Çanakkale savaşlarında 18 Mart 1915’teki Deniz Savaşı öne çıkarılarak Atatürk’e değinilmez. Çünkü Atatürk karacıdır ve esas rolü denizde değil karadadır. Deniz savaşının yenilgisi üzerine düşman 25 Nisan’da karaya asker çıkarır. İşte bugün Atatürk düşman askerini Conkbayırı’nda karşılar. Atatürk’le sorunu olan kesimleri anlıyorum ama Atatürkçü kurumlarımız, aydınlarımız neden 25 Nisanları önemsemez?
Bunun önemli sebebi 25 Nisan günü geldiğinde tarihçilerimizin, yazarlarımızın, dernek, sendika, parti yöneticilerimizin kara savaşlarını anmamasıdır. Bir diğer sebebi 18 Mart zaferini anmanın gelenekselleşmiş olmasıdır. 18 Mart zaferinin anılması 25 Nisan’ın hatırlanmasını engellememelidir.
Kara savaşlarında 19. Tümen Komutanı Atatürk’ün rolünü ve önemini gösterelim.
Çanakkale ve Gelibolu’nun savunmasından sorumlu 5. Ordu’nun komutanı Liman von Sanders düşmanın karaya çıkıp ilerlemesine izin verilmesini ve düşmanla kıyıda değil karada savaşılmasını savunuyordu. Atatürk ise, düşmanın karaya çıkarılmasına izin vermeden kıyıda karşılanması fikrindeydi. Dahası Sanders’ten farklı olarak düşmanın Kabatepe-Arıburnu bölgesinden karaya çıkacağını hesaplıyordu ve gerçekten de böyle olmuştur.
Atatürk’ün tümeni 5. Ordu’nun ihtiyat kuvvetiydi. Yani düşmanla esas çarpışacak kuvvet kendi kuvveti değildi. Diğer kuvvetler ihtiyaç duyduğunda cepheye nakil olacaklardı. Atatürk düşmanın karaya asker çıkardığını haber alır almaz düşmana taarruz edilmesi gerektiğini düşünür ve kendisinin bağlı olduğu Kolordu Komutanı Esat Paşa’dan izin ister. Esat Paşa, ordu komutanına danışmak için 4-5 saatlik uzaklıktaki ordu komutanı Sanders’in yanına gider. Fakat bu süre bir savaş için çok uzundur. Atatürk ihtiyat kuvveti olduğunu düşünmeksizin inisiyatif kullanarak emrindeki 57. Alay’la çıkartma bölgesine gider. Emre uymamanın gerektirdiği sorumluluğu ve riski göze almıştır. Elindeki kuvvetler ordunun elindeki tek yedek kuvvettir ve düşman başka bir noktaya daha çıkarma yaparsa düşman üzerine gönderecek kuvvet kalmayacaktır. Bu önemli bir riskti.
Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!”
Arıburnu’ndan karaya çıkan düşman Conkbayırı’na ilerlemektedir. Düşmanın çıkarma yaptığı bölgeye birkaç saatlik bir yürüyüşten sonra askerlerine dinlendirir ve kendisi askerlerinden 10 dakika uzak bir Conkbayırı’na düşmanı gözetlemeye gider. Düşmanı karşılayan Türk askerinin kaçmakta olduğunu görünce “düşmandan kaçılmaz” dese de “cephanemiz kalmadı” yanıtını alır. Düşman, O’na kendi askerlerinden daha yakındır. Kendi birliğinden olmayan bu askerlere komutanlık yapan askere süngü taktırır. Atatürk “Bu askerler süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır” demiştir. Yanındaki asker aracılığıyla dinlenmekte olan 57. Alayın yanına gelmesini sağlar. Atatürk şu emri verir:
“Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir!”
Düşmanı kıyıya kadar sürülür.
