Eski cahiliye döneminde kabile putları vardı ve bu putlar için savaşılıyordu. Kabileler birbirleriyle on yıllar süren savaşlar yapıyorlardı. Kabileler belli başlı toprakları ele geçirmiş, yerleşim birimlerinin etrafına çitler çevirmiş, bahçeleri, sulakları, meraları sahipleniyorlardı. ”Buralar bizim buraya giremezsiniz” diyorlardı. Belli başlı panayırlar vardı. Bu panayırlarda pazarlar kuruluyordu ve pazarlarda kabilelerin yerleri vardı. Oraya yükünüzü indirip de pazarda satış yapmak isterseniz; o yerin sahibine ayak bastı parası vermek durumundaydınız. Pazarın her yeri bu şekilde kabileler tarafından ele geçirilmişti.
Mekke’nin içerisinde Kabe vardı. Kabe’nin içerisinde de birtakım resimler ve heykeller bulunuyordu. Bu resimler ve heykellere kabileler, kendi putları olarak perestiş ediyorlar, onları yüceltiyorlar ve onlara ibadet ediyorlardı. Belli başlı olarak Kur’an-ı Kerim’de geçen, Mekke’deki kabilelere ait üç tane büyük put vardı. Lat, Uzza ve Menat. Necm Suresinde bu putların ismi verilir ve onların esasında; kendi heva ve heveslerinin dışa vurumu, olduğu söylenir.
Kabile putları ne demek?
Kabile putlarına tapmak ne demek?
Bu put isimleri, Lat, Uzza, Menat ne anlama geliyor?
Eski cahiliye Arapları, İslamiyet’in doğduğu coğrafyada tahtadan, taştan putlara mı tapıyorlardı?
Tahtadan, taştan putlar dikip, onun etrafında dönüp, ellerini ona sürüp, onu öperek, ellerinle onlara dokunup, kutsayarak bir tapınma mı söz konusuydu?
Esasında bu putların her biri birer yaşayan put; yani hala devam etmekte olan putlar bunlar.
Diyeceksiniz ki; nasıl olur?
Eski cahiliye kabileleri çoktan göçtü, yok oldu gitti. Ne Kureyş Kabilesi, ne Beni Esetoğulları ne Temimoğulları ne Katafan Kabilesi kaldı. Bunlar eski cahiliye ait kabilelerdi. Onların yerine şu anda başkaları var. Ortada ne Lat, ne Uzza, ne de Menat diye dikili taştan, tahtadan bir put görülüyor. Halbuki bu putların hepsi yaşıyor. Sadece Arabistan’da değil dünyanın her yerinde, bütün yeryüzünde Lat, Uzza ve Menat yaşıyor.
Bunu anlamak için bu kabile putlarının ne anlama geldiğini, o gün bunlara neden perestiş edildiğini, yani neden bunların yüceltildiğini anlamamız lazım. Bakınız kelime köklerinden giderek size tek tek anlatacağım.
Lat, bugünkü karşılığı otorite demek . Uzza, güç ve kudret demek. Menat da para, zenginlik demek. Çünkü Lat, o günkü cahiliye Arapları arasında kabile büyüklerinden ve kurucularından birisiydi. Uzza da kabilenin kurtarıcılarından, savaşçılarından birisiydi. Menat kabilenin zenginlerinden birisiydi. Kabilenin bunlara tapması demek, kabilenin kurtarıcısına, kurucusuna, liderine, güç ve kuvvet sahiplerine, zenginlerine boyun eğmek, onlar için çalışmak, onları perestiş etmek, yüceltmek, onların eline, eteğine yapışmak demekti. Çünkü bu adla anılan şahıslar, cahiliye Araplarının eski tarihlerinde yaşamış kişilerdi, taştan, tahtadan, odunlar değildi. Bunların resimleri, Kabe’nin içerisine ve Mekke’nin belli başlı ana caddelerine, sokaklarına, meydanlarına, görünür yerlerine, asılmışlardı. Bunlar kavmin ileri gelenleri idi. Siyasi liderler, askeri komutanlar, kurtarıcılar, zenginler, güç sahipleri, onların resimleri ve heykelleri idi asılı olanlar.
Bugün de buna benzer putlar hala yaşıyor. Kabilelerin yerini uluslar almış vaziyette. Eskiden cahiliye döneminde üç yüz atmış tane put vardı denilir. Üç yüz atmış tane put demek, üç yüz atmış tane kabile ve o kabilenin ileri gelen lideri, önderi, güçlü kuvvetli kişisi veya zengini vardı demek. ”Onları yüceltiyorlar, onların etrafında dönüyorlar, onlardan medet umuyorlar, onlara boyun eğiyorlar” anlamına geliyordu.
Bunu daha iyi anlamanız için şöyle bir örnek vermekte fayda var. Aslında çok Tanrılılık; çok sınıflılık, çok kabilelik demektir. Mesela yeryüzünde en çok tanrının bulunduğu coğrafya Hindistan’dır. Hindistan’da dört bine yakın Tanrı olduğu söylenir. Bir Müslüman bir Hindu ile tartışırken demiş ki; Sizde ne kadar çok Tanrı var, dört bin tane Tanrı mı olur? Biz de Tanrı bir tane.” Hindu da Müslüman’a demiş ki; Bizim o dört bin tane Tanrı içerisinde sizinki de var. Sizinki gibi kendinin bir tane olduğunu, tek olduğunu söyleyen de var. O da var bizim içimizde demiş.
Peki çok Tanrılılığın, çok sınıflılıkla alakası nedir? Nasıl oluyorda yeryüzünde en çok Tanrı’nın, çok tanrılılığın bulunduğu coğrafya ile yeryüzünde en katı Kast Sisteminin, Sınıf Sisteminin olduğu yer aynı coğrafya oluyor? Yani Hindistan oluyor. Hindistan’da çok Tanrılılık var ama çok sınıflılık da var. Hindistan’da Kast Sistemi var. En tepede din adamları, Brahmanlar var, onun altında askerler, onun altında çiftçiler, esnaflar var, en altta da paryalar, köleler var. Böyle bir Kast Sistemi var. Bunların evleri, lokantaları, yaşadıkları yer ayrı, birbirleriyle evlenemezler bile, birbirleriyle aynı lokantada yemek dahi yiyemezler. Sınıfçılığın en katı ve en koyu bir şekilde uygulandığı yerdir. Hatta İngiliz’lerin Hindistan’ı işgal ettikten sonra Avrupa’daki sınıf, Aristokrasi de esasında Hindistan’dan Avrupa’ya geçmiştir.
İşte çok Tanrlılıkla çok sınıflılık arasındaki fark işte burada gizli. Her sınıfın bir putu vardı, her sınıfın bir lideri vardı, her sınıfın bir koruyucusu vardı, her sınıfın kendisinden şefaat beklediği ve yanında olmakla üzerinde bulundurmakla manevi bir korunma altına girdiğini düşündüğü simgeleri, sembolleri vardı. Bunlar zaman içerisinde birer puta dönüştüler ve kabilenin totemleri haline geldiler. Dolayısıyla dört bin tane Tanrı demek, dört bin tane sınıf demektir. Her grubun ayrı ayrı Tanrıları, sembolleri var demektir.
Bugün yeryüzüne baktığınız zaman Birleşmiş Milletler’e kayıtlı iki yüzü aşkın devlet var. Dolayısıyla iki yüz tane bayrak var ve dolayısıyla iki yüzü aşkın sınır var ve dolayısıyla iki yüzü aşkın ulus var. Bunlar bir zamanlar yeryüzünde daha fazlaydı. Üç yüz atmış kabile Arabistan’ın her bir yerine yayılmıştı. Her birinin sembolü, lideri vardı. Şu anda yeryüzünde iki yüz tane devlet var, bu devletlerin bayrakları var, bu devletlerin ve ülkelerin kurtarıcıları var, kurucuları var, siyasi liderleri var, zenginleri var, güçlü kuvvetli kişileri var. Kabile putları çağımızda ulusların simgelerine, sembollerine dönüşmüş vaziyette.
