Aramice’de zenginlik anlamına gelen “mamon” sözcüğü, “para” ya da “para kazanma hırsı” demektir. Oradan Grekçe’ye telaffuzu değişmeden aynı anlamda geçmiş. Oradan da batı dillerine küçük değişiklerle yayılmış: İngilizce (money), Almanca (mammon), Fransızca (monnaie), İspanyolca (moneta) hep aynı kökten.
Aramice konuşan Hz. İsa’nın dilinde orijinal haliyle (mamon) kullanılmış: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de paraya (mamon) kulluk edemezsiniz!” (Matta: 6/24, Luka: 12/33-36, 16/13).
Aramice mamon kökünden gelen “menn” sözcüğü Kur’an’da aynı manayı çağrıştırır şekilde kullanılır: “Ve sizi bulutla gölgeledik, size kudret helvası (menn) ve bıldırcın (selva) gönderdik; “verdiğimiz güzel nimetlerden yiyiniz.” (Taha; 80). Fraxinus omus ağacının torba şeklinde ve içi sıvı dolu yerine yapılan kesiklerden çıkan kudret helvasının botanikteki ismi de aynı kökten; manna… Yiyen kişiye güç ve kudret verdiği için kökün anlamına uygun olarak manna denmiş…
Ayette İsrailoğullarına (ve onlar üzerinden bizlere) eski çağların ve özellikle de Mısır Firavunluğunda gücün ve kudretin sembolü olan “buzağı/boğa” (bakara) totemine yönelmemeleri, onunla ilişkilerini kesmeleri yani içlerindeki ona yönelik ihtirası söküp atmaları (buzağıyı/boğayı/ineği kesmeleri), bunun yerine Allah’ın doğal çevrede varolan nimetleri ile yetinmeleri, bitki köklerinin, kuş etlerinin zaten buna yeteceği, bu kadar para şehveti ve güç ihtirası içinde olmamaları öğütleniyor. Buradan Erich Fromm’un tabiri ile “sahip olmak” ile “olmak” arasındaki farkı da anlıyoruz.
Modern çağda para kazanma hırsının mabedi olan “borsa”nın sembolünün “boğa” olmasından da anlaşılacağı gibi Kur’an’da geçtiği şekliyle “bakara” (boğa/inek/öküz/buzağı) eski çağların mülk (iktidar, mal, para, zenginlik, güç) tanrısının sembolüydü. “İneği kesmek” veya “altından buzağı yapmak” gibi deyimler hep bununla ilgilidir. Onun için Hz. İsa aynı kandilin ışığından diyor ki: “Hem Allah’a hem Mamon’a kulluk edemezsiniz!” Birini kabul ediyorsanız diğerini ‘kesmeniz’ gerekir.
Keza para, altın, güç, kudret ve zenginlik hırsını ifade eden “menn” kelimesi, daha dördüncü surede (Müddesir, 6) Hz. Peygamber ile ilgili de kullanılır: “Servet yığma hayallerine kapılma.” (Ve la temnun testeksir). Yani “menn” talebinde bulunma, böyle bir ihtirasın içinde olma, çoğalma, biriktirme, yığma (tekâsür) beklentisi içinde peygamberlik (din söylemi) yasaktır!
**
Buradan, Kur’an’ın 23. sureye kadar putların ismini hiç anmayıp neden mülk meselesi üzerinde durarak, özellikle “şehre hakim 9 çeteye” (saydım tam 9 kişi ediyor) sarsıcı eleştiriler yönelttiğini daha bir anlıyoruz.
Bir taraftan peygamberine “menn” talebinde bulunmayı yasaklıyor, diger taraftan menn muhterislerini yani mamon’a tapanları şiddetle eleştiriyor: “Bana bırak doğarken yapayalnız olan o adamı… Zenginliğine zenginlik kattığım, etrafında dolanıp duran oğulları/adamları ile önüne alabildiğine geniş imkanlar serdiğim o adamı… Hala gözü doymuyor; ihtirasla verdiğimden daha fazlasını istiyor… Onu dimdik bir yokuşa süreceğim!” (Müddesir; 11-15).
