Geçtiğimiz Cumartesi (17 Ağustos 2019) günü, Çanakkale’ye gitmek için İstanbul’dan yola çıktık. Tabii ki hedef; ertesi günü (18 Ağustos 2019) Kaz Dağları, Kirazlı Köyü, Balaban Mevkiinde altın madeni projesi kapsamında yapılan doğa katliamına dur diyebilmek için başlatılan “Su ve Vicdan” nöbetine destek vermek ve bu kapsamda dünyaca ünlü piyano sanatçımız Fazıl Say’ın verdiği konseri izleyebilmekti.
Kaz Dağları’na gidiş amacımız; vatan savunmasına destek olmak, emperyalizm ve işbirlikçileri marifetiyle acımasızca ve sorumsuzca katledilen doğamıza ve talan edilmeye çalışılan yeraltı zenginliklerimize sahip çıkmak ve bu maksatla ulusal farkındalığımıza ve duyarlılığımıza katkı yapmaktı.
Vatan Savunmasıdır
Yanlış okumadınız; Kaz Dağlarına sahip çıkmak, vatan savunmasıdır. Günümüzde, bir milletin üzerinde yaşadığı ve nimetlerinden faydalanma imkânına sahip olduğu kara ve deniz alanları ile bu alanların üzerindeki hava sahasına vatan ve bu alanların korunmasına ise vatan savunması denmektedir.
Geçmişte ise vatan, sadece kara parçasıydı. Mithat Cemal Kuntay’ın (1885-1956) “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” şeklindeki duygulu mısraları, zamanına göre çok doğruydu. Ama bugün için eksik kalır. Özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra, teknolojinin de gelişmesiyle, denizler paylaşılmaya ve vatan parçaları haline gelmeye başladı. Günümüzde Türkiye’nin karasal yüzölçümünün yaklaşık olarak yarısından daha fazla olan bir de Mavi Vatanı (400 bin Km²) var. Doğu Akdeniz’de ve Ege’de bunun için mücadele veriyoruz.
Bu Kafayla Yarın Vatanımızı Koruyamayacağız!
Çağ çok büyük bir hızla değişiyor. Günümüzde, sadece ölerek, vatan korunamaz hale geliyor. Bu hızla, yarın, yani 21. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren binlerce, yüzbinlerce insanımız ölse bile vatanımızı koruyamayacak hale geleceğiz. Yakın gelecekte, karşınızda savaşan bir canlı bile göremeyeceksiniz. Karşınızda binlerce kilometre uzaktan gönderilen ve kumanda edilen robot askerler, insansız ve silahlı hava, deniz ve kara araçları ile uzaydan sizi hedefleyen çeşitli silahlar olacak. Artık vatan savunması ölerek değil yaşayarak, hayatta kalarak, bilim insanlarına ve nitelikli topluma sahip olarak, toplumsal katma değer üreterek, bilinçlenerek, farkındalık yaratarak, elini taşın altına sokarak ve sorumluluk alarak yapılacak.
Türkiye, her yıl erozyonla, geriye dönüşü olmayacak şekilde, 750 milyon ton kadar, en verimli toprak parçalarını kaybediyor. Bunun nedeni; doğal bitki örtüsünün ortadan kaldırılması. Kaz Dağları bölgesinde, yalnız altın madeni gerekçesiyle 195 bin ağaç kesildi. Sadece bu kadar da değil vatanımıza saldırı. Doğamız her yerde tahrip ediliyor, sahillerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz kirletiliyor, en verimli ovalarımız betonların altında bırakılıyor. Bunun için vatan savunması yok mu? Ama bu savunma tankla tüfekle olmuyor, bilinçli insanlarla ve toplumla oluyor!
Bu Vatan Gelecek Nesiller İçin Bize Emanet
Vatan; hoyratça, haince, sorumsuzca kullanacağımız ve har vurup harman savurabileceğimiz bir miras değil, atalarımızdan gelecek nesillerimiz için emanet aldığımız, ortak kutsal evimizdir. Ama iktidar kutsal vatanımıza karşı duyarlı ve hassas değil; eylemleriyle, yaptıkları ve yapmadıkları ile sanki düşmanlık içinde.
Geçtiğimiz Cumartesi günü İstanbul’da yaşanan felaket de vatanımızın bir bölümüne karşı işlenen ihanetin neticesiydi. İstanbul’daki sel felaketinin başat sorumlusu; doğayı katleden, yeşil alanlarımızı yok eden, şehri ranta kurban ettiren, çağdaş şehircilikten damla kadar nasibini almayan, ama çeyrek asırdır İstanbul’u yöneten iktidardır.
İstanbul’dan Yola Çıktık
İşte bu duygular ve bilinçle, Kaz Dağlarındaki eyleme destek vermek için İstanbul’dan yola çıktık. Grubumuz; Deniz Harp Okulu’ndan 1972 yılında mezun olarak teğmen çıkmış 6000’ler sınıfının bir bölümünden oluşmaktaydı. Aralarında, iktidar ve FETÖ’nün ortaklaşa yaptığı Balyoz kumpasının mağduru olan Koramiral Kadir Sağdıç da vardı. Kumpaslara karşı kahramanlar gibi direnen, silah arkadaşlarına sahip çıkan, bu uğurda Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasına sayılı günler kala istifa eden Oramiral Nusret Güner’in de bahsettiğim 6000’ler sınıfından olduğunun altını çizmek isterim.
Hepsi benim büyüklerimdi. Sağ olsunlar davet ettiler, aralarına aldılar ve bu mücadelede de yoldaşlık yaptık. İlk durak Tekirdağ, ikinci Gelibolu ve geceyi geçireceğimiz üçüncü durağımız ise Çanakkale idi. Gelibolu’da, Piri Reis ve Gelibolu Savaş Müzelerini gezdik ve yaklaşık 104 yıl önce yaşanan Çanakkale Savaşını konuştuk, verilen kahramanlığa selam durduk, şehitlerimizi ve gazilerimizi andık.
Eylemin Evrensel Boyutu Da Vardı!
Ertesi gün; Kirazlı-Balaban Mevkii araçla yaklaşık 30 dakikalık bir mesafede ve program saat 11:00’de başlayacak olmasına rağmen 09:30’da yola çıktık. Alan, saat 10:00’dan itibaren, mahşeri bir kalabalık halini almıştı bile. Ama insanlar akın akın gelmeye devam ediyorlardı. Esasında bu eylem ve konser, Kaz Dağlarına sahip çıkmak maksadıyla başlatılan “Su ve Vicdan” nöbetinin 24. gününe denk gelmişti. Nöbet, konserden ve bizden sonra da hala devam ediyor.
Zor şartlar altında ve sıcağa rağmen, ormanlarla kaplı dağ başında başarılı bir organizasyona imza atılmıştı. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın hamasetten uzak, akıl ve yurtseverlik dolu konuşmasının ardından Fazıl Say’ın konseri başladı. Burası Kaz Dağları, mitolojideki adıyla İda idi. Edremit Körfezi’nin kuzeyinde, Çanakkale ve Balıkesir illerinin arasında yer alan ve dünyaca bilinen bir bölgeydi burası. Yaklaşık olarak 3 bin yıl önce yaşamış ünlü ozan Homeros, İlyada Destanı ile burasını dünyaya mal etmişti. Bu nedenle Kaz Dağları’na sahip çıkmanın vatan savunması, antiemperyalist duruş ve doğamızı korumanın yanında, evrensel ve gezegenimize sahip çıkma boyutu da var.
Fazıl Say Muhteşemdi
Bu boyutlar, Fazıl Say’ın konserine de yansıdı. Çaldığı parçalar arasında hem milli ve Anadolu’ya ait kendi besteleri, hem de evrensel parçalar ve besteler vardı. “Nazım Hikmet” oratoryosundan bölümler, “Toprak Ana”, “Truva Sonatı”, Mozart’ın “Türk Marşı”, yeni bestelediği “Kaz Dağları Marşı”, Beethoven ve Chopin gibi bestecilerin eserlerinden bazı örnekler ve bitiriş olarak tabii ki “İzmir Marşı” muhteşemdi.
Konser sırasında, zaman zaman Fazıl Say kendinden geçiyor, çaldıklarının tınısına ve bölgenin tarihi ve mitolojik derinliğine duygularını yüklüyor, izleyici ile interaktif duygusal bir bağ kuruyor ve zaman zaman çalarken gözlerinden yaşlar geliyordu. Görmeliydiniz, izlemeliydiniz, dinlemeliydiniz!
Bu Hakarete Verecek Yanıtınız Yok Mu?
“Su ve Vicdan” nöbetinde olanlar hariç, bu etkinliği izlemeye yaklaşık 60 bin insan geldi. Daha fazlasını da bölge, büyüklüğü itibarıyla kaldıramazdı. Birçok insan, etkinliği izleyemeden dönmek zorunda kaldı. Gelenler ve gelemeyip bu eylemin arkasında duranlar, Türkiye’nin bilinçli ve aydın kesimiydi. Kadınlar ve gençler ise çoğunluktaydı. Türkiye çağdaş uygarlık yolunda bir mesafe kat edecekse; sürükleyecek kesim bu insanlardı.
Altın madeni için Kaz Dağları bölgesini katleden Kanadalı şirketin CEO’su “Türkler kazmakta ve taş taşımakta çok iyiler” demiş. Bunun anlamı; “Sizin kafanız basmaz, en iyi yapabileceğiniz şey hamallıktır. Cebinize ölmeyeceğiniz kadar üç beş kuruş koyup kandırır, işbirlikçilerimize de avanta ve komisyon verip malı götürürüz. Bu duruma uyananları ve itiraz edenleri de işbirlikçilerimiz vasıtası ile ötekileştirir ve ezeriz” demek istiyor. Yoksa siz farklı mı anlıyorsunuz!