“Kaderin adamı”
Atatürk’ün başarısını İngiliz General Aspinal Oglander şöyle der:
“Anzak Kolordusunun 25 Nisan’da ilk ihraç (asker çıkarma) gününde hedefini zaptetmeye muvaffak olamayışının en birinci âmili bu subayın bizzat mevcudiyeti ve vaziyete hâkim olmasıdır. Müşarünileyhin (adı geçen yüksek kişinin) 9 Ağustos’ta bir an içinde şimal mıntıka komutanlığına tayin edilerek burada gösterdiği yüksek cesaretli hareketlerdir ki, 9ncu Kolordunun ilerlemesine mani olmuş ve bunu durdurmuştur. Yirmidört saat sonra müşarünileyhin bizzat yaptığı bir keşiften sonra Conkbayırı’nda yaptığı çok parlak bir mukabil taarruz neticesinde Türkler Sarıbayır Sırtları üzerinde gayrıkabili zapt bir mevziye yerleştiler. Tarihte, bir tümen komutanının üç muhtelif yerde vaziyete nüfuz ederek yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bir seferin akıbetine ve belki bir milletin mukadderatına tesir yapacak vaziyet ihdas etmesine nadiren tesadüf edilir.”[1]
Dördüncü ordunun Kurmay Başkanı Ali Fuad Erden ‘’Çanakkale’de en buhranlı anda, en lüzumlu adam bulundu. Harbin seyrini çeldi.” demiştir. Hatta Erden, Denizcilik Bakanı Sir Winston Churchill’in Atatürk’ü “kaderin adamı” olarak değerlendirdiğini aktarır.[2]
Rauf Orbay da Atatürk’ün İstanbul'u (Başkenti) kurtardığını şöyle belirtir:
“Mustafa Kemal Bey, bu surede; Boğazın düşman eline geçmesine mâni olarak, Çanakkale muharebelerinin o andan itibaren siper savaşına çevrilmesini ve nihayet -İngilizlerin aman deyip çekilişleriyle- Yarımadanın ve dolayısıyla İstanbul'un kurtulmasını temin etmiş oluyordu.
Bizi Asya’ya atarak müttefiklerimizden ayırdıktan sonra Ruslarla birleşmek isteyen İngiliz plânına, doğru kararı ve başarılı saldırıları ile ilk engel olan şüphesiz Mustafa Kemal Bey’dir.”[3]
Atatürk İstanbul'un ele geçirilerek devletin savaşın dışında kalmasını engellemiş ve savaşın uzamasını sağlamıştır. Elbette tek başına değil ama Rauf Orbay’ın belirttiği gibi buna ilk engelin Atatürk olması önemlidir.
Atatürk’ün kara savaşlarındaki rolüne dair 1. Anafartalar, 2. Anafartalar gibi çeşitli zaferleri örnek verebiliriz ama hepsinin başlangıcı 25 Nisan 1915 tarihidir. Bu tarihi önemsemeli ve 18 Mart’ta olduğu gibi devlet ve dernek, sendika, parti gibi kurumlar olarak 25 Nisan’da da etkinlikler düzenlemeliyiz. Mesele sadece Atatürk’ün önemini öne çıkarmak değildir. Deniz savaşından daha fazla olarak 8 ay süren kara savaşlarını hatırlamak ve savaşın kaderini tayin eden 25 Nisan’ı kara savaşlarının başlangıcı olarak sembolik günü olarak anmak gerekir.
Tarihçi
MUSTAFA SOLAK
[1] General C.F. Aspinall-Oglander, Çeviren Dz. Yzb. M. Hulusi, Büyük Harbin Tarihi, Çanakkale Gelibolu Askerî Harekâtı, Genelkurmay Yayınları, Askerî Matbaa, 1940, Cilt II, s. 471.
[2] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Sena Matbaası, İstanbul, 1980, s.92.
[3] Rauf Orbay, Rauf Orbay'ın Hatıraları (1914 - 1945), Yayına Hazırlayan Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2005, 151-152.