Zanka

Türker Ertürk

Twitter Instagram


Türker Ertürk

22 Haziran 2012’de, Doğu Akdeniz’de bir savaş uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğü, gündemimize flaş bir haber olarak oturmuştu. Suriye’de ABD tarafından başlatılan vekâlet savaşının henüz 16’ıncı ayındaydık. Ne yazık ki Türkiye, kendi çıkarlarının ve güvenliğinin aksine, bu vekâlet savaşına Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanlığı kapsamında balıklama dalmış, bu insanlık dışı savaş için ardına kadar açmış olduğu kendi topraklarının eski Osmanlı coğrafyası olan Suriye’ye doğru büyüyeceğini sanmıştı.

Malatya, Erhaç hava meydanından kalkan, 173. Keşif Filosuna bağlı bir RF-4 E (Phantom) tipi keşif uçağımız Suriye’nin sahil kenti olan Lazkiye’ye 8 mil mesafede ve Suriye hava sahası içinde düşürüldü. Belli ki; savaş uçağımız Suriye’deki vekâlet savaşı için keşif yapma adına, siyasi iktidar tarafından oraya gönderilmişti. Halbuki ülkemizin çıkarları ve güvenliği açısından bu yapılan çok yanlıştı! Ama askerin itiraz edecek ve “bu doğru olmaz” diyecek gücü yoktu! “Hayır” diyebilecekler; Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile susturulmuş, tasfiye edilmiş, içeri atılmış, geriye kalanlar sindirilmiş ve bugün FETÖ denen o gün ise yere göğe konamayan cemaatin köstebeklerine alan açılmıştı.

İktidar Suriye’yi vurarak, uçağımızın düşürülmesine yanıt vermek istedi. Zaten iktidar, Suriye’ye karşı ilan edilmemiş bir savaş içindeydi. Ama uzmanlar, Suriye’yi açıkça hava saldırısı ile vurmamız halinde Suriye’nin de elinde bulunan balistik füzelerle (SCUD-B) reaksiyon gösterebileceğini, İstanbul ve Ankara gibi şehirlerimizi vurabileceğini ama Türkiye’nin bu füzelere karşı savunmasının olmadığını rapor etti.

Bunun üzerine iktidar, balistik füzelere karşı orta ve yüksek irtifa hava savunması için hemen ABD’den Patriot Füze Savunma Sistemi almak istedi. Halbuki yapılması gereken; Türkiye’nin balistik füzelere karşı harekât ihtiyacını karşılayacak milli bir sistemin tasarlanması ve üretilmesiydi. Buna kimsenin itirazı olamazdı, bunu yapacak bilgi birikimimiz de vardı ama iktidarın bekleyecek zamanı yoktu. Beşar Esad’ın işini bitirmek ve “Yeni Osmanlı” hayali üzerinden Suriye’de bir egemenlik alanı peşindeydi. ABD ise iktidarın bu niyetinin farkındaydı. “Siyasal İslam” (Ilımlı İslam) ve “Yeni Osmanlıcılık”; ABD’nin Türkiye’deki iktidarı kandırmak ve projelerinde kullanmak için önüne sürdüğü balık yemleriydi. ABD, kendi kontrolü dışında Suriye’de iş yapılmasını istemediği için Patriot’ları Türkiye’ye vermedi ama NATO kontrolünde altı Patriot bataryası Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana’da geçici olarak konuşlandırıldı.

Amaç Kamuoyunu Aldatmaktı

Bunun üzerine harekât ihtiyacı belirlendi ve ihtiyacı karşılamak üzere ihaleye çıkıldı. Yaklaşık 4 milyar dolar olan projeyi Çin kazandı. Çin’in projesi iyiydi. Çünkü nispeten açık mimariliydi ve teknoloji transferi içeriyordu. Ama iki yıl sonra iktidar, ABD’nin baskısıyla projeyi iptal etti. Açıklama olarak; “bu konuda milli bir proje geliştireceğiz” dendi ama bir şey yapılmadı. Kamuoyunu kandırmaya ve oyalamaya yönelik bir açıklamaydı bu!

22 Kasım 2015’de, Türkiye’ye karşı hiçbir düşmanca tutumu olmayan ve Suriye’de teröristlere karşı operasyon yapan bir Rus Savaş Uçağını (SU-24M) hava sahamızı ihlal ettiği iddiası ile düşürdük. Halbuki Rusya’nın Suriye’de teröristlere karşı sürdürdüğü operasyon, ülkemizin çıkarları ve güvenliği ile örtüşüyordu.

