Aydın üzerine çeşitli tanımlar yapılır. Bu tanımlar arasında Prof. Dr. Ahmet Özer’in tanımı dikkatimi çekti.
“Aydın, aklını ve enerjisini kullanırken, bencil davranmayan, kendisi dışındaki insanları ve toplumu da düşünen kişidir” diyen Özer, aydını toplumsal sorumluluk ve risk üstlenmekle, müdahale etmekle tanımlar. Aydının bilmekten ziyade müdahale eden olduğuna dair şunları belirtir:
“Diyelim ‘kişi biliyor’ ama müdahale etmiyor, o taktirde bu durumu nasıl değerlendireceğiz? Burada ‘aydın olmanın namusu’ devreye girer. Aydın olmanın namusu bilmeyi yeterli görmez, müdahale etmeyi de görev sayar. Müdahale aydın için bir etik sorunudur.
Bu yanıyla aydın, entelektüelden, uzmandan, bürokrattan ve akademisyenden ayrılır. Bu anlamda koşulları yerine getirdiği takdirde bir torna ustası aydın olabilir, koşulları yerine getirmediği takdirde bir üniversite profesörü bile aydın olamaz. Demek ki akademik kariyer aydın olabilmek için yeterli bir koşul değildir.”
Daha çok bilmek mi? Daha çok mücadele etmek mi?
Özer’in bilmekle müdahale etmek arasındaki ayrımda müdahil olmayı önemsemesi yerindedir. Dünyayı daha çok bilenler değil, bildiği için mücadele edenler değiştiriyor. Bu sebeple daha az bilmekle beraber daha fazla müdahil olmayı, çok bilgili olmakla birlikte mücadele etmemeyi veya az etmeye tercih ederim. Zaten mücadele edenlerin harcadığı zaman ve girdiği risklerden dolayı olabileceğinden daha az bilgilenmesi normaldir. Bu sebeple, bazı kişilerin mücadelenin içinde olmakla birlikte daha az bildiği için kendinde eksiklik hissetmesi, doğru yaklaşım değildir.
Aydının toplumsal sorumluluğunun risk yüklenmesini beraberinde getirdiğini ve aydın müdahalede bulunduğunda egemenlerin gazabına uğrayabileceğini belirtir. Özer, aydının riske girdiği için ile düzenle çatışacağını belirtir. Dolayısıyla Özer’e göre aydının çatışması devletledir. Bu hususta şunları belirtiyor:
“Bu çatışmada aydın egemen güçlerin, düzeninin yanında yer almaz. Tersine düzene muhalefet eder. O nedenle güçlü güçsüz mücadelesinde, aydın, güçsüzlerin yanında yer almalı, kimsesizlerin kimsesi, güçsüzlerin sesi olmalıdır. Bu ister istemez aydını risk altına sokacaktır. İşte aydın için asıl zor aşama budur. Bu yüzden devletle başı hep derttedir.”[1]
Sonuç olarak Özer aydını; toplumsal sorumluluk için müdahil olan, düzenle (devleti yönetenlerle) çatışmayı göze alan ve bunun için risk üstlenen kişi olarak tanımlamaktadır.
Aydın tanımındaki eksiklik
Bu, eksik bir tanımlamadır. Aydın sadece düzenle (devleti yönetenlerle) çatışma içinde olmaz. Aydın yanlış, eksik, hatalı davranan her kesimle çatışmada olur.
Aydın, kendini toplumun her kesimine sorumlu hissettiği için hata, eksik, yanlış yapan her kesimle çatışmayı göze alır. Çatışma yaratacak durumlar sadece egemen düzenin yani devlet yöneticilerinden gelmez. Kendini önemseyen, birlikte hareket ettiği kesimlerin de hataları vardır ve onları da eleştirebilmelidir.
Bu eksiklik şunun için önemlidir. Eğer aydın, sadece devlet yöneticileriyle çatışırsa, fikirleri muhalefette olan aydın, sadece muhalefetin aydını haline dönüşür. İktidarın aydını, muhalefetin aydını olmaz. Aydın tanımı tektir ama fikirlerinin konumunu belirlemek açısından fikirlerinin iktidarda veya muhalefette olmasına göre aydın adlandırması yapılabilir. Yani iktidardaki aydın veya muhalefetteki aydın olur.
Aydın, kendini sadece belli kesimin (iktidarın veya muhalefetin) aydını sayarsa, bu, aydının nabza göre şerbet vermesine neden olur. Kendini takip eden kesimlerin hatalarını önemsemeyen, görmezden gelen kişi, aydın değildir. Çünkü aydın doğru düşündüğü fikirlerin savunucusudur. Fikrin doğruluğu için mücadele eder. Muhalif kendisini takip edenlerin fikri yanlışa yöneliyorsa doğruya getirmek için bu kesimlerle de çatışmayı göze almalıdır.
Muhalefet saflarında nabza göre şerbet veren aydın (!)
Bugün muhalefette yer alan kimi aydınlar, kendini önemseyenlerle çatışmayı göze alamıyor. En basitinden iktidar yanlısı olmakla suçlanacaktır. Kendini takip edenlerin psikolojik saldırısından korkmaktadır. Onun aydın sınırı bu kadardır.
Bazıları hesapçıdır. Takip edilirliğinin azalmaması kaygısı vardır. Konferans, panel, tv programı gibi etkinliklere davet edilmeyeceğini, kitaplarının satışının azalacağını hesaplar. Milletvekili, belediye başkanı gibi makamlara aday olacaksa, adaylıklarının kabul görmeyeceğini düşünür. Dolayısıyla çıkarcıdır. Böyle kişilere aydın denebilir mi!
Bu kişiler takipçilerinin nabzına göre şerbet verir. Neredeyse sadece iktidar partisi ve etrafında kümelenen parti, dernek, sendika gibi kurumları eleştirirler. Çelişkileri yakalanınca veya gerçek ve halkın tepkisi görmezden gelinemeyecek kadar ortada ve büyük olunca, düşük tonlu “haklısınız, orası da var” deyip konuyu geçiştirirler. Onların gerçeklik vurgusu en fazla yanındakinin duyabileceği kadar yüksektir!
Örneğin muhalif kurumlar, emperyalizme tavır almadığında bu aydınlar (!) da tavır almamaktadır. İktidar “İncirlik’i, Kürecik’i kapatabiliriz” dediğinde muhalif bir parti lideri “ABD ile ilişkilerimizi bozmayalım” diye tepki gösterdiğinde, “iktidara muhalefet emperyalizm destekçiliğine neden olmamalı” diye itiraz etmemektedirler. Ya da Atatürkçü olduğunu belirten aydınların Diyarbakır’da evlatları için nöbet tutanların yanında olmamasının önemli bir nedeni budur. Muhalif kesimler, ailelerin nöbetinin iktidar kurgusu veya iktidara yaradığını düşündüğünden, aydınlar, bu algıyla mücadele ederlerse muhalif kesimlerin tepkisinden veya çıkarlarının tehlikeye gireceğinden çekinmektedirler.
Yine “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz”, “sırtımızı PKK’ye yaslıyoruz” diyen mecliste PKK marşı söyleyen HDP’liler “şu kadar oy aldı”, “yasal parti” HDP’ye siyaseten tavır almamaları da bu sebeple. Bu kaskatı gerçekleri söylediğimizde en fazla, “HDP, PKK ile arasına mesafe koymalı” gibi kendilerin de inanmadığı öneri sunup konuyu kapatmaları da bu nedenledir. Muhalif partiler HDP’ye tavır alsa, ikinci gün bu aydınlar (!) da tavır alır. Başkasına göre sürekli tavır belirleyene aydın denir mi!
Uğur Mumcu’da aydın sorumluluğu
Bir de Uğur Mumcu gibi gerçeği yüksek sesle ve olduğu gibi açıklayan, muhalif kesimleri omuzlarından tutup sarsan aydınlar vardır. Uğur Mumcu yaşasa daha geçenlerde yakalanan HDP Esenyurt ilçe örgütünde olduğu gibi HDP örgütlerindeki Öcalan posteri asılırken Atatürkçü kimi yazarların suskunluğuna yanıt verirdi. Geçmişte emperyalizmin niyetlerini, Kürtçülük yapan solun yüzüne söylediği şu sözünü hatırlatırdı:
“Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa, ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”
Şu sözünü de eklerdi:
“ABD için sorun, İran, Irak ve Türkiye’nin birer bölümünü kapsayacak bir Kürt devleti üzerinde şimdiden egemen olmak ve olası petrol yataklarını bu Kürt devleti aracılığı ile elinde tutmaktır.
Kürtler üzerinde ‘Amerikan mandacılığı’ hazırlığına kimse ‘Sosyalizm’, ‘Marksistlik’ ya da ‘Devrimcilik’ etiketi yapıştırmamalıdır.
ABD emperyalizmi, gerçekten ‘emperyalizm’ ise Kürt sorunun bu kadar canlı tutulmasında da bu emperyalist siyasetin güttüğü amaç niçin göz ardı ediliyor?”
Vergilerimiz PKK'ya mı gitsin? Kendi paramızla mı öldürülelim?
Atatürkçü olduğunu belirten kimileri, yazarlarımız en çok da iktidara gelmek için HDP’yi korumaya almıştır. 6 milyon oy verilmişmiş! Parti kapatmak antidemokratikmiş!
Daha iyi çözümünüz var mı? O kadar HDP’yi uyardınız da Öcalan posterini asmaktan, bölücü faaliyetlerinden vaz mı geçti?
Hayır. Her seferinde “ama AKP de geçmişte açılım yapmıştı” deyip iyice batağa batıyorlar. İktidarın geçmişteki yanlışı bugün size yanlış yapma hakkı mı verir yani!
Oysaki kapatılması için iktidara baskı yapabilirler. Böyle düşünenlere soruyorum:
Vergilerimiz PKK'ya mı gitsin? Kendi paramızla mı öldürülelim?
Kimi yazarlarımız, Atatürkçülerimiz ABD’nin “kara gücüm” dediği PYD’ye tavır almamaktadır. Çünkü muhalif kesimlere PYD, “IŞİD’e karşı savaşan laik, vatansever örgüt” olarak tanıtılmıştır.
Kimi sosyalistlerimiz, Kemalistlerimiz, sosyal demokratlarımız FETÖ’yü “Türk dilini yayıyor, okullar açıyor” diye kutlar, Fetullah Gülen ile poz verirken Mumcu yıllar öncesinden, tepkilerini çekmek onları uğruna “tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra general olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” diye uyarmıştı.
Aydın; mutluluğunu halkın mutluluğunda arayan, bu bakımdan kendini halkın sadece muhalefette yer alan kesimine değil tümüne karşı sorumlu hisseden, doğruları savunmak için kendini önemseyenlerin dahi tepkisini, çıkarlarının tehlikeye girmesini göze alan kişidir. Aydının temel derdi övülmek, popüler olmak, makam-mevki, mal-mülk, takipçi artırmak değildir. Aydının önemsediği güç (önemsenme, seslendiği mahallenin büyük olması) değil, gerçektir.[2]
İşte Uğur Mumcu, bu tanıma uyduğu için aydındır ve bir aydın sorumluluğuyla hareket etmiştir.
“İnsanlar sadece konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar”
Dikkat ediyor musunuz, Enes Kara’nın cemaat yurduyla ilgili videosundan sonra “tarikat ve cemaat yurtları kapatılıp devlete devredilsin” diye kesim o kadar az ki! Çoğu tarikatlara sessiz kaldı. Meclisteki partiler “kapatılsın” diyemedi.
“Kapatılsın” diyen kesimler de “kapatılsın” demeyenleri eleştirmedi. Çünkü bunların bir kısmı birbiriyle temasta olduğundan ürkütüp çıkarının zedelenmesini istemiyor. Yönetimlere gelme, vekil, belediye başkanı olma, belediye meclis üyesi olma, okunurluğunu, belediyelerden, parti, dernek, sendikalardan daveti azaltmama derdindeler. Uğur Mumcu ne kadar da doğru söylemiş “İnsanlar sadece konuştukları şeylerden değil, sustukları şeylerden de sorumludurlar” diyerek.
Muhalefetteki aydınların muhalif kesimleri daha fazla sarsması gerekir. Çünkü, aydın, ulaşabildiği kesimler üzerinde etkilidir. Muhalefetteki aydını da muhalif kesim önemsediği için bu kesimi uyarmak sonuç alıcıdır. Peki kaç aydınımız kendini takip edenleri sarsacak?
Bu sorunun yanıtına verilen sayıyı artırdıkça ülkemizin esenliği de o miktarda artacaktır.
Mustafa Solak
[1] Ahmet Özer, “Aydın ve sorumluluğu üzerine düşünceler”, 5.12.2019, erişim tarihi 5.12.2019, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1706284/aydin-ve-sorumlulugu-uzerine-dusunceler.html
[2] Aydın sorumluluğunu Emekli Tümamiral Soner Polat üzerinden işlediğim “Atatürkçülük/ 100 Soru-Yanıt” kitabımı inceleyebilirsiniz.