Gazeteci Nagehan Alçı da Atatürk-2. Abdülhamit ilişkisine girince yazmak şart oldu. Çünkü ülkemizde tarihçilik veya tarihle ilgili söz söylemek öyle basit ki. Arşiv, kitap, gazete, dergi incelemeye gerek yok.
Araştırma yapmadan kendi fikrimize uygun kişileri referans vererek “işte budur” demek adet oldu. Nagehan Alçı gazetedeki köşesinde şöyle yazdı:
“Sultan Hamid-Kemal Paşa zıtlaştırması da esasen tamamen kurgu bir hadisedir. Yalçın Küçük’e göre Atatürk bir Hamitçidir.”[1]
İsmet Bozdağ “Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri” adlı kitabında Çanakkale Zaferinden dolayı Atatürk övgüsü 2. Abdülhamit’in ağzından şöyle aktarmaktadır:
“Bu büyük zaferi Mustafa Kemal adında bir miralay kazandı” diyor. Hatta şunu da söylüyor: “Çanakkale’de İngiltere ve Fransa gibi iki büyük devletin ordusunu ve donanmasını durdurdu. Yüz geri etti.”
Hatta 2. Abdülhamit oğlu Abit Efendi ile Atatürk dost olduklarını, Mustafa Kemal Paşa, kendisine iki ceylan yavrusu hediye ettiğini, bundan memnun olduğunu belirtir. Atatürk devamla şunları der:
“Devletimin yüzünü ağartmış bir Paşa’nın Abit Efendi’ye yakınlık göstermesi bir şahsiyeti olduğunu anlatıyordu. Oğluma münasip bir mukabelede bulunmasını hatırlattım. Biraz vakti halim olsa ‘bir altın saat’ diyecektim ama hem dedikodusundan çekindiğim hem oldukça müzayeka (geçim sıkıntısı) olduğum için bir şey söylemedim.
Bir daha arkadaşına gelecek olursa, haber ver, ben de göreyim, demekle iktifa ettim (yetindim).”
Bir padişah geçim sıkıntısı çekiyor demek! Üstelik de dedikodu olacağından çekiniyor! Örneğin kendisine bağlı olduğu için eğitimsiz askerlere paşalıklar dağıtırken dedikodudan çekinmiyor muymuş?
Atatürk, tahttan indirilen 2. Abdülhamit’in kaldığı Beylerbeyi sarayına gitmiş. 2. Abdülhamit şöyle anlatmış:
“Gerçekten bir defa daha gelmiş, bana haber verdiler. Sırtında bir pelerin vardı ve arkadaşına veda ediyordu. Uzaktan yüzünü iyice seçemedim ama, sıradan askerlere benzemiyordu; tehlikeli bir sükûneti vardı. Enver Paşa'nın kendisinden niçin çekindiğini o zaman anladım. Bunu, Talât Paşa tutuyormuş!.. Bunlar küçük şeyler!..
Çanakkale'de İngiltere, Fransa gibi iki büyük devletin ordusunu ve donanmasını durdurdu, yüzgeri ettirdi ya, bana lâzım olan odur! Muvaffakiyeti için dua ettim.”[2]
Peki Sultan Hamid-Kemal Paşa zıtlaştırması kurgu mu?
Atatürk aslında Hamitçi mi?
Abdülhamit’in Atatürk’ü övdüğü doğru mu?
Çanakkale kara savaşlarında düşman ordularını defalarca durdurdu ama denizdeki yararlığı sınırlıdır. Atatürk karacı bir subaydı. Düşman donanmasını durdurması diye bir şey söz konusu değil. Olayları takip eden, üstelik de kendisini Şam’a süren 2. Abdülhamit bunu bilir.
Atatürk döneminin gazetecilerinden Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu yazılarında 2. Abdülhamit’i eleştirince Atatürk'ün kendisini Çankaya Köşkü’ne davet ettiğini belirtir. 1937 yılındaki görüşmelerinde Atatürk kendisine şunları söylemiştir:
"Abdülhamit, o devrin dünya devletleri arasında, en büyük siyaset dahilerinden biriydi. Hangimiz onun yerinde olsaydık, onun yaptıklarını yapamazdık. O dehası ve ince siyaseti ile, çoktan çökmüş olan Osmanlı İmparatorluğu'muzu tam 33 sene ayakta tuttu. İttihat ve Terakki onu devirdikten sonra, hürriyet, müsavat, uhuvvet (özgürlük, eşitlik kardeşlik) gibi, Masonik sloganlarla Balkanlardaki bütün etnik unsurları birleştirdiler. Onlar da birleşince, bize karşı Balkan Savaşı'nı başlattılar.”[3]
Atatürk “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” sloganını Masonik slogan olarak düşünebilir mi?
Atatürk aksine bu ilkeleri sağlamak üzere 2. Abdülhamit’e karşı mücadele etti. Atatürk’ün sözleriyle göstereceğim.
Etnik unsurların birleşmesinde sadece bu sloganlar etkili olabilir mi?
Yoksa Fransız Devriminden beri gelişen milli devlet algısını dikkate katmak gerekmez mi?
Yunanlar, Bulgarlar, Sırplar bağımsızlıklarını, özerkliklerini İttihat ve Terakki’den önce elde ettiler. Balkan topraklarının önemli kısmı İttihat ve Terakki’den önce elden çıktı.
Gerçekler
Atatürk 2. Abdülhamit hakkında herhangi bir yerde bu sözleri söyledi mi?
Araştırmalarımda bu iddiaları doğrulayacak bir hususa rastlamadım. Aksine Atatürk’ün 2. Abdülhamit karşı mücadelesi, tepkisi söz konusu.
Atatürk, annesi Zübeyde Hanımın ölümü üzerine Karşıyaka'da mezarı başında 27 Ocak 1923’te yaptığı konuşmada annesinin Abdülhamit yönetiminin sonucu acılar çektiğini vurguluyor:
“320 [1905] tarihinde mektepten henüz erkânıharp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti. Hakikaten bir gün beni aldılar ve müstebit (zorba, baskıcı) idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul'a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar müstebit idarenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmekten men edilmiş olan validem göz yaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu.”[4]
Atatürk konuşmasında Abdülhamit tarafından Şam'a sürgün edilmesinden bahsediyor. Atatürk hürriyet, eşitlik, kardeşlik ilkeleri etrafında 2. Abdülhamit’e karşı mücadele etmiştir. Öğrencilik sıralarından beri Abdülhamid idaresine son vermek düşüncesi vardır. Bu yüzden 2. Abdülhamit’in hafiyelerince takip edilmiş, zindanda aylarca kalmış ve Şam'a sürülmüştür. Atatürk 31 Mart Olayı’ndan sonra Rumeli'den İstanbul'a gelip Abdülhamid'in iktidarına son veren Hareket Ordusu'nun subaylarındandır. Atatürk 1927 yılında mecliste Nutuk adlı eserini okurken “Efendiler, muhtelif vesilelerle işitmiş olacağınıza şüphe yoktur ki, ben erkânıharp yüzbaşısı olur olmaz, Sultan Hamit tarafından Suriye'ye sürüldüm”[5] diye belirtecekti. Atatürk Suriye Başbakanı Cemil Mardam ve Adil Arslan ile görüşmelerinde de “Gençliğimde Şam'da bulundum. Sürgün olarak, Abdülhamit zamanında. Suriye'nin daha birçok şehirlerinde de yaşadım”[6] diyecektir.
Atatürk, Abdülhamit yönetimine karşı mücadelesini ve nedenlerini Vakit gazetesi yazarı Ahmet Emin Yalman’la yaptığı 24 Aralık 1921 tarihli görüşmesinde şöyle anlatmıştır:
“Harbiye senelerinde siyaset fikirleri baş gösterdi. Vaziyet hakkında henüz nüfuzlu bir bakış hasıl edemiyorduk. Sultan Hamid devriydi. Namık Kemal Bey'in kitaplarını okuyorduk. Takibat sıkı idi. Çoğunlukla ancak koğuşta yattıktan sonra okumak imkânını buluyorduk. Bu gibi vatanperverane eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu hissettiriyordu. Fakat bunun mahiyeti gözlerimiz önünde tamamıyla billurlaşmıyordu. Erkânıharp sınıflarına geçtik. Alışılmış olan derslere iyi çalışıyordum. Bunların üzerinde olarak bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık. Binlerce kişiden ibaret olan Harbiye talebesine bu keşfimizi anlatmak hevesine düştük. Mektep talebesi arasında okunmak üzere mektepte el yazısıyla bir gazete tesis ettik.”[7]
Makedonya’da cemiyetin şubesini açmak için gizlice Şam’dan Selanik’e gitmiştir. Afet İnan’ın da belirttiği gibi Atatürk “Harp Akademisi'nden çıkar çıkmaz 5. Ordu'ya sürülmüş”, Şam’da Atatürk Dr Mustafa'nın evinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuş ve cemiyeti Cemiyeti’ni Makedonya'ya yaymayı düşünüyordu. Bu amaçla Selanik’e vardığında İnan, Selanik’te cemiyetin kurulmasını da şu şekilde anlatmaktadır:
“Şimdi hafif bir merasim işi kalmıştı: Komiteye sadakat yemini!
Mustafa Kemal bu yeminin silah üzerine yapılmasını teklif etti; çünkü, inkılabın yürüyebilmesi için icabında müracaat edilecek vasıta yine silahtı. Silah sözü üzerine pijamalı Edebiyat Hocası cebini yoklarken Mustafa Kemal, Topçu Subayı Hüsrev'e dönerek ‘Silahın var mı?’ dedi. Hüsrev ‘Var efendim’ cevabıyla tabancasını çıkardı.
Mustafa Kemal tabancayı aldı ve masanın üstüne koydu.
‘-Arkadaşlar’ dedi, ‘inkılap için bu silah üzerine yemin ediyoruz, unutmayınız ki, burada birbirimize verdiğimiz söz inkılap sözüdür; ve onun olması için icabında silah kullanmaktan da çekinmeyeceğiz! ‘ “[8]
Bu toplantıda yer alan Hüsrev Sami Kızıldoğan da Afet İnan’ın yazarak o gün yaşananları şöyle açıklamaktaydı:
“Kahveler içildikten, Hakkı Baha ile bazı latifeler yapıldıktan sonra Mustafa Kemal oturduğu koltuktan doğrularak ağır ve vakur bir sada ile ‘Arkadaşlar’ dedi, ‘bu gece burada sizleri toplamaktan maksadım şudur:
Memleketin yaşadığı vahim anları size söylemeye lüzum görmüyorum. Bunu hepiniz idrak ediyorsunuz. Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifelerimiz vardır. Onu kurtarmak yegâne hedefimizdir. Bugün Makedonya'yı ve tekmil Rumeli kıtasını vatan camiasından ayırmak istiyorlar. Memlekete yabancı nüfuz ve hâkimiyeti kısmen ve fiilen girmiştir. Padişah zevk ve saltanatına düşkün, her alçaklığı yapacak iğrenç bir şahsiyettir. Millet zulüm ve istibdat altında mahvoluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yok olma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir. Tarih bugün biz evlatlarına bazı büyük vazifeler yüklüyor. Ben Suriye'de bir cemiyet kurdum. İstibdat ile mücadeleye başladık. Buraya da bu cemiyetin esasını kurmaya geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve teşkilatı yaymak zaruridir. Sizden fedakârlıklar bekliyorum. Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilal ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, kısaca vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum.”[9]
Daha da örnek verilebilir ama bu kadarı Atatürk’ün ve Abdülhamit’in hatıraları diye sunulan bilgilerin yanlışlığını ortay koymak için yeterlidir diye umuyorum.
[1] Nagehan Alçı, “RTÜK Başkanı’ndan gelen telefon ve muhalif kanalların durumu“, Habertürk, 4.7.2020, erişim tarihi 4.7.2020, https://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/2733440-rtuk-baskanindan-gelen-telefon-ve-muhalif-kanallarin-durumu
[2] İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, 6. Basım, İstanbul, 1985, s.158-159.
[3] Necati Aydın,
“Abdülhamit En Büyük Siyaset Dâhilerinden Biriydi”, Önce Vatan,
6.6.2017, erişim tarihi 5.7.2020, https://www.oncevatan.com.tr/abdulhamiten-buyuk-siyaset-dhilerinden-biriydi-makale,39040.html.
[4] Hâkimiyeti Milliye, 29 Ocak 1923, No: 725, s.1-2; Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri İzmir Yollarında,Matbuat Müdüriyeti Umumiyesi Neşriyatı, İstihbarat Matbaası, Ankara, 1923, s.51-53; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.74-76.; Atatürk'ün Bütün Eserleri (Atabe), c.14, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014, s.393-394.
[5] Atabe, c.20, s.248.
[6] Atabe, c.30, s.122.
[7] Ahmet Emin, "Büyük Millet Meclisi Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Tarihçe-i Hayatı",
Vakit, 10 Ocak 1922; Atabe, c.12, s.162.
[8] Âfet (Türk Tarih Kurumu Asbaşkanı), “Atatürk'ü Dinlerken: Mukaddes Tabanca”, Belleten, 1 Ekim 1937, c.1, Sayı: 3-4, s.605-610; Ulus, 19 Mart 1938, s.1, 8; Ülkü, Nisan 1938, c.11, Sayı: 62, s.97-101; Afetinan, Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1959, s.49-55; Atabe, c.30, s.21-25.
[9] Hüsrev Sami Kızıldoğan, "Vatan ve Hürriyet = İttihat ve Terakki", Belleten, 1 Ekim 1937, c.1, Sayı: 3-4, s.619-625. Ayrıca bkz. Ulus, 20 Mart 1938, s.1, 8; Atabe, age, s.28.