Zanka

Son dönemin tartışmalı kurumlarından Diyanet’in eğitimle ilgili yaptığı yeni planların, Diyanetin 2021 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nda yer aldığı ortaya çıktı.

Rapora göre, Diyanet İşleri Başkanlığının, 4-6 yaş grubu çocuklara yönelik Kur’an kurslarının zorunlu eğitim sisteminin ilk basamağı olması için plan yaptığı, 13-18 yaş grubunun ilgi, ihtiyaç ve seviyelerine uygun müstakil yaz Kur’an kursları çalışmalarının tamamlanmasını amaçladığı ortaya çıktı.

Kur’an kurslarının örgün eğitim sisteminin bir parçası olmasına yönelik somut bir hedef dikkat çekilen raporda: “4-6 yaş grubu Kur’an kurslarının okul öncesi zorunlu eğitimden sayılmasına yönelik MEB ve ilgili akademisyenlerle toplantı gerçekleştirilecektir.” denildi.  4-6 yaş grubu Kur’an kursu öğreticilerine yönelik yüksek lisans programı açılmasına yönelik 29 Mayıs Üniversitesi ile toplantı yapılacağı vurgulandı. Anlaşılan, Türkiye Diyanet Vakfı; öğrenci yurtları, gençlik merkezleri, cezaevleri, hastane, üniversite kampüsleri gibi yerlerde Kur’an kurslarının açılması hedeflerinin ötesinde başka bir problemli eylemlere imza atmayı düşünüyor ve niyetini saklamıyor.

Aslında söylenmek istenen ama bir türlü ağızda ıslandığı halde dışarı vurulmayan bakla gayet net; SIBYAN MEKTEBLERİ’nin tekrar devreye sokularak Atatürk ilke ve inkılâplarından Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ilgası, yani köhnemiş ve tarihin olumsuz deneyimine mahkûm olmuş İslami bir müesseseyi yaşama sokmak ve çağdaş yaşam ile pozitif bilim alanına dinsel kabulleri egemen kılmaktır. Zaten Ayasofya’nın müzelikten çıkarılıp cami olarak açılması sürecinde İslamcıların, Sultan I.Mahmut’un Sıbyan Mektebi’nin açılmasını talep etmesi, Diyanet’in bugünkü planının bilinçaltı seslendirilmesiydi.

SIBYAN MEKTEPLERİNİN İLK DÖNEMLERİ

Osmanlıların ilköğretim seviyesindeki okullarına genel olarak "sıbyan mektebi"
veya "mahalle mektebi” denilmektedir.

Sıbyan, Arapça bir kelime olup Sabi (çocuk) kelimesinin çoğuludur. Sıbyan Mektebi çocuklar için açılmış okul demektir. 

Sıbyan mekteplerine “mekteb”, “darüttalim” , “mektephane”, “muallimhane”, “darülilm” veya “küttab”; yoksul çocuklar için açılanlara da “küttab-ı sebil” veya “mekteb-i sebil” deniliyordu. Küttab veya mekteb, “yazı öğretilen yer” anlamına gelir, burada önceleri
sadece yazı öğretiliyordu. Ancak sonra temel islami bilgiler de bu okullarda verilmeye
başlanmıştır.
Selçuklularda da aynı tip öğretim kurumları vardı.

Sıbyan mektepleri, okuma-yazma, dinî bilgiler ve basit hesap işlemlerinin
verildiği ilkokullardı. Hemen her mahallede bulunduğu için "Mahalle Mektepleri" veya
taş bina olarak inşa edildiği için "Taşmektep" denilen bu okullar, örgün eğitimin ilk
basamağını oluştururlardı. Okuma-yazmanın yanında ahlaki terbiye verilmesi de
amaçlanıyordu.

 

Sıbyan mekteplerinde bugünkü gibi sınıf, ders saati ve teneffüs ayarlaması yoktu. Sabahtan ikindiye kadar ders verilir, yalnız öğle paydosu
yapılabiliyordu.

Önceleri, sıbyan mektepleri için özel olarak yetiştirilmiş öğretmenler olmadığı gibi,
okul denebilecek binalar da yoktu. Mescitleri kirletebilecekleri düşüncesiyle, onlara
mescitlerde yer verilmeyince bu okullar özel evlerde, mescit ve cami kenarlarında vs. yer bulmuş, her mahallede ve hemen her köyde açılmışlardı.

Sıbyan mektepleri, bizzat devlet tarafından değil; padişahlar, sadrazamlar, vezirler gibi devletin üst kademesinde yer alan kişiler, ilim sahipleri ve halk arasındaki maddi gücü iyi olanlar tarafından yaptırılırdı.

