Zanka

Üniversitede görevli çağdışı bir profesör geçen hafta çıktı ve Elazığ’daki depremle ilgili Twitter’dan: “Allah’ın helal kıldığı yaşta evliliği tecavüz sayarak, mutlu yuvaları bozarak, gayretullaha dokunmayalım. Az kaldı” ifadelerini barındıran skandal paylaşımını paylaşarak psikolojimizde manevi depremler yarattı.

Demek istiyor ki, madem insanlar kaşındı o halde Allah da işte deprem belasını başınıza sardı, üstelik kaşınmaya devam ederseniz başka belalara hazır olun!

Şahsen ben kendisini, bir dinci zihniyetin hastalıklar üreten potansiyelden asla uzak olamayacağını ispatladığından dolayı tebrik ediyorum. Ayrıca diğer dinci saplantılarıyla paralel anlayışa saplanıp kalmasını halkımızın dikkat ve ferasetine havale ediyorum.

Allah çocuk evliliğini ve pedofili sapkınlığını emretmez

Deprem ya da doğal felaketlerin cinsellikle ve Allah’ın lanetiyle ne derece yakın ilişkisi olup olmadığı sorularına cevap ararken sırasıyla ilerleyecek ve çarpık dinci mantalitesine gereken karşılıkları vereceğim.

1-Allah, İslamcının kendi nefsine ve şehvetine uygun yorumlayıp fetvasını verdiği “Küçük yaşta evlilik” konusuna onay vermemiştir ve ufacık masum çocuklara ağzın sulanarak cinsel coşkuyla tecavüz edilmesine razı değildir. Dolayısıyla pedofili adı verilen ruh hastalığının gerekçesine veya kaynağına Allah’ın gönderdiği dini fatura etmek İslam’a en büyük ihanetlerdendir.

2-Bir kişinin evlenebilmesi için onun reşit olması, yani büluğ çağına erişip ergenliğe adım atması yetmez hatta akli muhakemesinin yeterliliği anlamında “Mümeyyiz” olması da yetmez. Klasik geleneksel din anlayışında bireyi ilkel toplumun bir üyesi olarak kabul edip evlilik kurumunu da bu bakış açısıyla değerlendiren tüm görüşler aslında çoktan çökmüştür ama İslamcılar halen meselenin farkında değildir. Çünkü evlilikte iki önemli şart vardır; birincisi “Küfüv”, yani erkekle kadının sosyal yaşamda ve parasal ya da kariyer imkânlarında denk olması gerekir, diğer şart ise evliliğe karar veren irade sahiplerinin “Muktedir olması” gerekmektedir. İkinci şartın gerekliliğini ilk kez ben yıllar öncesinde detaylıca ortaya koymuş ve evlilik meselesinde İslam’ın ruhuna uygun içtihat etmiştim.

3-Fetvacı ve yanıltıcı profesörün: “Mutlu yuvaların yıkılması” ifadesindeki hakiki fail herhalde İslamcılardır, çünkü sosyal barış ile aile ve akraba arası uyumu getirdikleri temelsiz din yorumlarıyla son yirmi yıldır paramparça eden güruh onlardır. Atatürk’ün medeni yasa ile kadına verdiği haklar, mutlu yuvanın tesisinde vazgeçilmez değerdir.

4-Gayretullah terimini İslamcılar en kaba tabiriyle “Allah’ın sabrının tükenip bela yağdırmada harekete geçmesi” olarak yorumlamaktadır. Oysa gayretullahın tanımı yapılırken dikkat edilmesi gerekir, bu terimde ne Allah’ın saçma bir dinci saplantısına sahip çıktığı inancı deklare edilmelidir ne de Allah’ın acımasızca ve doğa kanunlarını ortadan kaldırma pahasına varlıkların üzerine lanet göndereceğine itikat edilmelidir. Rahman ve Rahim isimlerine sahip olan Allah bazen kötüleri de cezalandırdığını söylese de bunu vicdanları susturmak ve adalet duygusunu yerleştirmek adına yaptığını vurgular. Açıkçası, Allah eza, cefa, kahır, lanet, bela yağdıran sadist bir tanrı değildir.

5-Elazığ merkezli ve birçok ili olumsuz etkileyen deprem bir ilahi uyarı mıdır, daha da ötesi Allah’ın oralarda yaşayanlara ve Müslüman olup da İslamcıların dinsel reçetelerine itibar etmeyenlere büyük bir laneti midir, sorularına yanıtları yalın vermeliyim.

Elazığ merkezli ve birçok ili etkileyen deprem veya depremler gerçekten ilahi bir uyarı mıdır, daha da ötesi Allah’ın oralarda yaşayanlara büyük bir laneti midir, sorularına yalın yanıt vermeliyiz.

Elbette böylesi bir mantık çağdışı ve din değerlerine hakarettir. Örneğin Kâbe’nin deprem, sel ve savaşlar dâhil olmak üzere birçok etmenlerle yakılıp yıkıldığını, ama bu olumsuz durumların Kâbe’nin saygınlığına halel getirmediğini hatırlatırım. Evet, bazen kutsal topraklarda birçok felaket yaşanmıştır ve doğal afet ya da kanlı mücadeleler o beldelerin mübarekliğine darbe indirmemiştir. Yaşanan olumsuzlukların sebebi buraların kötü oluşuna da bağlanmamıştır. 

Kaldı ki doğal felaketler lanet nedeni olsaydı, Muhammed bir gün Uhud dağında gezinirken depreme maruz kalmaz, üstelik vefatından sonra birçok musibet Medine gibi ulvi bir kenti istila etmezdi hatta birçok defa Muhammed peygamberin mescidine yıldırımlar düşmez ve mescidini yakmazdı.

Çağdaş ve onurlu insanların yoğun yaşadığı kimi illerde meydana gelen doğal felaketleri o beldelerin kötü oluşuna bağlayanlar, kutsal topraklardaki musibetlerin gerçek nedenlerine dair hiçbir açıklama getirmemişlerdir. Oysa iki zıt sıfatlı şehre aynı türden felaketlerin gelmesi Allah’ın adaletine dair kuşkular oluşturmaz mı?

Ayrıca hep sormuşumdur, felaket zamanlarında Kadere iman veya Fıtrat gibisinden, esasında İslam’ın inanç maddelerinde yer almayan gerekçelerle yaratılan avuntu ve bahaneler, yaşanan olumsuzlukları önlemede alınması gereken tedbirlerin önüne niçin geçirilir diye.

Depremler doğal afettir ve kader falan da değildir.

Fakat sakat dinci zekâsı büyük bir afettir ve galiba ilacı da yoktur.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
2