ABD Başkanı Biden, 14 Haziran 2021 tarihinde yapılan NATO Zirvesi sonrasında Erdoğan ile bir araya geldiği ve yaklaşık 50 dakika süren görüşme ile ilgili olarak gazetecilerin sorularına; “Ne konuştuğumuzu ben açıklamam, onu Türklere sorun” diye yanıt vermişti.
Yani topu Türkiye’ye atmıştı. Ama atarken de Türkiye’deki iktidarın bunu açıklayamayacağını, sır olarak saklayacağını biliyordu. Bunun anlamı çok açıktı; “Aramızda konuştuklarımız gizlidir ve özellikle Türk Halkının duymaması gereken şeylerdir”.
Bu yüzden Biden-Erdoğan görüşmesine Türk tarafından ne diplomat alındı ne de Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan resmi bir çevirmen. Siyasal İslamcı gelenekten gelen ve iktidar iradesi tarafından azami korumaya ve ayrıcalıklara mazhar edilmiş olan bir ailenin ferdine tercümanlık yaptırıldı ve görüşme delil olmasın diye kasti olarak kayıt altına alınmadı. Hâlbuki devlet demek, kayıt kuyudat demekti!
Çin ve Rusya’ya Karşı Ortak Cephe
Türk Halkından saklanmasına rağmen dünya konjonktürü, küresel ve Türkiye’nin de içinde olduğu bölgesel büyük resim, Mart 2021’de Biden yönetimi tarafından yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Haziran 2021’de yapılan zirveler, Erdoğan-Biden görüşmesinin içeriğinin ne olduğunun ve niye gizli kalması gerektiğinin ipuçlarını anlayabilenler için vermektedir.
10 Haziran 2021’de ABD-İngiltere arasında Yeni Atlantik Antlaşması, 11-13 Haziran 2021’de Galler’de G-7 Zirvesi, 14 Haziran 2021’de NATO Zirvesi, 15 Haziran 2021’de ABD-AB Zirvesi, 16 Haziran 2021’de Biden-Putin Zirvesi yapıldı. Yeni Atlantik Antlaşması, ABD ve İngiltere tarafından 80 yıl sonra yapılan ikinci antlaşmaydı. Birincisi 1941’de, II. Dünya Savaşı (1939-1945) sırasında yapılmış, Almanya ve Japonya‘ya karşı birliktelik ve ortak cephe inşası damgasını vurmuştu. 10 Haziran 2021’de yapılan ikincisinde ise yine Atlantik Birlikteliği ve bu sefer Çin ve Rusya’ya karşı bir ortak cephenin inşası söz konusuydu.
Beşinci Nesil Savaş
Bu kapsamda ABD, tek kutuplu dünya düzenini sonsuza kadar sürdürmek, dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri ağırlık merkezinin doğuya ve Asya-Pasifik Bölgesi’ne doğru kayışını durdurmak, hegemonyaya direnenleri ezmek, Çin’i ve Rusya’yı kuşatarak çevresini istikrarsızlaştırmak, silahlanma yarışına sokarak kaynaklarını tükettirmek, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak ve Çin’in Kuşak-Yol Projesini sekteye uğratmak istiyordu. ABD’nin stratejisi kimine göre yeni bir soğuk savaştı. Bu köşenin yazarına göre ise bu savaş III. Dünya Savaşı idi.
Ama bu savaş geçmiş dünya savaşları gibi değildi ve olmayacaktı. Bu savaş; Beşinci Nesil Savaş veya Hibrit Savaş olarak adlandırılıyor. Bu savaş ağırlıklı olarak ateşli silahlarla yapılmıyor ve yapılmayacak da. Beşinci Nesil Savaş unsurları; yüksek teknoloji, devlete bağlı olmayan aktörler, terörizm, vekâlet savaşçıları, kitlesel göç, insansız hava ve deniz araçları, bilgi harbi, psikolojik harekât, medya, din, siber timler, toplumsal mühendislik, seçimlere müdahale, beyin yıkama, ekonomik ve ticari manipülasyonlardır.
Hedef İstikrar Sağlamak Değil!
ABD, 20 yıldan sonra Afganistan’dan askerlerini çekmeye karar verdi. Sizce ABD Afganistan’dan çekilmesinin Afganistan’ı daha fazla istikrarsızlığa sürükleyeceğini, çok uzun olmayan bir zaman diliminde Taliban’ın ülkeye tamamen egemen olmasına neden olacağını, buradan ülkenin komşuları olan Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Çin, Pakistan ve İran’a istikrarsızlık ihraç edeceğini ve yine bölgeden dışarıya doğru bir sığınmacı akınını tetikleyeceğini tahmin edememiş olabilir mi? Tabii ki olamaz!
CIA’e yakınlığı ve danışmanlığı nedeniyle, “Gölge CIA” olarak tanınan düşünce kuruluşu Stratfor’un sahibi, stratejist George Friedman; “ABD, hep başka bir gücün yükselebileceği alanlarda istikrarı önlemek istemiştir. Hedefi istikrar sağlamak değil, istikrarsızlaştırmaktır. ABD’nin, Avrasya’da barışı sağlamaya dönük özel bir çıkarı yoktur. Çatışmaların amacı yeni bir gücün ortaya çıkışını engellemek ve bölgeyi istikrarsızlaştırmaktır” diyor.