Çocukların sıbyan mektebine başlama yaşı, 5-6 civarında idi. Bitirme yaşı ise 13-15
yaşları arasında, buluğ çağında olurdu. Başlamalar, özellikle Osmanlılarda, "amin alayı" denilen, çocukların ve öğretmenlerin katıldığı, ilahiler okuyarak o yerleşim yerinde yürüyüş yapılan bir törenle olurdu.

Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı bir programa göre, Eyüp ve Ayasofya
medreselerinde sıbyan mektebi öğretmeni olmak isteyen öğrenciler, genel medrese
programlarından ayrı bir program izleyecektir. Bu programda Tartışma Kuralları ve
Öğretim Yöntemi vb. dersler bulunacak, Fıkıh gibi medreselerin en temel ve zor
dersleri yer almayacaktır. Ancak Fatih’in yaptırdığı bu program bir süre sonra
kaldırılmış, yüz yıllarca geleneksel biçimde sıbyan mektebi öğretmeni düzeni sürüp gitmiştir.

Geleneksel düzene göre sıbyan mektebi öğretmeni olarak aşağıda
belirtilen kişilerden biri olmak yeterliydi:

•    Cami imam ve müezzinleri,

•    Biraz okur-yazar olan, orta yaşlı ve ağırbaşlı kişiler,

•    Ölen bir öğretmenin uygun nitelikleri taşıyan oğlu,

•    Bazı hafız ve okumuş kadınlar.

Tüm Müslüman toplumlarda, sıbyan mekteplerinin genellikle tek temel dersi,
Kur’an’ın, anlamı açıklanmadan, yalnızca okunuşunun öğretilmesi idi. Osmanlı sıbyan mekteplerinde çocuklara ayrıca temel dini bilgiler ve uygulamalar, ahlak bilgileri, ibadet ve yetenekli çocuklara anne babalarının isteği üzerine hafızlık öğretilirdi. On yaşına kadar Kuran'ı hatmeden çocuk, daha sonra kelime bilgisi,
hitabet, dilbilgisi, edebiyat, tarih gibi ek konular üzerinde üç yıl daha çalışabilirdi.

Okul programlarında bulunan yazı öğretimi çok başarısız oluyordu. 1862 yılından
itibaren İstanbul’daki 36 sıbyan okulunda yeni bir harf öğretme biçimi denenmeye
başlandı. Devlet bu okullara parasız taş tahtalar, taş kalemler ve divitler dağıttı. Daha
sonra aynı amaca yönelik numune iptidaileri kuruldu. Selânikli öğretmenlerden bir ekol ortaya çıkıp yeni bir yazı öğretme ve alfabe biçimi ortaya çıkardı. Çok sert tepkiler gören bu akım, ilköğretim ıslahatını bir "Elifba" ıslahatı haline dönüştürdü.

 

EĞİTİMDE KURUMLAŞMAYA DOĞRU İLK ADIMLAR

Türk ilköğretim sistemi 19. yüzyılda büyük değişmelere uğradı. 1824’ te II.
Mahmut, yayınladığı bir fermanla ilköğretimi “mucburi” yapmış ve “her şeyden evvel
dinî zaruretlerin öğretilmesi” sınırlarına sıkıştırmıştır. İlköğretimi zorunlu
hale getiren padişah fermanı, Yeniçeri Ocağının kaldırılması ile ilgili uğraşılar ile Rus ve
Mısır savaşları gibi nedenlerden dolayı, İstanbul’da bile 1839’ a kadar yeterince
uygulanamamıştır. Taşra okullarına ise bu zorunluluğu götürecek ve
denetleyecek bir makam bulunmamaktadır. 1850’lerden itibaren devlet,
ilköğretim kademesini denetim altına almak için pek çok girişimlerde bulundu, reform
yanlılarına destek verdi.

1845 yılında eğitim işlerini görüşecek bir “Geçici Eğitim Kurulu” (Meclis-i
Maarif-i Muvakkat) oluşturulmuş, eğitim sistemi ilk, orta ve üniversite
sisteminde basamaklandırılmıştır. Kurul, ayrıca kalıcı bir “Eğitim Kurulu” (Meclis-i
Maarif-i Daimi) kurulmasına da karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda 1846 yılında
kalıcı bir “Genel Eğitim Kurulu” (Meclis-i Maraif-i Umumiye) kurulmuştur. Kurul,
ilköğretimin sıbyan derecesinde zorunluluğu, dayağın eğitim kurumlarından kaldırılması, ilkokulu bitirme sınavlarının konulması ve başaranların ortaokula (rüşdiye) alınması gibi önemli kararlar alan, devlet kurumları içinde doğrudan doğruya ve sürekli olarak eğitim işlerini düzenlemekle ilk kurul durumunda olmuştur. Bu doğrultuda görev yapacak olan “Okullar Genel Müdürlüğü” (Mekatib-i Umumiye Nezareti) ise 8 Kasım 1846 tarihinde kurulmuştur.

 

1856 yılında yayımlanan Islahat Fermanı, eğitim işlerinin daha derli toplu ve ciddi
biçimde yürütülmesini kapsamakta ve “Bakanlar Kurulu” (Meclis-i Vükela) içinde bir de “Eğitim Bakanı” (Maarif Nazırı) bulunması gerektiğini belirtmektedir. Bu karar
doğrultusunda 17 Mart 1857 tarihinde “Eğitim Bakanlığı” (Maarif-i Umumiye Nezareti)
kurulmuş ve bakanlık düzeyinde ilk eğitim örgütü olmuştur. İlk Milli Eğitim Bakanı
Abdurrahman Sami Paşa (1857-1861) ve ilk müsteşar da bilim adamı Hayrullah
Efendi’dir. Bakanlık, kuruluşundan dört yıl sonra, 3 Mart 1861 tarihinde Bakanlığın
görevleri ile ilgili bir yönerge (talimat) hazırlanmıştır. Bu doğrultuda, 10 Şubat 1864 yılında, Bakanın emriyle, ilköğretim, orta ve yüksek
öğretim genel müdürlükleri (daire) kurulmuştur. 1866 yılında da ders kitaplarını
hazırlamak üzere “Yayımlar Dairesi” (Telif ve Tercüme Dairesi) kurulmuştur. Böylece
aşama aşama hem genel müdürlükler oluşmaya, hem de yönetimsel ve akademik işler ayrışmaya başlamıştır.

Türk Eğitim Tarihinde, eğitimi düzenleyen ilk kapsamlı metin Eğitim Bakanı
Saffet Paşa‘nın öncülüğünde hazırlanan 1 Eylül 1869 tarihli Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi’dir (Genel Eğitim Tüzüğü). Nizamname ile teftiş ve değerlendirmeye
ilişkin esaslar, eğitim hakkı, eğitim yönetimi, okul kademelerinin belirlenmesi, eğitim
ödenekleri, öğretmen yetiştirme ve yerleştirme, taşra örgütü ve sınav sistemleri gibi
konular yer almaktadır.

Genel ve özel okullar ayrımı, her mahalle ve köyde bir okul açılması, öğretmen
atamasında düzenleme yapılması, sıbyan mekteplerinin sürelerini belirlemesi, okula
devam zorunluluğu getirmesi ve bunu takibe bağlaması, Nizamnamenin olumlu yönleri olarak kabul edilebilir.  

Maarif-i Umumiye Nizamnamesindeki “ilköğretim zorunluluğu”, 1876
tarihli Kanun-i Esasî’ (Anayasa) de yer almış ve bu tarihten itibaren de Anayasalara da geçmiştir.

II. Meşrutiyet döneminde politik zorlamalar dolayısıyla devletin ilköğretim
politikası etkinleşmeye başladı. Mali yardımlar, öğretmen meselesi, okul yapımlarına ve öğretim araç ve gereçlerine katılmalar şeklinde Devlet ülkedeki ilköğretimi kontrol altına almaya çalıştı. Genel bir ilköğretim yasası çıkarma çalışmalarına girişildi. İlköğretim müfettişleri getirildi. İlköğretimin zorunlu ve parasız olma ilkeleri herkesçe kabul edilmeye başlanıldı.

1913’de Tedrisat-ı İptidaiye Kanun-ı Muvakkati (İlköğretim Geçici Yasası)
çıkarılmış ve 1961 yılına dek bu geçici yasanın birçok maddesi yürürlükte kalmıştır.
Yasa, ilköğretimin zorunlu ve Mekâtib-i İptidaiye-i Umumiye’de parasız olduğunu
hükme bağlamıştır. O zamana kadar İptidaî ve Rüşdî adlarıyla mevcut olan okullar
birleştirilmiş ve Mekatib-i İptidaiye-i Umumiye adım almıştır. İlköğretim bu şekilde 6 yıl
olarak tespit edilmiş ve her biri 2 yıl süreli üç devreye ayrılmıştır.

