Mevcut Kur’an meallerin bir çoğuna göre Kur’an’da ‘sağcılar’ ve ‘solcular’ vardır.
Bu anlayışa göre Kur’an’da adı geçen ‘sağcılar’, o bildiğimiz sağcılar; muhafazakâr, milliyetçi, mukaddesatçılar olup ‘cennete’ girecekler, ‘solcular’ da o bildiğimiz sosyalistler, komünistler, anarşistler vs. olup cehennemi boylayacak olanlardır.
Gördüğü bildiği her ‘sağcı’ya cennetlik, her ‘solcu’ya da cehennemlik gözüyle bakan ‘kurtulmuşluk vehmi’ içinde bir yaklaşım…
Kur’an’da geçen ‘ashâbu’l-meymene’ veya ‘utiye kitabehu yemin’ tabirlerini sağ ehli/ sağın adamları/ kitabı sağından verilenler/sağcılar, ‘ashâbu’l-meş’eme’, ‘utiye kitabehu şimal’ gibi tabirleri de sol ehli/solun adamları/ kitabı solundan verilenler/ solcular diye çeviriyor ve bugünkü sağ-sol tabirlerinin kastedildiğini anlayarak, tanıdığı solcu birine “cehennemliksin” diye yaftayı basıveriyor. Kendisi gayet rahat ve asayiş berkemal (!).
Yapılan bir araştırmada Türkiye’de Kur’an’da en çok okunan surelerin Yasin, Mülk ve Vakıa vb. sureler olduğu ortayı çıkmış. Kur’an’ı neden okuduklarıyla ilgili bir soruya verilen cevap ise işin vehametini gözler önüne seriyor: % 88 ölmüş anne babasının ruhuna göndermek için… % 8 ‘benim de anne babamama okusana’ dendiğinde… % 2 de ‘41 Yasin sırasında bana düşeni okurken’… demiş. Anlamak için okuyanların oranı % 1. Sadece yazıyla yüzde ‘bir’.
“% 99’u Müslüman olan ülkemizde…” diye konuşmaya bayıldığımıza göre, o % 1’de kesin gayr-i Müslimlerdir. Çünkü gayr-i Müslim ölüsüne okursa Kur’an değil; İncil, Tevrat vs. okur. Kur’an’ı okursa ne diyor diye okur, % 1 de onlar yani.
Bu gayet acıklı ve hazin durumdan başka ne çıkar?
Halbuki ölülerinin arkasından okuduğu o surelerde geçen sağ, sol tabirleri üzerinde 15 dk. düşünse ne olduğunu anlayacak.
Şu halde Kur’an’da gerçekten sağcı-solcu diye tabirler geçiyor mu?
Geçiyorsa ne anlamda kullanıyor, bunların geçtiği yerler neresi?
Buyurun…
***
Nüzul sırasına göre aktarıyorum.
İlki Beled suresinde:
[Bilir misin, nedir zor olan? (12).Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak (13).Açlık gününde doyurmak (14). Garip bir öksüzü (15). Yahut yerde sürünen bir yoksulu (16). Sonra iman edenlerden/güvenenlerden olmak, sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmak… İşte ‘ashâb-ı meymene’ bunlardır (17).Kâfirlik edenler ise ‘ashâb-ı meş’eme’ olanlardır. (18). Onların, ateşe atılıp üzerlerine kilit vurulacak! (19).]
Görüldüğü gibi ayet bağlamında ‘ashâb-ı meymene’ köleleri özgürleştirenler, açlık gününde garipleri, öksüzleri doyuranlar, yerde sürünen yoksulu ayağa kaydıranlar, güvenip dayanışma içine girenler, acıları paylaşanlar (sabrı tavsiye), birbirine sevgiyle ve merhametle davrananlar (merhameti tavsiye) demek oluyor.
Ayette geçen ‘meymene’ kelimesinin, günümüzde politik bir kavram olarak kullanılan ‘sağcılık’ ile alakası yok.
Meymene yön işareti olarak sağ tarafta olan demek, “Yemen” de o kökten. Çünkü Yemen Kabe’ye batıdan yöneldiğinizde sağ/güney tarafta kalıyor. Keza Kabe’nin doğuya bakan tarafında iki tepe bulunur. Güneyindekine Safa tepesi denirdi. Daru’l-Erkam’ın evi de güneydeki Safa tepesindeydi. Peygamberimiz Mekke’nin ilk yıllarında arkadaşları ile orada toplanırdı. Aynı şekilde yemen Y-M-N kökünden gelir, bolluk, bereket demektir. E-M-N şeklinde söylenişi ile, iman/güven manası kazanır.
Şu halde ‘âshab-ı meymene’ coğrafi olarak güney/sağ tepedeki evde toplananlar, etimolojik olarak Allah’a ve birbirine güvenenler, onun için biriktirmeye/toplamaya gerek duymayanlar, böylece bereketi/iyiliği yayanlar anlamındadır.
Ayetin sonunda geçen ‘ashab-ı meş’eme” ise yukarıda geçenlerin tam tersini yapanlardır: Köle sahipleri, öksüzü, yetimi, yoksulu görmeyenler, vermeyenler, kendine saklayanlar. Bunlardan dolayı aça, yetime ve yoksula uğursuzluk getirenler, şehre/ülkeye kabus gibi çöküp her türden uğursuzluğun/kıtlığın/eşitsizliğin/adaletsizliğin/ bereketsizliğin kaynağı olanlar…
Ayette köleleri özgürleştirmenin, açları/garipleri doyurmanın, yerde sürünen yoksulu kaldırmanın “iman”dan önce geldiğine dikkat ediniz.
***
İkincisi Hakka suresinde
“İşte o zaman kitabı sağından verilen haykıracak: “Gelin bakın kitabıma!(19). Zaten bir gün kitabımın böyle önüme konacağını biliyordum.” (20). Artık böyle olan mutlu bir hayat sürecek (21). Muhteşem bahçeler içinde (22). Her yanından meyveler sarkacak (23). Onlara, “Dünyadayken yaptıklarınızın karşılığı olarak yiyin, için, afiyet olsun.” denilecek (24).
Kitabı solundan verilene gelince; “Eyvah, ben bittim! Keşke kitabımı hiç görmeseydim (25). Hesabımın ne olduğunu öğrenmeseydim (26). Ne olurdu o ölümle iş bitseydi (27). Malım bir işe yaramadı (28 ). Saltanatım yer ile yeksan oldu!” diyecek (29). Ve bir ses; “Tutun onu, bağlayın (30). Atın cehenneme (31). Sıkı sıkıya zincirleyin, atın gitsin!” diyecek (32 ). Çünkü o, yüce Allah’a inanmıyordu (33). Yoksulu doyurmaya teşvik etmiyordu (34). Bugün de burada ona sahip çıkacak kimse olmayacak (35). İğrenç yiyeceklerden başka bir şey de verilmeyecek (36). Ki onu günahkârlardan başka kimse yemez” (37).
Görüldügü gibi ayette geçen ‘kitabı sağından verilenler’in sevinçli ve mutlu olacağı, ve bütün bunların dünyada (geçmiş günlerde) yaptıklarının karşılığı olduğu söyleniyor. Geçmiş günlerde yaptıklarının ne olduğu ise bir önceki Beled suresinde açıklanmıştı.
Kitabı solundan (şimal) verilenlere gelince bunların “mal ve saltanat sahipleri” olduğunu görüyoruz. Onlar “Malım bir işe yaramadı, saltanatım yok oldu” diyecek olanlardır. Ayete göre yine onlar “Allah’a inanmayan/yoksulu doyurmaya teşvik etmeyenlerdir.”
Müşriklerin Allah’a inandığı bilindiğine göre bu kime karşı söyleniyor? Allah’a inandığı halde yoksula bigane kalanlara! Kur’an’a gore ‘yoksulu doyurmaya teşvik’ etmeyenin başta namaz olmak üzere din namına yaptıkları (salât) boş, Allah’a inanma iddiası da geçersizdir. Yoksulla bağını koparan Allahsız, imansız ve namazsızdır!
Keza “şimal” kelimesi yön olarak kuzey/sol demektir. Çünkü o devirde Kabe’nin kuzeyinde/solunda müşriklerin toplandığı Daru’n-Nedve bulunurdu. Sonraları burası Emevî ve Abbasî ‘sultanlarının’ ikametgahı olarak kullanılmıştı. Şu an müezzin mahfili olarak kullanılıyor. (DİB, c.8, s. 555-556).
“Şimal” kelime kökü olarak da Ş-M-L kökünden gelir: Teşmîl, şumûl, şâmil… Türkçe’de de kullanırız: Alemşumûl, cihanşumûl, teşmil etmek, şumulluce açıklamak, her şeye şâmil olmak…
Şimâl sözlükte kapsamak, içine almak, hepsini kendine ait kılmak, tümüyle, etraflıca… manasına geliyor. Kur’an’da geçen toplamak (C-M-A), biriktirmek (K-N-Z), kubbe yapmak (K-B-B), çoğaltmak (K-S-R) kökleriyle aynı çağrışıma sahiptir.
Şu halde ‘ashabu’l- şimal’ toplayanlar, biriktirinler, kendine kubbe yapanlar, mallarını ve saltanatlarını çoğaltma/artırma yarışına girenler, bunun için Kabe’nin solundaki/kuzeyindeki Daru’n-Nedve’de toplanan şehrin zenginlikten şımarmış ileri gelenleri, mal ve saltanat sahipleri demektir.
Nitekim bunun böyle olduğunu sonraki ayette daha açık göreceksiniz.
***
Üçüncüsü Vakıa suresinde:
‘Ashâbu’ş-şimâl’… Nedir ‘ashâbu’ş-şimâl’?(41). İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su (42). Kapkara boğucu bir duman (43). Ne serinletir ne rahatlatır (44). Çünkü onlar bundan once zenginliğin şımarttığı kimseler/mutrefîn idi (45). Büyük günahta ısrar ediyorlardı’ (46).
Görüldüğü gibi ayette geçen ‘ashâbu’-şimal’ın kelime manası kuzeydekiler/sol taraftakiler demek oluyor. Bunun ne demek olduğunu yukarıda açıklamıştık. Etimolojik olarak da kendilerini şehre ‘teşmil’ etmek isteyenler, her şeye ‘şamil’ olmak isteyenler, cihanşumul/kentşumul olmak isteyenler yani mal ve saltanat bakımından her şeyi kendilerine ait kılmak isteyenler, bunun için de toplayıp biriktirerek herkese hükmetmek isteyenler demek oluyor.
İşte bunlar zenginliğin şımarttığı kimseler/lüks içinde yaşayanlar (mutrefîn) idi. Ve bunlar büyük günahta ısrar ediyorlardı. Kur’an’da ‘büyük günah’ emeği sömürmek ve buradan mülk biriktirmek ve bununla lüks ve şatafat içinde yaşamakla ilgilidir. (bkz. “Büyük günah nedir?” başlıklı makalemiz).
Şu halde sağcı-solcu diye çevirilen bu tabirleri, hem tarihsel olduğu, hem de artık bugün kastedilen anlamları yansıtmadığı, tam tersi anlamı tersine çevirip çağın idrakine hitap edemediği için kullanmamak gerekir.
Bunların yerine örneğin ashab-ı meymene güvenenler, erdemliler, paylaşımcılar, iyiliği/bereketi yayanlar, ashab-ı şimal toplayıcılar, biriktiriciler, egemenler, ashab-ı meş’eme de uğursuz tecefiler, şer odakları vs. olarak çevirilebilir.
***
Kur’an’da sağcı-solcu diye çevirilen kelime ve tabirlerin geçtiği yerleri gördünüz. Toplam üç surede (Beled, Hakka , Vakıa) geçiyor.
Bunların günümüzün sağcı-solcu tabirleri ile hiçbir alakası yoktur. Olsa bile tam tersi manada kullanılıyor.
İdris Küçükömer’in “Aslında Türkiye’deki sağ sol, sol sağdır” demesi gibi bir durum var.
Kur’an’ın ‘soldakiler’ veya ‘kitabı solundan verilenler’ dediği; mal ve saltanat sahipleri, zenginliğin şımarttığı kimseler, lüks ve şatafat düşkünleri, köle sahipleri, öksüzü, yoksulu görmeyenler; tam tersi bunlara neden olanlardır.
Kur’an’ın ‘sağdakiler’ veya ‘kitabı sağından verilenler’ dediği; mal biriktirmeyenler, saltanata karşı çıkanlar, zenginlere itiraz edenler, lüks ve şatafata karşı çıkanlar, kölelerin özgürlüğünü savunanlar, öksüzün, yoksulun, yerde sürünenin, ezilenin davasını güdenlerdir.
***
Fransız Devrimi’nden sonra mecliste sağda oturanlar statükoyu savunanlar, solda oturanlar da satötükoya karşı çıkanlar olmuştu.
Mekke’de ise Kabe’nin solunda/kuzeyinde (Daru’n-Nedve) toplananlar statükocular, sağında/güneyinde (Daru’-l-Erkam) toplananlar statükoya karşı çıkanlar olmaktaydı.
Çağımızda sağcılık statükoculuk, solculuk ise statüko karşıtlığı ile bilinir.
Yani o devirde Ebu Cehil ve adamları coğrafi yön olarak solda/kuzeyde (şimal), siyasi ve sosyal davranış itibariyle ise sağda idiler.
Peygamberimiz ve arkadaşları ise coğrafi yön olarak sağda/güneyde (yemen), siyasi ve sosyal davranış itibariyle ise solda idiler. Pek tabiki coğrafi yön bugün için artık tarihsel, davranış ve tutumlar ise evrenseldir. O günde ve bugünde davranış ve tutum olarak nerede durulduğu önemlidir.
Günümüzdeki sağ-sol tabirlerini sokaktaki adamın algısıyla ele aldığımızda ve kabloları doğru bağladığımızda durum bundan ibarettir.
Kablo yumağı gibi iyice karışmış, yıpranmış, öznel anlamlar yüklenmiş bu tabirleri kullanmamak en iyisi. Nitekim “Yaşayan Kur’an” meal-tefsir çalışmamda sağ-sol tabirlerini hiç kullanmadım.
Fakat illa kulanacaksınız durum budur.
İnsanlara görünür manzarada ‘sağcı’ veya ‘solcu’ denmesine bakmayınız. Kur’an’ın ölçülerine göre bakınız: Mal, saltanat, köleler, garipler, öksüzler, yerde sürünenler ve yoksullar konusunda nerede durduğuna bakınız…