Zanka

Mustafa Solak

Twitter


Mustafa Solak

“Atatürk Samsun’a neden yollandı?” sorusundan daha anlamlı olanı “Atatürk Samsun’a çıkmanın yollarını aradı mı?” sorusuna yanıt vermektir. Çünkü hem Atatürk’ün Samsun’a çıkmadan önceki kurtuluş çarelerini hem de birinci sorunun yanıtını barındırmaktadır. Bu kurtuluş çarelerinin neler olduğunu 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasıyla beraber incelemek gerekir. Ateşkes antlaşması imzalandığı vakit kendisinde beliren kanaat şuydu:

“Devleti Aliyei Osmaniye bu mütarekename [ateşkes antlaşması] ile kendini bilakaydüşart (kayıtsız şartsız) düşmanlara teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası için ona muaveneti (yardımı) de vadetmiştir.”[1]

Ali Faut Cebesoy gibi güvendiği komutanlara, silahların Anadolu içlerine nakledilmesini söyler. Milli mücadele fikri o vakit vardı.

İktidarda Sadrazam Ahmet İzzet Paşa hükümeti vardır. Atatürk o sırada Adana'da Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı olarak bulunmaktadır. Barış antlaşmasının kolay imzalanmayacağını öngörerek, ateşkes antlaşmasının tüm yurdun kayıtsız ve şartsız teslimini hafifletmeye, orduyu terhis etmemeye ve hükümet değişikliği olursa, kendisinin Harbiye Nazırlığı'na (Bakanlığı’na) getirilmesine çalıştı. Bu hususlara sadrazamla yazıştı.

Sadrazama yolladığı telgrafta “antlaşma olduğu gibi tatbik edildiği halde memleketin baştan nihayete kadar işgal ve istilaya maruz kalacağı” ve “düşmanların her dediğine baş üstüne demekten doğacak neticenin bütün Türkiye'ye bu müstevlilerin [işgalcilerin] hakim olmasını intaç edeceğine [neticelendireceğine] şüphe edilmemek lazım geldiğini ve bir gün Osmanlı hükümetinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini”, “bırakışma koşulları arasındaki yanlış anlamaları giderecek önlemler alınmadıkça orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkan kalmayaca”ğını anlatmıştır.

Bu esnada Atatürk, İngilizler İskenderun'a asker çıkarırsa İngilizlere ateşle direnilmesini emreder. Harbiye Nazırlığı buna karşı çıkınca “İngilizlerin kandırıcı teklif ve hareketlerini İngilizlerden ziyade mazur gösterecek emirleri” uygulamayı yaradılışına uygun bulmadığı gerekçesiyle kumandayı teslim etmek üzere yerine başkasının atanmasını ister.

Bu yazışmalarda mevcut hükümeti İngilizlerin isteklerine kayıtsız boyun eğmekle eleştirmekte ve emirleri yerine getiremeyeceğini belirtmektedir. Dönmesi emredilince İstanbul’a vardığında düşman gemilerini izleyen Atatürk “geldikleri gibi giderler” diyecekti.

Atatürk İstanbul’da önce düşmana direnecek bir hükümetin başa gelmesi için çeşitli görüşmeler yapar. Kendisi de Harbiye Nazırlığı’na niyetlidir. Daha gelmeden öce bu niyetini Ahmet İzzet Paşa’ya belirtmiştir; fakat önerdiği isimler bakan olduğu halde kendisi dışarıda bırakılmıştır. İstanbul’a vardığında Ahmet İzzet Paşa iktidardan çekilmiştir. Kendisiyle yaptığı görüşmede Atatürk onun bu hareketini doğru bulmadığını, sadrazamlık önerilen Tevfik Paşa’nın hükümetinin güvenoyu almasını önleyerek Ahmet İzzet Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kurulmasını önerir. Bu önerisi kabul edilir.[2]

Atatürk bunun üzerine meclise giderek milletvekillerinden Tevfik Paşa hükümetine güvensizlik oyu verilmesini ister. Vekiller kabul etmelerine rağmen oy verme aşamasına gelince birçoğu farklı davranır ve Tevfik Paşa hükümeti güvenoyu alır.