İLKÖĞRETİMDE YENİLİK YAPMA İHTİYACI

Tanzimat döneminde, sıbyan mekteplerinde yönetimin başıboşluğunu, öğretimin
süre ve niteliğini bir düzenleme yolunda çalışmalar yapıldı. 1847’ de sıbyan mektepleri için yönetmelik yapıldı. Bu yönetmeliğe göre yedi yaşına basan çocukların sıbyan mektebine alınacağı; ana-babasının isteği ile dört ve daha yukarı yaşta olan çocukların da alınabileceği; çağ nüfusunun okula devamının zorunluluğu ve okul süresinin dört yıl olduğu; başarısız öğrenciler için bu sürenin üç yıl daha uzatılabileceği yer almaktadır.

19. yüzyılın son çeyreğinde ilköğretim kurumları çeşitlenmeye başlandı. "Sıbyan
mektebi" terimi yenilikleri reddeden vakıf ilkokulları tarafından kullanılmaya başlandı.
Bunun yanında "iptidai mektep"ler ortaya çıkmıştır. Bunlar, Eğitim Bakanlığı veya özel dernek ve kişiler tarafından kurulmuş ilkokullardı. Ayrıca yine bu dönemde köy ve kent iptidaileri de öğretim süresi bakımından ayrılmaya, dershane ve öğretmen sayısı bakımından çeşitlenmeye başlamıştır.

II. Abdülhamit döneminden itibaren Osmanlı ilkokullarında bir "Usul-ü Cedide"
tartışması başladı. Yeni açılan okullara “mekatib-i iptidaiye” (iptidaî mektepler) ve “usûl-i cedide mektepleri” denildi. Programında ve çalışmalarında değişiklikler
yapılmakla beraber Sıbyan Mektepleri Cumhuriyet Dönemine kadar varlığını
sürdürmüştür.

SIBYAN MEKTEPLERİ YERİNE ÇAĞDAŞ KURUMLAR

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kurulduğunda, Osmanlı Devletinden kalan medreseler ve sıbyan mektepleri gibi geleneksel okulların yanında Batılı tarzda açılmış, Rüşdiye, İdadi, Sultani gibi orta öğretim ve İptidaî ilköğretim kurumları ile azınlık ve yabacılara ait okullar da varlıklarını bir süre sürdürmüştür. Bu kurumlar milli bir amaç gütmekten çok, birbirine zıt görüşlü insanlar yetiştiriyordu. Ülkedeki öğretim
dağınıklığım gidermek ve birliği sağlamak amacıyla 3 Mart 1924’te 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır. Kanunla, ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumları
Maarif Vekaletine bağlanmış, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti ya da özel vakıflarca idare edilen tüm medrese ve mektepler Maarif Vekaletine bağlanmıştır. Böylece bütün eğitim ve öğretim kurumları Eğitim Bakanlığına bağlanarak öğretimin tek elde yürütülmesi sağlanmış, Türk eğitim tarihinde en uzun süre yaşamış olan medreseler ve sıbyan mektepleri kapatılmış ve eğitimde laiklik ilkesine doğru önemli bir adım atılmıştır.

Bugün Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, kendisine her konuda cesaret hatta direktif verip yönlendiren AKP iktidarı sayesinde tarihin başarısız ve kalitesiz tecrübesine sahip bir çağdışı kurumu tekrar yaşama ve zaten oldukça kalitesizleşmiş eğitim zincirine monte etme niyetini belli etmektedir. Ancak tarihin diyalektiği gereği, eskimiş ve reddedilmiş deneyimlerin hortlatılarak hayatımıza eklemlenmesi gayretlerinin bir faydası olmayacak, Atatürk ile elde edilmiş kazanımların kaybedilmesini hiç kimse kabul etmeyecektir. Sıbyan mekteplerinin zulmüne terk edilecek çocukların hangi pedagojik felaketlerle karşılaşacağını şu anda yazmak ise konuyu dağıtacağından bu meseleyi başka bir makalede değerlendirebilirim.

 

Twitter hesabım: @NazifAy14

Takibinizi beklerim…

Nazif Ay

 

Yararlanılan kaynaklar

Battal Aslan, “İlköğretim Kurumlarında Çalışan Sınıf Öğretmenlerinin Teftiş Raporu” ile Değerlendirilmesi Üzerine Bir Araştırma, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi, Ankara, 1991.

Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan1993’e), Kültür Koleji Yayınları No:4,
İstanbul, 1994.

İrfan Erdoğan, Çağdaş Eğitim Sistemleri, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2000.

İ. Ethem Başaran, Türkiye Eğitim Sistemi, Ankara, 1994.

Milli Eğitim Bakanlığı, 2002 Yılı Başında Milli Eğitim, Ankara, 2001.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver