Son günlerde kadına yönelik baskı, taciz ve cinayet haberleri gündemi alt üst ediyor. Özellikle hunharca işlenen Emine Bulut cinayeti bardağı taşıran damla oldu veya artık öyle olmasını diliyoruz ama elbette dilemekle, temenniyle bu vahşi trendin sona ermeyeceği de kesin.
Aslında Ortaçağda cadı yaftasıyla yakılan kadınların makus talihi hiçbir dönemde değişmemiş, bahtsız yüzleri pek gülmemiştir.
Şunu da baştan ifade etmeliyim, kadının değerine dair tartışmalar bugün uygar insanı derinden rahatsız etmektedir. Sözgelimi Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın geçen günlerde: “Kadınlar, biz erkeklere Allah’ın bir emanetidir” mealindeki açıklaması, kadınların erkeklerle aynı haklara sahip özgür bireyler olduğu, dolayısıyla erkeklere emanet edilemeyecek onur ve özgüvene sahip varlıklar olduğu gerçeğini haykıranların haklı tepkilerine neden olmuştur.
Konunun esasına dikkat ettiğinizde, dinci gelenek ve kaynaklar ile yoz kültürden beslenen erkeklerin derin algıları altındaki bilinçaltı güdülerini bilmeksizin kadın konusunu anlamak olanaksızdır. Başını kapatmayan kadınların mezarda azap çektiği fetvasının verildiği, sokakta gezen hamile kadınların adeta lanetlendiği ortamda sağlıklı din anlayışının olamayacağı da malumdur.
Ben de kadın konusu etrafındaki gerçekleri ortaya koyma düşüncesiyle; kadından tahrik olma, erkek ile kadın ilişkilerde sınır ve kadının değerine ilişkin geleneksel İslamcı kaynaklarda hangi verilerin kullanıldığını, hangi gerekçelerle hareket edildiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyacağım.
Ortaçağ Hristiyan dünyasında kadın cadı olarak diri diri yakılmış, üstelik vicdan dışı uygulamayı dinî gerekçelere bağlamak maksadıyla Katolikliğin başındaki papalık makamından fetvalar üretilmiş ve Malleus Maleficarum adlı şeytani bir kitap bile yazılmıştır. Hristiyan bağnazlığının başka bir versiyonu olan fanatik Arap yorumunda ve daha çok hadis külliyatına dayandırılan İslam fıkhında/Şer’i hukukta da kendi bünyesine seslenen birçok düzmece kitaplar yazılmış, kadının aşağılandığı fetvalar ortalığa saçılmıştır.
Eğer dinci anlayışın yoğun olduğu ve halk tarafından kutsal bellenen birçok noktayı, semti gezseniz, İslamcı pazarların tezgâhlarında Mürşid-i Müteehhilin (Evlilere Rehber) adında ve içerisinde uydurma hadislerin olduğu kitapları görebilirsiniz. "Peygamberimiz buyuruyor ki…" sözünün ne denli ilgi uyandırdığını bilen dinci yazarların, bu ifadeyi kitaplarında etkili bir silah olarak kullandıklarını fark edersiniz. Dincilere ilham ve cesaret kaynağı niteliğinde olan, Allah’ın sözlerinin bile önüne çıkartılan ve İslam dünyasının gözüne gözüne sokulan, çoğu uydurulmuş olduğu açıkça belli, çağdışı ifadelerle kadını aşağılayan ve cinsel faşizmi körükleyen birçok hadis unvanlı saçmalıklara tanık olursunuz. Üstelik bu hadis etiketi yapıştırılıp uydurulan metinlerde kadınlar kötülendiği halde, tam tersi bir iddiayla “İslam’da kadının avantajlı yeri, hakları ve özgürlüğü” gibi hezeyanlı yaklaşımlarla güya “İyi Müslüman kadın” reklamı yapıldığına hayret edersiniz.
Şimdi bu mistik hastalığın ürünü kitaplardan bir küçük demeti, size fikir vermesi maksadıyla önünüze sunacağım ve İslamcı kaynaklarda kadına dair vereceğim bu ifadeler, tahmin ederim hepinizi hem şaşırtacak hem de üzecektir.
Dinci çevrenin kadına bakışını ortaya koyan uydurma hadislerden bir kısmı şöyledir:
“Şüphesiz ki, evin bir köşesindeki hasır bile, çocuk doğurmayan kadından daha hayırlıdır.”
“Kocanın vücudu irinle kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olamaz.”
“Kadınları Allah nasıl geri bıraktıysa, siz de onları geri bırakınız!”
“Kadınlar olmasaydı, erkekler cennete girerdi.”
“Cuma günü öyle bir saat vardır ki, Allah kendisinden her kim ne isterse geri çevirmez. Yalnız kocası kendisine kızgın olan kadın müstesnadır”
“Kadınlara uymak, pişmanlıktır.”
“Kadınlara danışın, onlarla tartışın ama söylediklerinin zıddını yapın!”
“Kadınlar olmasaydı, Allah'a hakkıyla ibadet edilirdi.”
Dilerseniz, uzayıp gidecek bu yalan ve uydurma hadislerden bir tanesinin analizi yapabilirim ve niçin uydurma olup İslam’a ve Peygambere iftirayı içerdiğini kanıtlayabilirim.
Örneğin, “Kadınlara danışın ama dediklerinin aksini yapın!” anlamlı –güya- hadisin yalana dayalı olduğunda şüphe yoktur, çünkü bu ifadenin Hz. Muhammed’e ait olmadığını hadis kritiği yapan eserler ortaya koymuştur. Zaten Hz. Muhammed’in yaşamını konu alan siyer tarihi, bu asılsız sözleri yalanlamaktadır. Örneğin, Hudeybiye günü çaresiz kalan Hz. Muhammed, eşi Ümmü Seleme’nin verdiği kesin ve doğru fikre uyması sayesinde Müslümanlar arasında çıkan görüş ayrılığını ve dargınlıkları ortadan kalkabilmiştir.
Geleneksel ve klasik İslamcı kaynakların çoğunu elemesi, eleştirmesi, sorgulaması ve dine, akla, iz’ana ve vicdana sığmayanlara tavır alması gereken İslamcılar artık karar aşamasındadırlar.
Ya demode kalan ve açıklamasını kendilerinin bile yapamadıkları kayıtları kabul etmede ısrarcı olacaklardır, böylece insanlık tarihinde kendi kendilerini yok edeceklerdir.
Ya da bilimsel düşünüşün kodlarına uygun rota çizerek onurlu ve ahlaklı kişilik örnekleri sergileyeceklerdir.
Ayrıca toplum olarak biz, İslami kaynaklarda geçen “Hür Kadın” statüsünün zamanımızda yerinin olmadığını iyi anlamalı ve hurafeye dayalı dinsel saplantılardan arınmalıyız. “Kur’an’da kadının dövülmesi gerektiği tavsiye edilmiştir”, iddiasına değer vermeyen ve yaşamında hiçbir kadına el kaldırmayan ve kötü bir tek söz etmeyen Hz. Muhammed’in yaşadığı topluma seslenen kimi ayetlerin iniş sebebindeki muhataplığın bugün nasıl anlaşılması gerektiğini düşünmeli ve hükmü ortadan kaldırılan ayetlerdeki ilahî espriyi kavramalıyız.
Özetle, Neşet Ertaş'ın dediği gibi “kadınlar insandır, biz insanoğlu”
Demek ki biz erkeklerin insanoğlu insan olabilmesi, kadının varlık sistemindeki değerini kabul etmemizle doğru orantılıdır.