Bundan sonuç alamayınca padişah Vahdettin’i etkilemeye çalışacaktır. Daha önce, birlikte 1917’de Almanya’yı ziyaret etmişlerdi. Vahdettin’e bir ordu komutanlığını üzerine almasını ve kendisini de kurmay başkanı olarak görevlendirmesini rica etmişti ama Vahdettin buna yeltenmemişti. Vahdettin'den randevu alan Atatürk, padişahın kendisini şunu dediğini belirtir:

“Ordunun kumandan ve zabitleri eminim ki, seni çok severler, bana teminat verir misin ki, onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir.”

Atatürk bunun için bir sebep olmadığını belirtse de padişah “yalnız bugünden bahsetmiyorum, bugünden ve yarından” diyecektir. Atatürk bu sözü şöyle değerlendirecektir:

“Son cümle, bende bir şüphe uyandırdı, demek ki, yarın padişahın öyle bir hareket yapmak ihtimali vardır ki, ordu vatanperver kumandan ve zabitleri müteessir olabilirler. Zatı şahane beni iğfal ederek [kandırarak], vasıtamla onlardan emin olmak istiyor, fakat bu düşüncemi kendisine nasıl izah edebilirdim ve böyle bir izahta bulunmak kendim için ve maksat için faydalı olur muydu?

Karşımdaki adam kararını çoktan vermiş görünüyordu, biz ise bu kararın ne olduğunu anlayamayan veya anlamak istemeyen kimselerle temasta kalmış, mukabil hiçbir tedbir almaya zaman ve fırsat bulamamış vaziyette idik.”[3]

Vahdettin’in tedirginliği birkaç gün sonra anlaşılacaktı. İşgalci devletler, ateşkes antlaşmasına dayalı olarak yapılan işgallerin haksızlığını, Ermeni soykırımı iddiasıyla yapılan tutuklamaları, vatanseverler ve basın üzerindeki eleştirdiklerinden meclisin dağıtılmasını istemişlerdi. Kaderini işgalcilere teslim eden padişah da 21 Aralık 1918’de Meclisi Mebusan’ı feshetmişti. Atatürk bu gelişmeler üzerine padişahla görüşmesini padişahın, Meclisi Mebusanı dağıtmak üzere karar verdiğine ve bu sebeple de ordudan bir zarar gelmeyeceğine dair kendisinden görüş almaya yormuştur.

Yeni bir hükümet kurma ve kendisinin Harbiye Nazırı olma hevesi başarısızlıkla sonuçlanınca padişahtan da umudu kesen Atatürk arkadaşlarıyla ihtilalci bir komite kurmaya karar verir. Düşünceleri arasında “padişahı değiştirmek, hükümeti düşürmek, yeni bir hükümet teşkil ederek daha azimli hareketlere başvurmak” gibi çareler vardır.[4] Fakat  “Vahdettin'i öldürmekten, hükümeti düşürmekten esaslı bir netice almaya imkan” olmadığına hükmeder. Çünkü “yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngüleri karşısında bulunmak vaziyetinden kurtulmuş olmayacaklardı.”[5]

Bundan da vazgeçen Atatürk, İsmet İnönü Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay gibi güvenilir arkadaşlarıyla temaslarını sürdürür. Anadolu’ya göreve gidenlerin silahları teslim ve orduyu terhis etmemeyi kararlaştırırlar. Kendisi de artık bir an önce yetkili veya yetkisiz Anadolu’ya geçmenin çaresine bakar. İsmet İnönü’ye şöyle açılır:

"Hiçbir sıfat ve salahiyet sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir?”

Atatürk önemli bir görev almak için çeşitli bakanlarla ve siyasetçilerle temas kurar. Zaten Vahdettin hükümetlerinde aylarca yapılan tartışmalarda “Mustafa Kemal'e emniyet edilemez! Mustafa Kemal İstanbul'da birtakım menfi telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal'i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli!” fikrinde mutabık kalırlar. Bunun için de “Samsun ve çevresinde Rum köylerinin Türkler tarafından her gün saldırıldığı ve bunun önüne geçilmesi” gerekçesi bulunur.[6] İngilizler, hükümetten, Türklerin saldırılarının durdurulmasını ve ellerindeki silahların toplanmasını istemişlerdir. Atatürk artık bu görevin en geniş yetkilerle donatılması için Harbiye Nazırlığı’nda İkinci Reis Kazım Paşa ile görüşür. Ona niyetini şöyle açıklar:

“Her ne sebep ve maksatla, beni İstanbul'dan uzaklaştırmak için vesile aramışlar ve bu memuriyeti bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten şu veya bu suretle Anadolu'ya geçmek fırsatı arıyordum. Mademki onlar teklif ettiler, fırsattan mümkün olduğu kadar istifade etmeliyiz!"

