Firavun kimdir?
Firavun aslında ne ifade etmektedir?
Firavunluk gerçekte nedir?
Acaba Firavunluk hala dünyamızda devam etmekte midir?
Kutsal kitaplarda özellikle Kur’an-ı Kerim’de Firavun karakteri ne amaçla anlatılmaktadır?
Buradan okuyuculara verilmek istenen mesaj nedir? Öncelikle ‘Firavun’ kelimesini kökü itibariyle inceleyelim, biraz etimoloji yapalım. Fi-ra-vun ortadaki ‘ra’ kelimesi eski Mısır’daki Tanrı Ra idi. Firavun bu anlamda Tanrı Ra’nın yeryüzündeki gözü veya Tanrı Ra’nın yeryüzündeki cisimleşmiş hali. Tanrı Ra’nın kendisinde temsil edildiği şahıs, anlamına geliyordu. Daha sonraki yıllarda özellikle Müslüman İmparatorluklarda padişahlar ve sultanlar Firavun’un yaptıklarını yaptılar ama kendilerine Firavun demediler. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi dediler. “Zillullah fi’l-arz” bu aslında eski Mısır’dan geçmedir. Tanrı Ra’nın yeryüzünü gözetleyen gözü fi-ra-vun. Eski Mısır’da firavunlar vardı. Eski Mısır’ı yönetenlere firavun deniyordu. Yani eski Mısır’da bir tek adam, bütün Mısır’ı tek başına yönetiyordu ve Tanrı adına yönetiyordu. Tanrının yeryüzündeki gören gözü, cisimleşmiş hali olarak yönetiyordu.
Bu neredeyse üç bin yıl sürdü. Eski Mısır tarihi, orta Mısır tarihi, son Mısır tarihi olarak baktığımızda, -Eski Krallar-, -Orta Krallar- ve -Yeni Krallık- dönemleri diye dönemlere ayrılır.
Peki Mısır bunu nereden aldı? Ortadoğu’dan aldı. Zaten Mısır’da Ortadoğu ülkesi idi. Eski Babil’de yönetenler kendilerini, ”Tanrının yeryüzündeki cisimleşmiş hali, gözü, kulağı” olarak görürlerdi ve Tanrı adına ülkelerini yönetirlerdi. Kendilerine bu yetkinin Tanrı’dan geçtiğini söylerlerdi ve Tanrının oğlu olduklarını iddia ederlerdi. Hanedan da Tanrı ailesi olarak görülürdü.
Babil; Tanrının kapısı demektir. Bab, kapı demek. O zaman Tanrı, Allah denmiyordu ”İl” deniyordu. Babil, Tanrının kapısı demek oluyordu. Aynı zamanda bu Tanrının Ülkesi anlamına da geliyor. Eski Sümer’de de böyleydi, Asurlularda da böyle, Sasanililerde de böyleydi, Roma’da da böyleydi. Müslüman İmparatorluklarda, direk kendilerine Tanrı’nın oğlu diyemediler. Ancak onun yerine geçecek şekilde Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi dediler.
İşte bütün bunlar Mısır’da da Firavunluk şeklinde ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla esas itibariyle Firavunluk siyasal bir kavramdır ama gücünü dinden almaktadır. İnsanları yönetmek için uydurulmuş bir statüdür. Karizma sağlaması, kitleleri kendisine itaat ettirmesi için kendisini Tanrı’ya dayamıştır. Tanrı’nın yeryüzündeki gözü, Tanrı’nın oğlu denilerek kitleler üzerinde bu tesis edilmiştir.
Bu dinin afyon olarak kullanıldığı yerdir. Ancak din tamamen bundan ibaret değildir. Bir de her dinin vicdan olarak ortaya çıktığı bir yer vardır. Genellikle Peygamberlerde bu insanlık vicdanının patlaması şeklinde ortaya çıkar. Dolayısıyla bir Firavunların dini var, bir de onların karşısına çıkan Peygamberlerin getirmiş olduğu din var. Yani bir egemenlerin, ezenlerin dini var, bir de ezilenlerin dini var. Peygamberlerde ortaya çıkan din; halkın vicdanı olarak kendisini gösteriyor ve Tanrı olduğunu reddediyor.