Çünkü tarih boyunca “put” veya “totem” dediğiniz şey insanoğlunun tutku, dürtü ve ihtiraslarının dışavurumudur. Mesela Yunan tanrılarından “Afrodit” heykeli, aslında insanın “şehvet” dürtüsünün dışsallaşmış, heykel, totem veya put haline gelmiş şeklidir. Onun için aşk tanrıçası derler. Keza eski Mısır’da “boğa/bakara (Izıs ve Oziris) da böyledir. Sumer’deki İanna da böyledir. İnsanoğlundaki güç, kudret, şehvet ve zenginlik hırslarının dışavurumlarıdır. Araplardaki Lat, Menat ve Uzza da öyledir. Bunlar sonuç itibariyle taştan tahtadan bir takım heykellerdi. Şehre (Mekke’ye) hakim 9 çetenin “mülk hırsını” ifade etmekteydiler. Her ne kadar dışşallaşıp Kabe’nin içine, sağa sola heykel olarak dikilmişlerse de, esasında onları Ebu Cehil, Ebu Lehep, Velid bin Muğire gibi şehre hakim 9 çete elebaşısının (Yeda Ebu Lehep’in) içsel dünyalarında, tutku ve ihtiraslarında arayacaksınız. Önemli olan önce bunların yüreklerden sökülmesiydi. Çünkü insanı dışındaki değil; içindeki kirletir!
Hz. İsa’nın “İnsanı ağzından giren değil; ağzından çıkan kirletir” demesi gibi, put da insanı dışarıdan değil; içeriden yönetendir. Asıl put insanın içindedir; dıştaki taş ve tahtadan başka nedir ki? Hz. İsa der ki “Ruhta yoksul olanlara ne mutlu!” Yani ruhen açgözlülükten ve ihtiraslarından arınmış olanlara, içinden bunları söküp atmış olanlara ne mutlu!
Kur’an onun için işe buradan başlıyor.
Önce içteki putlara; mülk hırsına, para tutkusuna, zenginlik, altın ve mal ihtirasına yöneliyor. Asıl bunlar yıkılınca Mamon (para hırsı, güç tutkusu, bencillik) sökülmüş olacak, “Allah” (iyilik, merhamet, kardeşlik, paylaşım) kalplerde kök salmış olacaktır.
***
İşe buradan başlayan Kur’an’ın, 23 yıl boyunca insanoğlunu bu tutku ve ihtiraslardan kurtarmaya çalıştığını görüyoruz. Bunun için bir çok ayet geliyor, kıssalar anlatılıyor, örnekler (meseller) veriliyor, uyarılar yapılıyor.
Bunlardan birisi de “iki adam örneği” türünden örneklem (mesel) yöntemidir.
Aşağıda bunlardan iki fragman (parça/bölüm) okuyacaksınız.
İlk fragmanda Mamon’a kulluk edenle Allah’a kulluk eden “iki adam örneği” karşılaştırılır. Buradan, her ikisinin de temel özelliklerinin neler olduğu, bunları nasıl tanıyacağımız gösterilir.
İkinci fragmanda ise Mamon’u içinden söküp atmış ve Allah’a kabul etmiş “iki adam örneği” ne geçilir. Bunlar arasında da bir ayırım yapılır ve hangisinin makbul olduğu anlatılır.
***
(Birinci fragman)
Onlara iki adam örneğini anlat:
BİRİNCİ ADAM: “Her türlü üzümden ona iki bahçe vermiştik, her ikisini hurmalarla donatmıştık; ikisinin arasına da bir ekinlik yapmıştık. İki bahçenin ikisi de ürünlerini vermiş, hiç bir şeyi noksan bırakmamış ve ikisinin ortasından bir de nehir akıtmıştık. Başka geliri de vardı bu adamın. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ‘Ben senden malca daha zenginim, çevrem daha güçlü’ diyordu. İşte böyle kendine yazık eden bu adam bir gün ‘Buraların yok olacağını hiç sanmıyorum’ diyerek bahçeye girdi. Bir taraftan da ‘Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum. Şayet Rabbime döndürülürsem, bundan daha fazlasını alırım; bundan hiç şüphem yok’ diyordu.” (Kehf; 18/32-37).
İKİNCİ ADAM: “Arkadaşı da ona şöyle karşılık vermişti: ‘Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da insan şekline koyan Rabbini inkar mı ediyorsun? Bak o Allah benim Rabbim ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Bahçene girdiğin zaman ‘Maşallah, Allah’ın yardımından başka hiç bir kuvvet yoktur’ deseydin olmaz mıydı? Gerçi sen beni kendinden yoksul görüyorsun. Ama bakarsın Rabbim bana senin bahçenden daha hayırlısını verir; seninkinin de üstüne gökten bir afet indiriverir de yerle bir olur. Yahut suyu çekiliverir de yerinde yeller eser.’ Nitekim ürünün telef olup bahçesinin yerinde yeller estiğini görünce yaptığı masraflara karşın ellerini döverek ‘Ah, keşke Rabbime kimseyi ortak koşmamış olsaydım’ diyordu. Çünkü Allah’ın yerine hiç kimse onun yardımına koşmadı. Kendi başının çaresine bile bakamadı.” (Kehf: 18/38-43)
KISSADAN HİSSE: “Mal, mülk ve oğullar dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan iyilik, güzellik ve doğruluk ise Rabbinin katında çok daha değerlidir. Ümitvar olmak için de yeter sebeptir.” (Kehf; 18/46).
