Cumhuriyet tarihimiz boyunca Türkiye’nin yönetim şekli ilk kez “Otokrasi” olarak adlandırıldı. Habere göre; Almanya’da bulunan Bertelsmann Vakfı’nın Dönüşüm Endeksi’nde Türkiye için “Ilımlı Otokrasi” ifadesi kullanıldı. Raporda 137 ülke arasında 77’inci sırada yer alan Türkiye için “De Facto Diktatörlük” nitelendirilmesi yapıldı. “De Facto” ile Türkiye’de esasında demokratik gibi görünebilecek anayasal bir arka plan olmasına rağmen günümüzde iktidarın yarattığı fiili durum nedeniyle fiilen bir diktatörlük var denmek isteniyor. Rapor “De Facto” ifadesi ile Türkiye’de iktidarın anayasayı, yasaları ve kuralları tanımaz bir durum yarattığının da altını çiziyor.
Bu rapora şaşırdık mı? “Hakkımız yendi! Gerçekte Türkiye’nin hakkı; dünyanın en demokratik ülkeleri arasında gösterilmektir” diyebiliyor musunuz? Emin olun, torpil yapmışlar ve nezaketi elden bırakmamışlar. Çünkü Almanya’nın Türkiye üzerinden yaşamsal çıkarları var.
Kredi İçin Şirinlik Yapıyorlar!
“Ilımlı otokrasi” sınıflandırmasına iktidar da şaşırmadı. Otokrasi rotasında tam yol ileri gittiğinin kendisi de farkındaydı. İktidar, özellikle Batı’dan sadece hoşgörü ve bu durumu görmezlikten gelmesini istiyor. Türkiye’deki halkın maske işini halledememişken, maske üretim tesislerinin önünü halk alır veya yağmalar diye polis ekipleriyle kontrol altına alıyorken, yalakalık olsun diye başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine maske gönderiyor ve şirin görünmeye çalışıyor. Neden mi? Türkiye’de kendisinin yarattığı zulmün, insan hak ve özgürlükleri ihlallerinin, hukuksuzlukların görmezlikten gelinmesini sağlamak ve iflas eden ekonomimiz ve tam takır hale getirilen hazinemiz için ne şartlarda olursa olsun kredi bulabilmek için!
Hani S-400’ler 20 Nisan’da aktif hale getirilecekti? Bugün 1 Mayıs 2020 ve bu konuda tam bir ölüm sessizliği var, hatta çıt yok diyebiliriz! Zamanında yazılarımızda ve ekranlarda “S-400’leri almak devlet aklının değil, tek kişilik bir kararın ürünüdür. Kullanamayacağız, alma kararını vermekle pişman olacağız, paramız ziyan olacak, satmak veya depoya kaldırmak zorunda kalacağız. Doğru karar, en baştan itibaren milli füzemizin geliştirilmesidir” demiştik ve nedenlerini anlatmıştık. Böyle bir analiz yaptık diye merkez akım medyada ve yandaş kanallarda nezaket ve ahlak duvarlarını delip geçecek şekilde saldırılar yaptılar. Şimdi bu saldırıları yapanlar utanıyor mu? İçlerinde haysiyetli ve ahlaklı hiçbir insan yok mu özür dileyecek?
S-400 İçin Müşteri Aranıyor
Şu anda 3 koldan, harıl harıl S-400’lere müşteri aradıklarını biliyor musunuz? Bugün için Türkiye ekonomik olarak iflas durumunda ve dövizimiz yok. Daha geçen gün Dünya Bankası’ndan Korona Virüsü ile mücadele için 100 milyon dolar kredi aldık. Bu paraya mecbur kalmış olmamız bile tam anlamıyla iflas durumunda olduğumuzu gösteriyor. Lüks ve şatafatın, iş bilmezliğin, kamunun parasını saraylarla, makam uçaklarıyla ve yandaş müteahhitlere yönelik hazırladıkları danışıklı projelerle çarçur etmenin kaçınılmaz sonucudur bu!
Amerikalı Yahudi iş adamı David Rockefeller “Bana kazandığım ilk bir milyonun hesabını sormayın, daha sonra kazandığım her sentin hesabını verebilirim’’ diyor. Türkiye’de ise iktidarın çevresinden ayrılmayan, ihaleleri alan ve hala da almaya devam eden iş adamlarının istisnasız hiçbiri ne ilk milyonlarının ne de sonraki milyonlarının hesabını verebilir! İktidar da hesap vermez, veremez. Vermediği ve veremeyeceği için de ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya devam etmek istiyor.
Sihirli ve Dinsel Bir Çözüm Yok!
Türkiye’de otoriter bir tek adam yönetimi var. Tüm otoriter yönetimler, yaptıkları hatalar ve yarattıkları içinden çıkılmaz durumlar için daima suçlayacakları birilerini ararlar ve sorunun esas nedeninin kendisi veya kendileri olduğunu içselleştiremezler. Bu suçlu; ya bizi kıskanan ve ilerlememizi istemeyen dış güçlerdir ya da bu dış güçlerle beraber hareket eden iç güçler, yani muhalefettir. Otoriter yönetimler yetkiye doymazlar, kendilerinin hatası sonucu karşılaştıkları her içinden çıkılamaz durumdan sonra daha fazla yetki talebinde bulunurlar. Eğer bir ülke bu sarmala girerse, sonu felakettir. “Şirket gibi yönetmek istiyorum” ifadesi de bunun sarmalın Türkiye versiyonudur!
Bazı insanlarımız ısrarla “Bunları anladık, biliyoruz. Çözüm ne? Bize onu söyle!” diyorlar. Esasında çözümü yazdım, her yazımda ip uçlarını da veriyorum. Bir burun oynatarak her şeyin düzelmesi gibi sihirli ve “Kadir Gecesi bir gün oruç tut, bütün günahların silinsin” gibi dinsel bir çözüm yok. “Hemen şimdi harekete geçelim, ülkemiz elden gidiyor, siz hala yazıyor ve konuşuyorsunuz, acele edin” şeklindeki yaklaşımlar duygusaldır, doğru değildir, akli ve bilimsel hiç değildir. Bilimsel çözümler uzun solukludur ama kesin sonuç verir.
Çözüm İki Safhalı
Akli ve bilimsel çözümler için önce problemin ne olduğunun anlaşılması lazım.
Nobel ödüllü ünlü fizikçi Albert Einstein bir soru üzerine; “Dünyayı kurtarma görevini bana verseler ve bunun için 1 saatim olsa, 55 dakikasını anlamaya verirdim” diyor. Toplum içinde yaşadığımız problemin ne olduğunu anlama eşiğine çok yaklaştı. Mücadeleye inatla devam etmemiz ve taşın altına bir şekilde elimizi sokmamız lazım.
Türkiye’yi tekrar çağdaş uygarlık rotasına sokmak ve felaket sürecini durdurmak için iki safhalı bir çözüme ihtiyacımız var.
Birinci safha; iktidarın gönderilmesidir. Bunun için kısır siyasi partiler çekişmesine girmeden, iktidara muhalif olan geniş kesimleri “armudun sapı, üzümün çöpü” diyerek ayrıştırmadan, “Geçmişte sen şöyle yapmıştın, hatta iktidara destek de vermiştin!” serzenişinde bulunmadan herkesi ama herkesi ve hatta muhalif tüm siyasi partileri kucaklamak gerekir.
İkinci safha ise Türkiye’nin rehabilitasyonu ve tahrip edilen kurumlarının onarılması safhasıdır. Bu safha, başka türlü birlikteliklere ihtiyaç duyar. Ama birinci safha aşılmadan ikinci safha için şimdiden saflaşmak, birinci safha için yapılması gereken birlikteliği bozar bizi felakete taşır.
Bugün 1 Mayıs 2020, İşçi ve Emekçilerin Bayramı! Yarın belki yarından da yakın bir gelecekte yandaş patron sevicisi, emperyalizm destekçisi, emek düşmanı iktidardan kurtulduğumuz, geçmişin acılarını yaşamayacağımız, milli bayramlarımızı iktidara rağmen kutlama endişesi içinde olmayacağımız, hakça, özgürce, adilce bir düzen içinde yaşayacağımız, barış içinde güzel günlere ulaşmak umudu ve inancı ile İşçi ve Emekçilerin Bayramını kutlarım.