden bir babanın ya da kürkü için avlanan hayvanın acılarıyla bir tutarsın?
- Aman be ağabey!
- Haydi karşılıklı birer kahve içelim Ali.
Kahveleri içtik, içtik ama satamadım yine sıkıntımı. Ali'ye de bir sürü şey söyledim sırf onu kızdırmak için. Sıkıntıma sıkıntı ekledim. Attım tekrar kendimi sokaklara. Hem yürüdüm hem düşündüm. Kedilere baktım, kimi bir parça ciğer peşinde, kimisi uzanmış uyuyor. Bir çift kumru yuvalarını yapıyor. Bir diğer kuş eşini arıyor. Bir ağaç kesiliyor ileride. Hep bir telaş. Ağaca üzülüyorum. Bir başkası ağacı kesen adama üzülüyor. Bu sıcakta çalışılır mı! Biz bunları yaşıyoruz bir sokakta. Başka bir sokak başka bir ülkede. O ülkede açlık var. Açlık ormanda da var. Orman başka bir ülkede. Başka bir ülkede orman yanıyor. Bir kadın akşamüstü kahvesini yudumlarken, o ormana üzülüyor. Ben ağaca üzülüyorum. Berber Serkan ağacı kesen adama. O adam kime üzülüyor?
Hep telaşlarımız var. Telaşlarımızın arasında hep başkalarına üzülüyoruz, günün sonundaysa, yalnız kendimize ağlıyoruz.
Eve dönüyorum. Sıkıntımı satamadım. Kendime güzel şeyler alamadım. Oyunlarım tükendi. Olsun diyorum. Ali yine de güzel çocuk.