Görüldüğü gibi ilk fragmanda birinci adam “bahçesini” Mamon yerine koyarak ona çok güvenmekte, “Buranın yıkılacağını sanmam, kıyamet filan da yok” demektedir. Üstelik “Eğer Rabbime döndürülürsem (kıyamet varsa) orada bana daha da fazlasını verecektir” diyerek dindarlığı da kimselere bırakmamaktadır. Yani bu kişi Allah’a inanan bir dindardır.
Allah’a “itikadı” vardır ama Mamon’a (bahçesine, bağına, parasına, altınına, sermayesine) iman etmektedir. Bunlara güvenmekte ve sığınmakta bu nedenle de hayatta sahip olduğu şeylere ihtirasla sarılmaktadır. Üstelik bunun “caiz” olduğunu, Allah’ın kendisini zenginlikle imtihan ettiğini, zaten bunun böyle olmasını O’nun istediğini, Allah’ın huzuruna vardığında kendisinin taltif edilip daha da fazlasının (cennet, köşk, huri) verileceğine inanmaktadır. Yani hem bu dünyada hem de ahirette “malı götüreceğine” ve “köşeyi döneceğine” inanmaktadır. Demek ki bu adam dindarlığı tacir kafasıyla anlamakta ve yaşamaktadır. Bahçesinin yerinde yeller esince (iflas edince, sahip olduklarını kaybedince), “Keşke Allah’a ortak koşmasaydım” demekte ve fakat hala yaptığı masraflara üzülmektedir!
Böyle inanmakla Mamon’a taptığının farkında olmayan bu kişiye Allah’a inanmanın ne demek olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Müslüman zihnin mülk konusunda çöktüğü yer de işte burasıdır. Allah’a inanmayan birisi bu kişiye lisan-ı hal ile adeta şöyle demektedir: “Hem Allah’ım var diyorsun hem de parana, malına, mülküne, altınına, bağına, bahçene sarılıyorsun. Hani Allah vardı, kuşlara rızkını verdiği gibi insana da verirdi, bu kadar dünyaya tapmamak gerekirdi. Ben Allah’a inanmayan bir ehl-i dünyayım ama benden daha hırslısın be hacı abi?”
İkinci adam üzerinden söyletilen “Allah’ı inkar mı ediyorsun?”, “Keşke Rabbime kimseyi şirk koşmasaydım?” ifadeleri de ilginçtir. Burada şirk koşulan nedir? Putlardan bahsedilmediğine göre şirk koşulan şey bahçe oluyor. Bunlara ebedi görerek duyulan güven Allah’ı inkar etmek olarak değerlendiriliyor. Kıyameti inkar şirk değil ilhaddır. Şirk olması için hem Allah’a inanıp hem de başka bir şeyin ebedi, kalıcı, güven veren, yediren, doyuran, koruyan, yeterli olduğuna inanç gerekir. Bu da meselde açıkça görüldüğü gibi “bahçe” (para, altın, servet, sermaye) olarak ele alınıyor.
İki adam örneğinden sonra kıssadan hisse de şöyle çıkarılıyor: Demek ki “mal, mülk ve oğullar (çevre, taraftar gücü) dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan iyilik, güzellik ve doğruluk ise Rabbinin katında çok daha değerlidir. Ümitvar olmak için de yeter sebeptir.” Yani asıl güvenilecek (iman edilecek) olan Allah’ın katındakidir. Kalıcı olan iyilik, güzellik ve doğruluk adına yaptıklarındır. Bağına, bahçene, sermayene, parana güvenme. Bir gün hepsi yok alacak, kefeninle huzura geleceksin. Başka hiçbir şeyin olamayacak, olsa bile sana daha da fazlası verilmek bir yana sahip olduklarının hesabı sorulacak!
Onun için Hz. İsa der ki: “Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalar. Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin (Allah’ın katındaki daha değerlidir). Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar (ümitvar olmak için bunlar yeter). Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacaktır.” (Matta; 6/19).
***
(İkinci fragman)
Onlara iki adam örneğini anlat:
BİRİNCİ ADAM: “Kendine bile sahip olamayan zavallı bir kul… Sahibine yük olmaktan başka hiç bir işe yaramayan, bir yere gitse bir hayrı dokunmayan bir dilsiz…”
İKİNCİ ADAM: “Verdiğimiz güzel rızıkları gizli açık infak eden, adaleti emreden ve doğru yolda yürüyen biri… Bunlar hiç aynı olur mu?” (Nahl; 16/75-76).
KISSADAN HİSSE: “Şu gökyüzünün boşluğunda Allah’ın doğaya emaneti olarak uçuşan kuşları görmüyorlar mı? Onları boşlukta tutan ancak Allah’tır. Bunlar iman edecek bir halk için birer ayettir” (Nahl; 16/79).
Görüldüğü gibi ikinci fragmanda ise Mamon’u yüreğinden söküp atmış, artık Allah’tan başkasına güvenmeyen “iki adam örneği” veriliyor.
Bunlardan birinci adam sahip olma hırsını terk etmiş fakat kendisi başkası tarafından sahip olunmuş (abden memluk) aciz bir kuldur. Çalışmamakta, sahibine yük olmaktan başka bir işe yaramamakta, kimseye bir hayrı dokunmamaktadır. Bir işe gönderilse eline ayağına bulaştırmakta, elinden bir iş gelmemektedir. Üstelik de dilsizler gibi kimseye bir şey söylememekte, diyeceği bir şey de bulunmamaktadır.
Böyle birisine denilmektedir ki: “Mamon’a kulluktan kurtuldun, güzel… Ama Allah’a değil; bu sefer başkalarına kul oldun. Çalışmıyorsun, başkasına el avuç açıyorsun, kendine mal gibi sahip olunmasına izin veriyorsun. ‘Bir baltaya sap olamadın’. Allah bunu da istemiyor!”
Peki neyi istiyor?
Bu da ikinci adam örneği üzerinden anlatılıyor ve Allah’ın istediği ideal insan tipi çiziliyor: “Verdiğimiz güzel rızıkları gizli açık infak eden, adaleti emreden ve doğru yolda yürüyen biri…”
Burada “güzel rızık” emek ve alınteri ile kazanılanlardır… “Gizli açık infak” bollukta ve darlıkta sürekli paylaşma ve bölüşme ahlakıdır… “Adaleti emretmek” elinden bir iş gelmek, dilsiz olmayıp dünyaya bir diyeceği (çağrısı, söylemi, projesi, kurtuluş teolojisi) olmak, olayların ortasında ve hadiselerin içinde yer almak, hayatın atardamarlarına girmek, bir köşeye çekilmemek, bir baltaya sap olmak demektir… “Doğru yolda yürümek” bu karakterini ve davranışını hiç bozmadan yürüyüş halinde olmak, böyle bir hayat sürmek demektir…
Peki, kıssadan hissede kuşların örnek verilmesinin ve onlar üzerinde düşünmemizi istemenin, bağ, bahçe ve Mamon ile ne alakası var?
“Aynı kandilin ışığını” dinleyin: “Size şunu söylüyorum: ‘Ne yiyip içeceğiz’ diye canınız için, ‘Ne giyeceğiz’ diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten önemli değil mi? Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer ne de ambarlara yiyecek biriktirirler. Tanrı yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir dakika uzatabilir? Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de ipek eğirirler. Size şunu söylüyorum: Bütün görkemine karşın Süleyman bile bunlardan birisi (zenginler/hahamlar) gibi giyinmiş değildi. Öyleyse yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter!” (Matta; 6/25-34, Luka; 12/12-31).
Burada anlatılmak istenen nedir?
İnsanların kuşlar ve kır zambakları gibi “hırslarından arınmış” olmaları gerektiği! Görkemli imparatorlukları yönetsen bile Süleyman gibi zengince giyinmemen, yaşamaman, “ruhta yoksul” olman; mülk hırsından arınman gerektiği!
Keza Hz. Yusuf, Tevrat’da “bollukta biriktiren darlıkta bunları insanları köleleştirmek için kullanan” mamoncu bir tiptir. Kur’an’ın Yusuf’u ise “bollukta biriktirdiklerini, darlıkta yoksullara dağıtan” ileriyi düşünen, tedbirli idareci kişilik örneğidir.
Kimi Hristıyanlar yukarıdaki İncil ifadelerini çalışmamak, hiçbir şey yapmamak gerektiği şeklinde anlamışlardır. Hatta çalışmak Hrıstiyanlıkta konsil kararıyla kabul edilmiştir! Bunun doğru yorumu için “kandilin öbür ışığına” tekrar bakın, yukarıda ikinci fragmanda tefsir edilmişti. İdeal örneklik orada anlatılıyordu. Yusuf, Süleyman örnekleri hep o kişiyi anlatır. Bunlar aynı kandilin ışığı olduğu için birbirini tamamlıyor, tam bir uyum var.
İşte bu ideal kişi örneği Kur’an’da iman edenler için “en güzel örnek” (usve hasene) olan Allah’ın elçisi Muhammed’tir. Çünkü o yeni bir meseldeki ikinci adam; Yusuf, Musa, Süleyman, İsa örneğidir… Ne sahip olma hırsı içinde olmuş, ne de kendisine başkası sahip olabilmiştir. Ne servet yığma hayallerine kapılarak “menn/mamon” peşinde koşmuş, ne de elinden bir iş gelmeyen, köşesine çekilmiş, aciz, zavallı, eline vur ekmeğine al bir kul (abden memluk) olmuştur… Meydana atılmış, olayların içine girmiş, hadiselerin ortasında yer almış, zulme karşı savaşmış, sömürüye karşı vuruşmuş, adaleti emretmiş, yoksulların sesi olmuş, ihtiyaç fazlası her şeyi paylaşmış, bölüşmüş, infak ahlakını karakter haline getirmiştir. Ve bu halde doğru yolda şaşmadan yürümüş, erdemli ve dürüst bir hayat sürmüş ve öldüğünde ne bir dinar, ne bir dirhem, ne bir deve, ne bir altın bırakmadan ve “bahçe sahibi” olmadan bu dünyan göçüp gitmiştir.
Komşusu açken (bütün şehir komşundur!) “bir ev, bir binek ve yıllık dört bin dirhem nafaka”dan fazlasına “sahip olmayı” Mammon karakteri ve “mülkte şirkleşme” olarak görmüş olmalı ki sürekli dağıtmış ve dağıttırmıştır!
Mamon’a değil; Allah’a tapanlar için en güzel örnek (usve hasene) bu değilse nedir?
Asıl “Ehl-i Sünnet” bu değilse hangisidir? ‘Kabir azabı haktır, mesh üzerine mesh caizdir, iman amelden bir cüz değildir, Kur’an gayr-ı mahluktur, kırkta bir yeter, sakalı uzatın; bıyığı kısaltın, gümüş yüzük sünnetir, kabak yemeği cennet taamıdır, yemeğin kabını sıyırmak sünnetir’ vs. oyunda oynaşta olmalar mı?
***
Bakınız, İnsanoğlu hayatı boyunca hep bir şeylere sahip olmak ister. Bununla yetinmez daha da fazla, daha da fazla sahip olmak ister. İster ki bin yıl yaşasın. Bunun için yıkılmayacak bir hükümranlığın (mülki la yebla) ve sonsuz bir egemenliğin (şecere-i huld) peşinden koşar durur. Bu ebediliği sahip olduklarının sağlayacağına inanır. Bunun için içindeki mülk hırsını yüceltir; parayı totemleştirir Mamon yapar; sonra döner ona tapar. Ki modern çağın tanrısı da bu değil mi?
Ama dikkat ettiniz mi insanoğlu bunca sahip olma hırsına rağmen, tarihte hep sahip olduklarından vazgeçebilenleri kahramanlaştırmıştır. Onun için kahramanlar serden ve yardan vazgeçenler, yurtlarını terk edenler, önüne gelen cazip imkanlara dönüp bakmayanlar, fırsatları elinin tersiyle itenlerdir. Hepsi serdengeçtilerdir! Hangi kahramanı okudumsa böyle: İbrahim babasının sarayını, memleketini terk etmiştir… Budha prensliği terk etmiştir… Musa Firavun sarayını terk etmiştir… İsa, peşinden gelenlere ‘sahip olduğunuz her şeyi terk edip öyle gelin yanıma’ demiştir… Muhammed evini, ocağını terk edip hicret etmiştir, öldüğünde sahip olduğu hiçbir mülkü yoktur…
Peki neden?
Neden insanoğlu hayatı boyunca hep sahip olma hırsı ile yanıp tutuşur da, sahip olduklarını terk edebilenleri kahramanlaştırır?
Neden insanoğlu hayatı boyunca Mamon’a tapar da, sonunda sahip olduğu tek şeyle; kefeni ile Allah’ın yanına gider?
Hangisi yalan, hangisi gerçek?