Harbiye Nazırı, başbakan ve padişah imzasıyla Atatürk’e görev belgesi verilir. 16 Mayıs’ta Samsun’a hareket etmeden bir gün önce düşman gemilerinin baktığı Yıldız Sarayı'nda yaptıkları görüşmede Vahdettin, şunu diyecekti:

"Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti:) tarihe geçmiştir…Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin!”

Atatürk'ün bu sözleri değerlendirmesi ise şöyledir:

"Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu, bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli addettim. Kendisine basit cevaplar verdim: ‘–Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.’ Söylerken, kafamdaki muammayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, temayüllerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim? Memleketi kurtarmak lazımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl hemen hüküm veririm: Vahdettin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek mesnedimiz İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tedib edersem [cezalandırırsam], Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım. ‘-Merak buyurmayın efendimiz, dedim, nokta-i nazar-ı şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.’"[7]

Ertesi gün Samsun’a hareket eden Atatürk, 19 Mayıs’ta varır. Fakat bir üre sonra işgalciler Atatürk’ün ne amaçla gittiğini anlayacaktır. Çünkü Atatürk komutanlara ve halka yönelik telgraf ve bildirilerinde işgallere direnilmesini, askerin terhis edilmemesini, silahların teslim edilmemesini söyleyecek, İzmir’in işgalini protesto edecektir.

İngiliz Amiral Calthorpe, Osmanlı Hükümeti'ne verdiği bir nota ile, "Samsun sancağından endişe verici haberler alındığını, bazı kişilerin çıkardıkları olaylarda Mustafa Kemal Paşanın başrolü oynadığını belirterek, Karadeniz Ordusu Başkumandanı General Milne tarafından değiştirilmesi için Harbiye Nezaretine direktif verildiğini belirtir. Atatürk Samsun’a ayak bastığından 20 gün sonra, 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağırılır. Hükümet, 23 Haziran 1919’da İstanbul’a gelmediği ve "halkı hükümete karşı tahrike teşebbüs ettiği" gerekçesiyle, kendisini azleder. Artık resmi görevi kalmamıştır. Yerine Bahriye Nazırı Hurşit Paşanın tayin edilir. Dahiliye [İçişleri] Nazırı Adil Bey, 29 ve 30 Temmuz 1919 tarihiyle hemen tüm il ve kaymakamlıklara gönderdiği şifre telgrafla, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Beyin yakalanarak derhal İstanbul'a gönderilmelerini ister.

Görüldüğü gibi Atatürk daha ateşkes antlaşması imzalanır imzalanmaz, düşmana kayıtsız şartsız teslimiyet konunda ilgileri uyarmış, silahları Anadolu içlerine sevketmeye çalışmıştır.

Kurtuluş çaresi olarak kendisinin Harbiye Nazırı olacağı vatansever bir hükümeti işbaşına getirmeyi tasarlamışsa da başarılı olamamış ve Anadolu’ya geçme kararı almıştır. Dolayısıyla kimilerinin dediği gibi “Atatürk Samsun’a vatanı kurtarması için yollandı” fikri Atatürk’ün anlatımıyla ve Samsun’a vardıktan sonra İstanbul’a çağrılması, görevinden azledilmesi, tutuklanması emirleriyle çürümektedir. Sonrasında da Atatürk ve Kuvayi Milliye önderlerinin kafir ilan edilmesi, idam fermanları, Halife ordusunun milli güçler üzerine yürütülmesi söz konusu olacaktı.

 

 

 

[1] Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1998, s.78-79.

[2] Age,s.97.

[3] Age,s.100-101.

[4] Age,s.108.

[5] Age,s.109.

[6] Age,s.124-125.

[7] Age,s.139.

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver