Zanka

Din, bazen kendi inananlarına keyif veren, bazen de dini inançları sömürenlerin kötülüğünü kamufle etmek için kullanılan organizasyondur.

Fakat dinin en hoş yönü kendine özgün yapısının olmasıdır, çünkü genetiği ile oynanmış dinlerin müntesipleri gazozuna ilaç katılıp oyuna getirilenlerin hayal kırıklığını yaşarlar. Kısacası genetiği bozuk dinden psikolojisi düzgün bir tanrı fikri ortaya çıkarılamaz. Üzülerek belirteyim ki tarih boyunca dinlerde görülen deformasyon Müslümanlıkta görülmüştür. 

İSLAM'A VURULAN İLK DARBE

Dini kendi çıkarları doğrultusunda kullananların hem Müslümanları tembelliğe teşvik etmeleri, hem de bu durumdan şikayetçi olmaları, dolayısıyla dinsel bozulmayı fark edemeyişlerinin en önemli sebebi, “Kur’an’ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz” (Hicr Suresi, Ayet 9) ayetinin yanlış yorumlanıp, insani hırs ve kalitesiz dindarlık kimliğiyle dinin değerli hazinesinin tükenişine veya başka bir modele dönüşmesine zemin hazırlanacağının idrak edilememesidir. İnanç hamurunun bozulması sonucunda, inanç teknesinin de kullanılamaz olacağı gerçeği unutulmuştur.

İslam’a vurulan ilk darbe 3. Halife Osman’ın dirayetsizliği sebebiyle hortlayan ve nihayet Muaviye ile azgınca coşan Arap milliyetçiliğine dayandırılan İslam anlayışıydı. Bu anlayış asırlara sığmayan bir inatla Arap damarında gizlenerek varlığını korumuş ve zamanımıza kadar gelmiş, hatta Arap olmayan Arapçı dindarları da girdabına almıştır. 

Bugün İslamcılığın radikal erkek versiyonlu resmine dikkatle bakıldığında, IŞİD anlayışıyla paralellik gösteren; uzun pis saçlı, dağınık sakallı, bıyığı yolunmuş gibi kırpık, gülüşü itici ve köle pazarı kurmaya meraklı bir Arap modeli karşımıza dikilir. İslamcı kadına dair bir kayıt vermeye bile gerek görmüyorum, zira radikal İslamcılıkta kadının değeri ekseriyetle, kendi değersizliğini beyan ettiği ölçüdedir.

Türkiye’de uzun yıllar Türk kimliğine vurgu yapan bir İslamcılık anlayışı hâkim iken, Ortadoğu’ya yönelen ve içinde kimliksiz bir Osmanlıcılık iddiası taşıyan hareketler git gide Araplaşan koyu bir renge bürünmüştür. Ülkücülerin ve dinci grupların, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ındır” naraları ve “Tanrı Türk’ü korusun”afişleri, yerini Arap orjinli İslamcı söylemlere terk edilmiş ve “Nahnullezine bâyeu Muhammeden alel cihadi… (Cihad edeceğimize dair Muhammed’e biat ettik, söz verdik)” şeklindeki radikal Arap örgütlerinin yemini ön plana çıkarılmıştır.

İYİ MÜSLÜMAN OLMAK, İYİ ARAPLIK GİBİ ANLATILDI

İslamcı hareketlerde, iyi bir Müslüman olmanın yolunun iyi bir Arap taklidi yapmaktan, yani Hz. Muhammed ile arkadaşlarının kültürel tavır ve kıyafetleriyle donanmaktan geçtiğini zannedenler, bilahere ne olursa olsun alelade Arap profiline benzemenin de sünnet-i seniyye (Hz. Muhammed’in karakteristik tavrı) olduğuna inanmışlar ve bu bariz yanlışlığı adeta farzmış gibi kabul etmişlerdir. İyi Müslümanlığın “Cihat etme” ile mümkün olduğunu savunmaya başlamışlar ve insan öldürme anlamında anladıkları cihat etmeyi, İslamın altıncı şartı olarak benimsemişlerdir. Cihattaki örnek yapıları ise ÖSO, El Nusra, Boko Haram, El Kaide ve Işid tarzındaki İslamcı vahşi terörist gruplar şeklinde algılamışlardır. Bu örgütlerin katliamlarını da ilk dönem Müslümanlarının Medine döneminde teröre başvuran bazı eşkıyaların katliamlarını dinî ruhsat göstererek savunmuşlardır. Mekke’den gelen bu çetelere Peygamberin onay verdiğini, yani yapılacak her türlü fesat hareketlerine Hz. Muhammed’in izin verdiğini savunan İslamcı katiller, şiddet yanlısı Arapların bozguncu hüviyetine bürünmüş ve İslam’ın dışında ama İslam adı verdikleri bir Araplaşan dini tedavüle sürüp resmileştirmişlerdir. 

Biraz dikkat edildiğinde görülecektir ki, Avrupa’nın varoşlarında var oluş mücadelesi vermenin kompleksiyle ezilen arabesk ruhlu İslamcılar ve geri kalmış coğrafyalarda ayrık otu gibi biten radikal dinciler için cihat düşüncesi onları kurtarıcı bir hayalî projedir. Bu proje onlar için güya kurtarıcıdır, çünkü varlıklarını marjinal de olsa ispat edebilecekleri bir fırsatı yakaldıklarına inanıyorlardır. Tüm dünyada ses getiren bir eylemin parçası olmak, hatta kendi varlığını canlı bomba yapıp sonlandırmak ve kutsal saydıkları fedailikle koca bir hiçliğe yürümek, bu zavallıların umurlarında bile değildir. Öyle ya, onlar zaten gerçek yaşamda hep kaybedenlerin kulübündeydi ve bundan ötürü zaten pratik yaşamda hiçbir kazanımı olmayanların kaybedeceği bir şey de olamaz. Çocukluğunu yaşayamayan bir kişi için Araplaşan dinin mücahidliğine adaylık demek, macera sosu ve haz tadı yüksek bir PlayStation Müslümanı olmak demektir.

HAC VE UMREDE ARAP KIYAFETLERİ

Rusların Çeçenlere ve İsrail’in de ne idüğü belirsiz İslamcı teröristlere karşı giriştiği yok etme faaliyetleri, fesat eylemlerinde, sözüm ona haklılık kazanmayı hedefleyen Araplaşan İslamcılara bir büyük aidiyet kazandırmıştır. Bu aidiyetin onlara onur hediye ettiğini düşünmektedirler. Türkiye’deki bazı dinci yapıların da terör eylemlerine onay veren Arap İslamcılığına destek vermesi, Türk asıllı dindarların zamanla Araplaşan bir dine yönelmesine önayak olma amacına hizmet edecektir.

Bir marjinal kabule göre İslam, Araplara indirilmiş bir dindir. Bundan ötürü onların genel karakteristikî özelliklerini taşır ve evrensel de değildir. Belli sınırlara sıkışmış vasfıyla İslam, Araplara özgü milli bir dindir. Böyle olunca örneğin, umre ve hac ibadetlerinde, Araplaşan dinî motifler diğer ulusların kompleksli üyelerini ezmektedir. Kutsal toprakların bulunduğu geniş mikat alanı, fistan ve sarık gibi Arap kıyafetlerinin, ulusal kimliğini oluşturamamış diğer ulusların dindar ziyaretçilere aksesuar olmakta ve milli kimlik görüntüsü terk edilip, Arap imajı ön plana çıkarılmaktadır. Anlayacağınız, umre ve hac dönemleri, Araplık unsurunun ağırlık kazandığı bir festivale dönüşebilmektedir. 

O halde böylesine folklorik motiflerle donanmış ve Araplaşan bir din anlayışı bugün kendi içinde tepinmekte ve evrensel olma iddiasını sadece kendine kanıtlamaya çalışmaktadır. Zaten hükmü ve etkisi kalmayan ve terörden başka hiçbir ithal ürünü bulunmayan Araplaşmış bir dinciliğin, “İnsanlık ailesine hangi alternatifleri sunabilirim” projesi de olamaz.

Özetle, din zengin bir alandır ve ahlâki değerlere güç katan niteliklere sahiptir. Dini, orijinal yapısının dışına çıkarmamak ve dindar olayım derken kendi ulusal değerlerini törpülememek ve tarihini inkâr etmemek, hatta bilakis milli özelliklerine zenginlikler katmak esas olmalıdır.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver