Zanka

Görüşleriyle tepki alan bir rektör.

Üsküdar Üniversitesi rektörü Psikiyatrist Nevzat Tarhan’dan söz ediyorum.

Geçenlerde Twitter hesabından şu görüşünü paylaştı:  "#neslicantay kızımız çok çile çekti ama ümidini kaybetmedi, Ölümle yüzleşebilseydi #ölümbilincine sahip olsaydı, seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı dinlerin #hayataanlamkatma ve #teselligücünden faydalanabilseydi hastalığı düşman gibi görmezdi diye düşündüm"

İki ay önce bitirdiğim Milli Eğitim Din dersleri kitapları dosyamın pek çok yerinde vurguladığım gibi, “Laiklik/Sekülerizm düşmanlığı”, tüm İslamcılar ve dini hassasiyet taşıdığını öne sürenler üzerinden en belirgin ve en sert ifadelerle yaşamımıza bodoslama dalmakta ve sinir uçlarımızla oynanmaktadır.

Oysa İslam dünyasının felsefe ve din bilimlerinin yoğun işlendiği ilk dönemlerde bile, Tarhan ve benzerinin yaptığına benzer orantısız ve nereye varacağı iyi hesaplanmamış görüşler ortaya konulmamış, psikoloji ve psikiyatri bilimlerinin temeli sayılabilecek önemli adımlar atılmıştır.

Müslüman Dünyasında İnsana Bakış ve Psikoloji Biliminin Doğuşu

İslam dünyasında gelişen birçok bilim dalı gibi, Psikoloji biliminin de temelde İslami kurallar rehberliğinde var olduğunu, daha sonraları eski felsefe ve kül­türlerin kavram ve bilgi birikimlerinden yararlana­rak gelişip zenginleştiğini söylemek mümkündür.

Ortaçağdaki ansiklopedik ve bütüncü ilim geleneği içerisinde yetişen sistematik bilgin ve düşünürlerin çoğu, Nefs/psikoloji bilimi alanına giren meselelere kafa yormuşlardır. Bu alanda yazılan müstakil kitapların yanı sıra, bazı dini ilimlerin bünyesi içe­risinde de psikoloji konularına yer verildiği görül­mektedir. Meselâ, Kelâmla ilgili eserlerde duyum, idrak, irade, iman, hidâyet gibi konular yer alır. Elbette burada asıl amaç psikolojik bir incelemeyi sonuçlandırmak değil fakat inançla bağlantısı bakı­mından bu konulara açıklık getirmektir.

İnsanın iç dünyasıyla ilgili en derin çözümlemeleri şüphesiz ki mutasavvıf­lar (tasavvuf insanları) yapmışlardır. Nefsin en derin ve karanlık bölgelerine inerek, ruhanî olgunlaşma yolunda ya­şadıkları psikolojik deneyimleri betimlemeye çalıştılar. Ruhanî yolculuk boyunca sürekli değişen dinî duygu ve heyecanlar (hâl) ile az çok kalıcı dinî bilinç halleri (makam) hakkında bilgiler verdiler. Tasavvuf geleneğinde “İlm-i Ahvâl” denilen şey, sufiye ait iç tecrübe, duygu ve heye­canlar bütünüdür. Psikolojinin doğası ve ondaki gelişip olgunlaşma gücünü sufiler anlatmışlardır. Ancak tasavvuf, psikolojik araştırma bakımından dikkatini yalnızca sufinin sübjektif deneylerine ve şeyh-mürid arasındaki ilişki ve etkile­şime yoğunlaşmış olduğundan bu alanda yetersiz kalmıştır.

İslam âleminde psikoloji ile içli dışlı bir başka bilim dalı da Ahlâk Bilimidir. Bu alanda yazılan eserler ge­nellikle psikolojik temellerden hareket eder. İç dünyamızın doğası, güçleri, değişimleri, iyi ve kötü huyların çıkış yerleri, arzu ve dürtülerin denetim altına alınması­nın yolları, bu bilimin genel çerçevesini oluşturmak­tadır.

İslam psikolojisi çeşitli şekillerde ifade şekli bulan çalışma alanlarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Müslüman psikologların ilgi ve çabalarıyla meydana gelen İslam psikolojisi ana akım psikoloji ile bazen bir uzlaşma bazen bir çatışma bazen de bir uzaklaşma olarak var olmaya devam etmektedir. İslam Psikolojisi, İslam’ın modern psikolojiyle buluşmasının imkânı veya imkânsızlığına dayanmaktadır. Batı kültüründe yaşayan veya Batı düşüncesiyle karşılaşan Müslüman psikologlar kültürel ve dini olana vurgu yaparak bu alana katkılar sunmaktadır. İslam psikolojisinin varlığını veya yokluğunu değerlendirilmektedir. Örneğin Dr. Malik Babikir Badri, Müslüman Psikologların İkilemi adlı kitabında bölümleri, bir davranışçı olarak Müslüman psikolog, psikolojinin felsefe, sanat ve spekülasyonla birleştiği yer, İslami ideoloji ya da ateist felsefi psikoloji, kertenkele deliğindeki Müslüman çocuk psikologu, psikometri tuzağı, efendisinin sesini tekrar eden Müslüman eğitim psikologu, psikanalitik derinlik, Freudçu tuzağın en karanlık derinlikleri, Batı’da Freud’un tahttan indirilişi, Müslüman psikologlar olarak Batı psikolojisini ne yapacağız, psikoloji İslam’ın hizmetinde, Batı psikolojisinin tüm ekolleri hissiz mi? Batı psikolojisinin ruhsuz ekolleri hakkında ne demeli? bu çukurdan çıkmaları için onlar nasıl yardım etmeli? konularını kapsamaktadır. Ona göre, İslam’daki sevap-günah ilişkisinin pekiştireç olarak değerlendirilmesi doğru değildir ve Müslüman psikologların davranışçılığın tarihini ve felsefesini iyi araştırması gerekmektedir.

Modern dönemin dindar psikologlar, radikal ihvancı düşünür Muhammed Kutup’un “Biz Müslümanların modern psikolojiye ihtiyacı yoktur. Bu konu bütün dallarıyla kâfir batı medeniyetinin yabancı bir malı olan teori ve uygulamalarının bütünüdür” şeklindeki ifadesinin sert olduğunu ve Batı psikolojisinin tamamen reddedilmemesi gerektiğini ifade etmektedirler. Hatta Batı psikolojisinin bir kısmının İbni Sina ve Muhasibi gibi İslam mütefekkirlerinden etkilendiğini belirtmiştir. Bu psikologlardan biri olan Badri , psikolojinin tamamının ruhsuz, hissiz ve din karşıtı olmadığını da belirtmiştir. İlk dönemlerde Jung daha sonra hümanist varoluşçu Maslow, Rogers, Allport ve Frankl gibi psikologlardan, Müslüman psikologların yararlanabileceğinin altını çizmiştir. Badri, Batı psikolojisini iyi tetkik etmek ve eleştirel bakmak kaydıyla Müslümanlara kesinlikle öğretilmesi taraftarıdır. (Sezai KORKMAZ KSÜ İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi, Marmara Üniversitesi Din Psikolojisi Anabilim Dalı)

İslam Dünyasındaki İlk Psikologlar ve Psikiyatristler

Haris El Muhasibi (781-857). Sufi eğilimli bir bilgin ve düşünürdür. Eserlerinde genel olarak insanın iç yaşantılarını konu edinmiş ve dinî bakış açısıyla bunları tahlile çalışmıştır. Sağlam bir dini tecrübe ve bilinç elde etmenin psikolojik şart­ları üzerinde geliştirdiği görüşler bakımından o, ger­çek bir din psikologu sayılabilir. Onun eserlerinde ya­bancı kültür ve medeniyet çevrelerinin etkisine hemen hemen hiç rastlanmaz; kavramlarını ve termi­nolojisini tamamen Kur'an'dan almıştır. Bu bakım­dan Muhasibi, İslam psikolojisinin öncüsü sayılabilir.

El Kindi (801-866). Kindi, psikolojiyle alakalı olarak uyku ve rüyalar, üzüntüyü yok etme yolları üzerinde incelemeler yapmıştır. Kindi; üzüntüyü, insanlarla iletişimi koparıcı, sevgiyi yok edici, psikolojiyi bozucu ruhsal bir problem olarak tanımlamıştır. Üzüntüden Kurtulma Yolları adlı eserinde denetimsiz öfke ve şehevi duyguların ortaya çıkardığı nevrotik problemlerden söz etmiş, bunlardan kurtulma yollarını göstermiştir.

Taberi (838-870). Taberi çocuk gelişimi ile ilgilenmiştir. Psikolojik sorunlar yaşayan hastalara temel psikoterapi tekniklerini uygulamış, hastalarına üzüntüden kurtulmaları, kendilerini daha iyi hissetmeleri için gülmelerini ve espritüel olmalarını tavsiye etmiştir. Taberi’nin uyguladığı bir diğer tedavi yöntemi modern psikolojinin klinik çalışmalarda sıkça kullandığı danışma terapisi yöntemidir.

Ebu Zeyd El Belhi (854-934). İslam bilginleri arasında  ilk psikiyatrist olarak onu gösterebiliriz. El Belhi ilk defa psikolojik rahatsızlıkları norotik ve psikotik olarak sınıflandırmıştır. Bunlar, korku ve anksiyete, kızgınlık ve agresiflik, üzüntü ve depresyon ile obsesyondur. Bununla beraber fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıkları da karşılaştırmış ve hastaların içsel (ruhsal) durumlarının fizyolojik belirtiler gösteren aslında psikolojik olan (psikosomatikbazı durumlar ortaya çıkardığını göstermiştir.

Ebu Bekir El Razi (864-932). Hastalarına umut verme, onları yüreklendirme, kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlama, bu şekilde hızlı bir dönüşüm kaydetmeyi hedeflemiştir. Razi, beklenmedik ve ani gelişen duygusal patlamaların hızlı gelişen psikolojik, psikosomatik ve organik bazı hastalıklara yol açabileceğini söylemiştir. El-Razi, el-Tıbb el-Ruhani adlı eserinde ruhsal temelli duygusal ve psikolojik rahatsızlıkların hangi yollarla tedavi edilebileceğini ortaya koymuştur. Dini inancın zihinsel rahatsızlıklarla baş etmede, kendini iyi hissetme önemli olduğunu söylemiştir.

Farabi (870-950). bilimsel çalışmalarını sosyal psikoloji alanında yapmıştır. Model şehir fikri bunlardan en meşhur olanıdır. Farabi, insanların birbirlerine ihtiyaç duyduğu fikrini savunmuştur. Farabi’ye göre bir kimse diğerlerinin yardımı olmadan tam mükemmel olamaz. Farabi, rüyaların sebepleri hakkında da eser vermiştir. Farabi’nin önemli psikolojik çalışması müziğin zekâ ve psikolojik tedavi üzerinde etkilerini inceleyen araştırmalarıdır.

İbni Miskeveyh (932-1030). Psikoloji ile ilgilenen diğer bir filozof da İbn Miskeveyh’dir  İbn Miskeveyh, duygusal birçok problemin ruhsal problemlerle yakın ilişkili olduğunu söylemiştir. Miskeveyh’in çalışmaları kendini pekiştirme ve tepkisel karşılık gibi bazı kavramları ortaya çıkarmıştır. Bu kavramlara göre eğer kişi nefs-i emmareye uyar, yanlış bir harekette bulunursa bu, günahlara olan eğilimlerini kendi kendini terbiye ederek ve zıt tepkiler vererek yok etmeye çalışır. Bu davranışlardan bazıları fakirlere para vermek veya oruç tutmaktır. Nasıl da zamanımız dincilerini anlatıyor bu tespiti.

İbni Sina (980-1037). İbni Sina, Şifa isimli eserinin birçok bölümünde zihnin beden, duyum ve algı üzerindeki etkilerinden söz etmiştir. İbn Sina; ruhsal hallerin, çeşitli duygu ve heyecanların, beden üzerinde önemli etkilere yol açtığını tespit etmiştir. Bu tespit, İbni Sina’yı psikosomatik tıp dalının öncülerinden biri yapmıştır. İbn Sina’nın psikoloji ilmine bir diğer önemli katkısı ilişki testleri denen, psikanalizde bilinçaltı hatıralara ve geçmiş yaşantılara ulaşmak için kullanılan araştırma tekniğini Freud ve Bruner gibi psikanalistlerden önce kullanmış olmasıdır. Çocuklarda aşırı ruhsal tepkilerin tedavisi, stres ve ölüm korkusunu yenme üzerine, günümüzde de değerini koruyan kıymetli eserler vermiştir. İbni Sina genellikle psikolojik ve fizyolojik rahatsızlıklar arasında bir ilişkinin olduğunu söylemiştir. Günümüzde melankoli olarak adlandırılan bazı psikolojik rahatsızlıkların gelişen bir fobi olabileceğini söylemiştir.  (Hayati Hökelekli, İslam Geleneğinde Psikoloji Kültürü.
Amber Haque, Psychology from Islamic Perspective: Contributions of Early Muslim Scholars and Challenges to Contemporary Muslim Psychologists)
ve (http://www.ilimdunyasi.com/din-psikolojisi/musluman-psikologlar/)

Psikolojide Dinin Yeri Nedir Sorusuna Yanıt

Bu konuda Psikolog Danışman Yusuf Bayalan şunları vurgulamaktadır:

“Psikolojik yardım sürecinde dinin yeri nedir, sorusuna bazı psikolojik yardım uzmanlarının cevabı, “Psikolojik yardım sürecinde dinin yeri yoktur?” şeklinde olabilir. Onlara göre, psikolojik yardım, bilimsel ve profesyonel bir etkinlik alanıdır ve din burada dışarıda tutulmalıdır. Dolayısıyla psikolojik yardım profan (din dışı, dünyevi) bir uğraştır. Bu bakış açısının getirdiği sorun, insanın en temel yaşantılarından biri olan dinle ilişkisini askıya almasıdır. Psikolojik yardım olgusunu din dışı bir alan olarak değerlendiren uzman, dindar olanlarla, onların din üzerinden yaşadıkları sorunlarla bağlantı kurmakta zorlanacaktır.

İkinci kutupta olanlar ise “Din, hayatın merkezindedir. Dolayısıyla din ne derse doğrudur” bakış açısından bir pozisyon aldıklarına inanmaktadırlar. Onlara göre, psikolojik yardım arayışında olanlar, dinin söylediklerini tatbik ederlerse sorun yaşamayacaklardır. O yüzden psikolojik yardım talebinde bulunanlara ilahi mesajlar ulaştırılmalıdır.

İkinci kutupta yer alanlar, ilk kutuptakilerin aksine dindar olmayanlarla ve onların sorunlarıyla bağlantı kurmakta zorlanacaklardır. Kendilerinden profesyonel bir yardım almaya gelenler karşısında ağabeylik, ablalık gibi bir pozisyonda kendilerini konumlandıracaklardır. Daha da ilginç olanı, yaptıkları dini davetin ya da nasihatin karşılığında para alacaklardır. Şayet ilişki, alan razı veren razı şeklindeyse sorun hissedilmeyebilir; ancak alan verilenden razı değilse elveda dindar psikolog yazısındaki gibi çok ilginç durumlar ortaya çıkabilir.

Psikolojik yardım sürecinde dininin yerine üçüncü bakış şekli, kendimi de konumlandırmaya çalıştığım yerdir. Bir Müslüman açısından hayat kategorize edilemez. Yani Müslüman için maddi âlem manevi âlem diye bir ayrım yoktur. Bir Müslüman hayatının tüm alanlarında dinin yani Allah’ın söylediklerini merkeze alır. Dolayısıyla Müslüman bir psikolog, mesleğini uygularken de Allah’ın söylediklerini merkeze alacaktır. Bu yaklaşım ilk etapta ikinci kutupla aynı algılanabilir. Ancak kesinlikle öyle değildir. Biraz daha açmaya çalışayım. Mesela, bir Müslüman psikolog seanslara abdestli girebilir (hatta belki de girmelidir), seanslara besmeleyle başlayabilir, danışanları için Allah’tan yardım dileyebilir. Şayet, karşısındaki kişi de hayata aynı çerçeveden bakıyorsa, Hazreti Peygamberin hayatından örnekler vererek danışanın yaşantılarını yeniden çerçeveleyip kişiye daha işlevsel bir bakış açısı geliştirmesinde yardım edebilir. Yeterli altyapısı varsa, Müslüman danışanın dinsel yaklaşımlarını yeniden değerlendirmesinde ona yardımcı olabilir. Bu örnekler artırılabilir tabii ki.

Peki bir dindar psikolog ne yapamaz? Dindar psikolog, dindar olmayan danışanlarına dini davette bulunamaz. Çünkü dini davet parayla yapılan bir şey olamaz. Oysa psikolojik yardım profesyonel bir uğraştır ve uzman, verdiği hizmet karşılığında para alır. Namazın panik atak yaşantısına iyi geldiğine dair zırvaları danışanlarına sunamaz mesela. Bu arada, namaz kılmanın zırvalık olduğunu düşünmüyorum, yanlış anlaşılmasın. Tam tersine, ben Kuran’a iman eden biriyim. Zırvalık olan, ibadeti bir şeylere “alet etmek”tir. Özetle bana göre, dindar psikolog, mesleğini dindar bir şekilde icra edebilir. Ancak, psikolojik yardım diye insanlara dini satamaz.”

Şimdi asıl konumuza gelirsek…

Nevzat Tarhan, kendi dindarlık anlayışıyla paralel sosyal mesaj vereyim derken belki maksadını aşan ifade kullandı ve haklı tepkilerin muhatabı oluverdi. Ancak Tarhan şunu iyi bilmelidir, ne laiklik ilkesi ve seküler anlayış bir insanı tanrıdan ve dini düşünceden uzaklaştırıp dünyevileştirir ne de din duygusu insanları psikolojik olgunluğa ulaştırıp ölüm denen gerçekle yüzleşmesinde tek alternatif, hatta en etkili yöntem olabilir.

Yaşam bireyseldir ve yaşam insanın onu yorumladığı tanımla layıkıyla bilinebilir.

Neslican hem yaşamı iyi analiz edebilmişti hem yaşamdaki mücadeleyi herkese öğretebilmişti.

Mesela ben, elli yılı aşkın İslamcı yapıların içinde geçirdim ama Neslican gibi mutluluğu yakalayabilen ve olumsuzluktan pozitif duygu çıkarabilen tek bir tane İslamcı göremediğimi itiraf ediyorum.

Keşke Neslican’daki meleksi heyecan biraz olsun başta tüm İslamcılarda bulunabilseydi, işte o zaman din, bilim ve laik değerlerin kıymetinin farkına daha iyi varılabilirdi.

Yaşamımızda bir tane değil binlerce Neslican’a ihtiyacımız var, bu kesin.

Ama onun adını kullanarak yapılan lüzumsuz tweetlere ihtiyacımız yok, bu da kesin…



Bu içeriğe emoji ile tepki ver