Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen günlerde Kayseri’deki toplu açılış töreninde bir söz söyledi. ABD ile varılan Barış Pınarı Harekâtına dair ateşkes anlaşması için Erdoğan: “Pazarlık sünnettir” diyerek ilginç bir dinsel retoriğe imza attı.
Acaba gerçekten de ABD ile ortaklaşa uzlaşılan “Ateşkes anlaşması” din hukuku ve Hz. Muhammed’in yaşam pratiğini sunan Siyer Tarihi verilerine göre sünnet kavramına denk bir uygulama mıdır? Özellikle ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına 9 Ekim 2019 tarihinde gönderdiğini sonradan öğrendiğimiz skandal mektupta kullandığı saygısız ve sorumsuz hitap tarzına tanık olduktan sonra gereken tepkinin nasıllığı tartışılırken “Sünnet” argümanıyla bu diplomatik olaya dini kılıf hazırlanabilir mi, diye sormadan edemiyoruz.
Öncelikle “sünnet nedir?” sorusuna cevap bulmamız gerekiyor belki de.
Klasik fıkıh (din hukuku) kaynaklarında sünnet için; Hz. Muhammed’in söz, davranış ve onaylamalarının tümüne verilen genel isim tanımının kullanıldığını görürüz.
Oysa sünnet kavramı, Allah’ın doğrudan emri anlamındaki “Farz” kavramından ne uzaktır ne de din terminolojisi içinde “yapılması gerekli” kaydında bir gevşekliğin adresidir. Farz, sünnetin daha net ve doğrudan en üst basamağıdır, Allah’ın bizden beklentisinin yüksek perdeden seslendirilmesine Farz adı verilir. Farz kavramı aynı zamanda “Daha sağlam” notuyla tam bir sünnettir ve zayıf olarak aktarılan sünnetlerin uygulamasını ortadan kaldıran niteliktedir. O halde bir sünnet uygulaması, kendinden daha sağlam gerekçeli diğer sünnet uygulamasının sınırına kadar bir genişliği ifade eder.
Eğer bir durumda farz söz konusuysa, sünnetin bağlayıcılığı ortadan kalkar.
Belki biraz ilahiyatçı diliyle ve ağır tanımlamalarla konuyu zorlanacağınız üslupla verdim ama meselenin özünü şöyle toparlayabilirim: “ABD ile varılan anlaşma sünnettir, demekle bir dini argüman ve gerekçe üretilemez. Şayet farz olan bir alternatif varsa sünnet adı verilen fiilin hükmü ortadan kalkar”
Siyer tarihinden bir örnek vereyim…
Bedir Savaşında Hz. Peygamber’e en kritik anda barış yapması önerilir.
Hz. Muhammed ise: “Bir peygamber zırhını giydikten sonra sonuç alacak şekilde savaşmadıkça zırhını çıkarmak ona yakışmaz” karşılığını verir. Peygamberin bu sözü elbette onun savaş taraftarı veya barış düşmanı olduğu için değil psikolojik ortamda savaşın kaçınılmaz olduğunu, dönüp gitmeye kalkarsa düşmanın onların korktuğunu zannedip daha moral güçle saldıracağını sezdiği için söylemiştir.
Barış Pınarı Harekâtında da terörist unsurların tamamen bölgeden bertaraf edilme şansı yakalanmışken en stratejik anda ve üstelik Trump’ın haddini bilmez mektubunun ağırlığı üzerimize çökmüşken ateşkes ilan edilmesinin ne gibi toplumsal ve dini artıları olacaktır?
Ayrıca size İslam hukuku mecmuası Mecelle’deki bir güzel sözü aktararak konuya anlamlı perspektif sunayım. Mecelle’de deniliyor ki: “Tekebbüre karşı tevazu tezellüldür”. Anlayacağınız, “Kibirli olanlara karşı alçakgönüllü davranmak, zavallı durumuna düşmektir” manasındadır bu ifade.
Öyleyse emperyal güç ve açıkça terör örgütü destekçisi ülke vasfındaki Amerika’nın küstah Başkanına karşı toleranslı davranmak ve onunla pazarlık etmek ne derece Hz. Muhammed’in genel tavrı olan Sünnet ile açıklanabilir?
Sonuç olarak, mütekabiliyet esasına uygun olma şartıyla ve adaletli ilişkinin tesisi adına yapılan her türlü muamelede “Pazarlık Sünnettir” sözü doğrudur.
Ancak ondan daha doğru olan bir gerçek vardır.
Türk toplumunun onur ve haysiyetini hedef alan diplomatik nezaketsizlikte sınırını bilmeyen densizlere haddini bildirmek farzdır, hem de “Kesinlik arz eden” anlamıyla Farz-ı Ayn’dır.