Türkiye’ye Verilen Direktifler
Bu büyük resim içinde Afganistan hamlesini yapan ABD, 14 Haziran 2021’de bu hamlenin desteklenmesi için Türkiye’den iki istekte bulundu. Daha doğrusu; pazarlık gücü olmayan ve ABD ile ilişkilerini düzeltme peşinde koşan Türkiye’deki iktidara iki ana direktif verdi.
- ABD ve NATO askerlerinin çekilmesi sonrasında Kabil Havalimanı bekçiliğinin yapılması,
- ABD ile işbirliği yapan ve Taliban’ın hedefinde olan yüzbinlerce Afgan’ın Türkiye’ye mülteci olarak alınması.
Tüm NATO ülkeleri Afganistan’dan çekildikten sonra Afganistan’da kalmak, askerlerimizi Taliban’ın hedefi haline getirmek ve yüzbinlerce Afganistanlıyı ülkemize kabul etmek ulusal çıkarlarımızın ve ulusal güvenliğimizin gereği olarak değil, iktidarın siyasi çıkarları ve bekası için yapılmıştır.
Türkiye Afganlar İçin Uygun Yer
Bugünlerde Afganistan’dan Türkiye’ye yönelik gerçekleşen yoğun göçün bu planın parçası olduğu değerlendirmektedir. Gelenlerin genç ve erkek olması bunu doğrulamakta ve görünümlerinden Afganistan sınırından Türkiye sınırına olan yaklaşık 2250 km. yolu yani İran’ı doğu-batı istikametinde yürümedikleri, taşındıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca Doğu Beyazıt’tan giren bir Afgan’ın bir gün sonra Rize’de bir çay bahçesinde çalışmaya başlıyor olması da bu faaliyetin planlı olduğunu göstermektedir.
Sınırlarımızın güvenliği yok, adeta yolgeçen hanı olmuş! Türkiye sığınmacı kampı haline gelmiş. Dün IŞİD terörü ile tanıştırıldık, bugün ise Taliban terörüyle tanıştırılacağız. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un “Türkiye’nin Afganlar için uygun bir yer olduğu” yönündeki açıklaması da bu değerlendirmemizi doğrulamaktadır.
Sorumlu İktidardır
Şimdi de başımıza orman yangınları işi çıktı. Gerçi sadece ormanlarımız yanmıyor. Ülkemiz kuzeyden güneye, doğudan batıya yangın yeri gibi. Bu durumun sorumlusu ise iliklerine kadar iktidar iradesidir.
Türkiye, iklimsel olarak orman yangınlarının sıkça görüldüğü bir coğrafyada bulunmasına, geçmişte birçok orman yangını tecrübesi yaşamasına ve orman yangınlarını tetiklemek maksadıyla terörist girişimlere maruz kalmasına rağmen iktidar görevini yapmamış, yangına hazırlıksız ve donanımsız olarak yakalanmamıza neden olmuştur.
Lükse, şatafata, saraylara, mabetlere, yandaşlara, makam uçaklarına hazineyi harcayınca ne yazık ki yangın söndürme vasıtaları için para kalmadı! Türk Hava Kurumu uçakları da çıkar ve düşmanlık gözetildiği anlaşılan ihale şartnamesiyle devre dışı bırakılınca halen yaşadığımız hazin tablo ortaya çıktı. İktidar bunun hesabını vermek zorundadır.
Üst Akıl İşi Olabilir
Binlerce dönüm ormanlık alan Antalya, Muğla, İzmir, Osmaniye, Mersin, Adana, Çanakkale, Kayseri, Edirne, Kütahya, Aydın, Kilis, Kocaeli, Kastamonu, Sakarya, İstanbul, Hatay, Bursa, Diyarbakır, Karaman, Balıkesir, Manisa, Bingöl, Kırklareli, Bilecik, Şanlıurfa, Bitlis, Kahramanmaraş, Çorum, Isparta olmak üzere 30 ilimizdeki birçok bölge alevlere teslim oldu. Bu kadar çok sayıda, farklı bölgelerde aynı anda yangınların başlaması ister istemez örgütsel kundaklama şüphesine dikkat çekiyor. Örgütsel bir kundaklamayı plan halindeyken bile önceden istihbar etmek, devletin istihbarat kurumlarının görevi. Bu görev de belli ki yerine getirilememiş. Sanırım muhalifleri izlemekten terörist örgütleri izlemeye yeterince imkân kalmamış.
Diğer bir şüphe ise bu yangınları hangi örgüt çıkarmış olursa olsun, bir üst akıl tarafından taşere edilmiş olabileceği ihtimalidir, tetiği çekenden ziyade çektiren elin daha önemli olduğudur. Yani kundaklamayı yapandan ziyade kundaklamayı yaptıranın daha önemli olması söz konusudur. Çünkü bu yangınlar, halkın dikkatini Afgan göç dalgasının ülkemizi istila ediyor olması tehdidinden uzaklaştırmaktadır. Devlete düşen görev; failleri yakalamak ve arkasındaki gizil niyeti deşifre etmektir.