Mesela en son Kur’ran-ı Kerim’de küçük bir İhlas Suresi vardır. ”Kul hüvellâhü ehad Allahüssamed Lem yelid ve lem yûled Ve lem yekün lehû küfüven ehad.” De ki; Allah birdir bir bütündür, doğmamıştır ve doğrulmamıştır ve onun dengi ve benzeri yoktur. ‘Lem yelid ve lem yuled’ doğmadı ve doğrulmadı ifadesi; bu eski Firavunluk dünyasına bir reddiyedir . Yani ‘Tanrı’nın oğlu yoktur‘ diyor. Dolayısıyla bütün bir eski çağlarda Krallar ve İmparatorlar kendilerine Tanrı’nın oğlu dedikleri için, bu ifade o dönemi kapatmış oluyor. Bundan böyle ‘Tanrı’nın oğlu’ yoktur. Elçisi, Peygamberi, dostu olabilir; ama ‘Tanrı’nın oğlu’ siyasal bir kavramdır. Kralların ve İmparatorlukların kullandığı bir kavramdı. Firavun kelimesi direkt oraya dayanıyordu. İşte bu Sure ile ‘Tanrı’nın oğlu’ olmadığı ifade edilerek, felsefi olarak teorik kökleri itibarıyla kazıyıp atıyor.
İlginç bir örnek olarak; ll. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonlar yenilince, Amerikalıların öncülüğünde yeni bir Anayasa hazırlandı. Anayasada Japon imparatoruna ‘Tanrının oğlu’ diye hitap eden ifade çıkarıldı. Bu Japonya’da geleneksel çevrelerde tartışmaya sebebiyet verdi. Japon İmparatoru, Güneş Tanrısının yeryüzündeki oğlu olarak görülüyor ve bu geleneğin iki bin yıllık bir geçmişi vardı. Bu geleneği kaldıramayız diye tepkilere tartışmalara sebep oldu. Daha 1946 yılında Anayasalarından çıkarıldı.
Dolayısıyla Firavunluk kültürü çok eski bir kültürdür. Bugün neredeyse hepsinde yazılı olarak kalktığı söylenebilir ama şu anda çoğunda da fiili, pratik ve sözlü olarak devam ediyor. Firavun; Padişahlık, Sultanlık gibi bir makam ismidir, şahıs ismi değildir. Mesela Firavun Ramses, Firavun Tutankhamun denir. Bir sürü Firavun ismi vardır. Bu isimler hep başlarına Firavun, Kral, Padişah gibi makamsal isimler alırlar. Padişah Mehmet, Sultan Abdülhamid denildiği gibi Firavun şu diye kullanılır. Yani krallığın makamsal ismidir. Tanrı’nın yeryüzündeki gözü, kulağı, yürüyen cisimleşmiş hali, Firavun Ramses demektir.
Firavun, Kur’an-ı Kerim’de en çok geçen karakterdir. Kötücül karakterler içerisinde en çok Firavun kavramı geçer. Karşısına Musa kurulur ve Firavun’un bazı özellikleri zikredilir, sayfalarca anlatılır. Mesela Firavun’un en önemli özelliklerinden bir tanesi, yaşam ve ölüm vermektir. Yani Firavun insanları, yaşatır ve öldürür. İnsanları yaşatma ve öldürme hakkını kendinde görür. Buna karşın; halk da güçten düşen Firavunu öldürme hakkına sahiptir. Eğer Firavun halkına yaşam, rızık, bolluk, bereket vermezse; onları düşmanlarından korumazsa; dostlarına yürü ya kulum demezse; bol rızık dağıtmazsa; zengin etmezse; hastalanırsa, güçten düşerse; bunlara takati yetmez hale gelirse; halk tarafından ve de onlar adına saray çevresi tarafından öldürüldü. Çünkü Firavun daima güçlü olmak zorundaydı, güçsüz olmak, Firavun için günahtı. Birisi bir talepte bulunduğu an onu yerine getirmeli, isyanları kesin bastırmalıydı. Kimse ona karşı gelmemeliydi, elini attığında yağ, öbür elini attığında bal hazır olmalıydı ve bunu bol bol insanlara dağıtmalıydı, Firavunluk buydu.
Şu halde esasında Firavunluk, bir yönetim kategorisidir. İtikadi bir kategori değildir. Yani bir insana Firavunsun, Firavun gibisin dediğiniz zaman; kafir oldun, dinden çıktın demiş olmuyorsunuz. Çünkü Firavunluk dine, girme çıkma anlamında imanı, itikadi bir kategori değil, yönetme ile ilgili, edip eyleme ile ilgili, yönetirken elindeki araçları nasıl kullandığı ile ilgili bir kavramdır. Mesela bir baba evinde, bir öğretmen sınıfında, bir yönetici şirketinde, bir patron fabrikada, bir Cumhurbaşkanı bir ülkede Firavun olabilir. Bu davranışı ile ilgilidir. Kendinde yaşam ve ölüm verme hakkı görüyorsa, bütün memleket benden ibarettir diyorsa, memleketin, toprağın, zenginliğin ve devletin sahibi benim diyorsa, mülkün sahibi benim diyorsa ve kendisine karşı gelenleri, erkeklerini boğazlamak kadınlarını da hayasızlığa sevk etme yoluna giriyorsa, o Firavun olmuş demektir.
Kur’an-ı Kerim’de Firavun’un bir özelliği şöyle anlatılıyor: ”Firavun halkını bölerdi, parçalardı, erkeklerini boğazlar, kadınlarını hayasızlığı zorlardı” diyor.
Bu ne demek?
Firavun halkını gruplara ayırırdı. Yani, Firavun halkların birliğinden ve kardeşliğinden yana değildir. Firavun daima yönettiği ülkelerdeki hakları, parçalar ve böler. Birine yaslanır, onunla diğerini tasfiye etmeye çalışır. Erkekleri öldürmek, kadınları hayasızlığa zorlama veya başka bir tabirle erkekleri kurbanlık muamelesine tabi tutmak, kadınları da yaşatmak. Yani kadınların erkeklerini öldürüyor, kadınlarını da yaşatıyor ve kendisine cariye, köle yaptırıyor idi. Aynı zamanda sembolik dilde erkekleri boğazlamak şu demektir: Birisi diklendiği zaman, Firavun’un karşısına çıktığı zaman ve ona meydan okuduğu zaman, onu boğazlamak ister. Bu nedenle daha doğmadan çocukları öldürmek bir Firavunluk geleneğidir.
Mesela bütün Osmanlı Padişahları kendi kardeşlerini, ileride kendilerine rakip olacaklar diye boğdurarak öldürmüşlerdir. Bu Firavunluk geleneğidir. Kendisine rakip olanı boğdurur. Ya beşikteyken, ya gençken, ya yükselmeye başladığında ya da kendisini ciddi olarak tehdit ettiğinde, tüm muhalefeti boğdurur ve yok etmek ister. Muhalefetten rahatsız olur. Çünkü onun ruhunda ”tek adamlık” vardır. Otoriterizm ve totalitarizm Firavunluğun karakteridir. Otoriterizm demek; dediğim dedik ben ne dersem o olacak, diyen baskıcı bir rejimdir. Bunu diyen de kimse de otoriterdir. Totalitarizm de; benden izin almadan hiç kimse bir şey yapmayacak. Her şeyi yapmak için ondan izin alacaksınız, her şeye karışan demek, kontrol altına almak anlamına geliyor.
Eski Mısır’da, Firavuna karşı Musa meydan okuyunca ve sihirbazlar da Musa’ya inanınca Firavun sihirbazlarına şöyle demişti; ”Demek siz benden izin almadan Musa’nın Tanrı’sına iman ediyorsunuz.” Buradaki Firavunluk psikoloji tam şöyle bir şey aslında: Firavun’un iman etmekle bir sorunu yok. Musa’nın Tanrı’sına iman etmek de mesele değil. Tanrı’ya inanıp inanmamak da hiç önemli değil. Hatta isterse bu Musa’nın Tanrı’sı olsun, hiç sorun değil. Sorun şurda; kendisinden izin alınacak, kendisinden izin alındığı sürece her şey serbest. Kendisi izin vermediği her şey tehlikeli. O nedenle diyor ki; ”Benden izin almadan Musa’nın Tanrı’sına mı inandınız?”
Görülüyor ki Firavunluk, özgürlük düşmanlığıdır. Halklardan, bireylerden, muhalefetten korkmaktır. Firavunluk her şeyi elinde tutan, her şeyi sahiplenen, kendisini yeryüzünde Tanrının oğlu olarak gören bir ruh ve karakterdir.
Oysa kutsal kitaplarda ve özellikle Kur’an-ı Kerim’de sıklıkla ifade edildiği gibi Firavunların hepsi şu anda göçüp gitmiştir. Mezarlıklar kendisinin vazgeçilmez olduğunu sanan insanlarla doludur. O kadar piramit dikmelerine rağmen kendileri yok olup gitmiştir. Onlara rağmen insanlık devam etmiştir. Bu nedenle Firavuna karşı, Firavun karakterine karşı yükseltilen her özgürlük çığlığı; bir Musa, bir İsa ve bir Muhammed çığlığı olarak görülse yeridir.