Put demek eleştirilemeyen, kendisi ile diyaloğa girilemeyen şey demektir. Siz kimi hiç eleştirmiyorsanız ve kiminle hiçbir şekilde karşılıklı diyaloğa giremiyorsanız, o sizin putunuzdur. Kendisine hayır diyemediğiniz şey putumuz oluyor. Mesela kişinin nefsi heva ve hevesi, arzuları da put olabilir. Kur’an-ı Kerim’de denir ki; ‘heva ve hevesini arzularını İlah edineni görmedin mi..’ yani nefsi ne söylerse onu yerine getireni.
Canının her istediğini yapan kişi acaba özgür müdür? Yoksa canının istediğine köle midir? Çünkü canı, arzusu, hevası ne isterse onu yapıyor, ikilemeden anında yerine getiriyor, ona dur diyemiyor, hayır diyemiyor, bu sefer yapmayacağım diyemiyor, iradesini kullanamıyor.
Şu halde özgür iradesi olan kişi özgürdür. Nefsine dur diyebilen, eleştirilmezleri olmayan, herkesi ve her şeyi soru sorulabilir ve eleştirilebilir gören kişinin putu yoktur. Eğer bunu eleştiremeyiz, buna soru soramayız, bunu sorgulayamayız, buna hayır diyemeyiz dediğiniz herhangi bir şey varsa o sizin putunuz oluyor.
O zaman inananlar için Allah’da put haline gelebilir. Peki bu ne zaman ve hangi durumda olur? Kendisi ile diyaloğa girmediğiniz zaman, kendisiyle konuşmadığınız zaman. Bir inanan için Allah’la konuşmak iki türlü olur. Bir dua ederek, iki kitabını okuyarak, kitabıyla diyaloğa girerek. Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda Allah’ın Muhammed aracılığıyla kendisini inkar edenlerle tartışmaya girdiğini görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’de tartışma sahneleri vardır. Allah inkarcıları ikna etmeye çalışır, yerlerden, göklerden örnekler vererek onları ikna etmeye çalışır. Tanrılılığını kullanarak onları bir kaşık suda boğmaya kalkmaz, fırsat verir, konuşturur, soru sorar, ‘aklınızı neden kullanmıyorsun..’ der. Dolayısıyla diyaloğa girer. Sanıldığı gibi Allah bir inanan için kendisi ile diyaloğa girilemeyen bir varlık değildir. Allah sürekli hareket halinde, insanlıkla sürekli etkileşim halinde, ilham yoluyla, vahiy yoluyla, yakarış yoluyla, şairlerin şiirleri, peygamberlerin vahiyleri, filozofların bilgelikleri yoluyla aramızda ses olarak görünür ve onunla bu şekilde diyaloğa girilir.
Şu halde kabile putları yaşamaktadır. Lat otoritedir. Yeryüzünde otorite kurmaya kalkmak emperyalizmdir. Buna emperyalizm diyoruz. Demek ki çağımızın yaşayan putu emperyalizm oluyor. Uzza, güç, kudret demektir. Çağımızda gücü ve kudreti yücelten sistemlere faşizm diyoruz. Zorbalıkla, güçle, kuvvetle başkasına dayatanlar. Keza çağımızda parayı yücelten zenginliği yücelten sistemlere de kapitalizm diyoruz. Menat aynı zamanda hala eski Rusya’nın para birimiydi. Şu anki Azerbaycan’ın, Türkmenistan’ın para birimi hala ‘manat’tır. Manat, menat, man, money. mani para demektir. Kelime kökü Aramice’ye kadar gidiyor.
Hazreti İsa’nın İncil’de geçen sözü ile bitirelim. İsa der ki; ‘hiç kimse iki efendiye tapamaz. Ya mamona, yani manata, menata, mana, moneye, maniye tapacaksınız ya da Allah’a tapacaksınız. Kararınızı verin. ikisi bir arada asla olmaz’ der. O’ da hala yaşayan putun ne olduğunu bizleri açık bir şekilde İnci’lin sayfalarından gösterir.