Rus uçağı düşürülünce, Ruslarla aramızdaki tüm ilişkiler ticaret, müteahhitlik ve turizm de dâhil olmak üzere bozuldu ve Türkiye kaybeden taraf oldu. Ayrıca; iktidar Rusların misilleme yapmasından da çok korktu ve 5.Madde gereğince NATO’yu Ruslara karşı yardıma çağırdı. Ama ekonomimizin, Rusların her alanda koyduğu ambargoya karşı koyacak gücü yoktu. Sonunda pes edildi, biraz da aşağılanarak, Haziran 2016’da Putin’den özür dilendi ve bolca tazminatlar, cezalandırmayı da kapsayacak şekilde ödendi.

15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra, bu sefer iktidar ABD’ye tepki olarak Rusya tarafına savruldu. Ve bu tepkinin bir sonucu olarak Eylül 2017’de Ruslarla yaklaşık 2,5 milyar dolarlık S-400 anlaşması yapıldı. Ama bu proje, Çin projesinden farklı olarak, teknoloji transferi içermiyordu. S-400 alınmasına karar verilmesi, bir tehdit değerlendirmesi ve bu tehdide karşı bir harekât ihtiyacının karşılığı olarak gelişmedi. Bu; içinde askerin kurumsal olarak yer almadığı, tek kişilik bir siyasi kararın sonucuydu.

İhtiyacımız İttifak Değil, Çok Seslilik!

ABD, şimdi yine şantaj yapıyor. Çin projesini iptal ettirdiği gibi! Papazı aldığı gibi! Çünkü ABD biliyor ki; rejim değişikliğinden sonra Türkiye’de en yaşamsal kararlar bile tek kişi tarafından alınıyor. Ekonomik iflası da ekleyince, Türkiye’nin bu sistemle ne yazık ki ABD’ye karşı tamamen kamp değiştirmekten başka hiçbir kozu yok. O da koz sayılırsa! ABD ise Türkiye’yi ikna edeceğinden emin ve her alanda şantaja ve mesaj vermeye devam ediyor! Bu iktidarın da başka çıkışı yok! Zaten S-400’leri alma kararı verdiğine de çok pişman. İktidar, S-400 kararından “Karizmayı çizdirmeden nasıl vaz geçerim”in peşinde!  Bunun emarelerini de veriyor. “S-400’ü alırız ama hava savunma sistemimize entegre etmeyiz” demek; “Parayı çöpe atarız, silahı da depoya koyarız” demektir! Halkı kandırmak için böyle bir ara çözüme ihtiyaçları var! S-400’ler sonradan başka bir ülkeye de satılabilir!

Başımıza gelen tüm felaketlerin ana nedeni tek sesli olmak. Ama şimdi “bu tek sesliliği pekiştirelim” diyorlar, ittifak adı altında! Hatta buna bazı muhalif sesler de farklı farklı kişisel ve örgütsel nedenlerle destek veriyor! Buna katılmak mümkün değil! Türkiye’nin ihtiyacı olan şey tek seslilik değil, çok sesliliktir.

Bugün iktidar, S-400 nedeniyle ABD’nin çok ağır baskısı altında! Halbuki zamanında ortak akılla doğru karar verilseydi ve milli proje geliştirilseydi, Türkiye bu baskılara maruz kalmayacaktı. Kurumsal olmayan, ortak ve nitelikli aklı kullanmayan bu tek kişilik aklın verdiği kararlar, istisnasız her konuda ülkemizi çuvallatıyor ve felakete taşıyor. 

Bir kere şantaja ve baskıya oyun eğersen, müteakiben gelecek ataklara da boyun eğmek durumunda kalırsın. İktidar ne yaptığını bilmiyor, ilkeleri ve değerleri olmadığı için yaprak gibi, gelen rüzgârın yönüne göre savruluyor. Söylemlerinde ve icraatlarında bir tutarlılık ve istikrar yok. İktidar, bu yanlışları ve iş bilmezliği ile adeta Türkiye’nin yumuşak karnı.

Uyardık Ama Bildiğini Okudu!

8-9 Temmuz 2016’da, Polonya’nın başkenti Varşova’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı NATO Zirvesi’nde “Rusya’nın bir tehdit olduğu, işbirliği yapılamayacağı, Moskova’nın saldırganlık içinde bulunduğu ve bölgesel istikrarsızlığın kaynağı olduğu” değerlendirmesi yapıldı ve kayıt altına alındı. Türkiye hiç itiraz etmedi, aynen altını imzaladı ve şerh koymadı. İktidarın yanlış yaptığını “Varşova Zirvesi’nin Düşündürdükleri” başlıklı yazımızda sıcağı sıcağına yazmıştık.

Geçen yıl Ekim-Kasım aylarında, Trident Juncture-2018 adlı NATO tatbikatı icra edildi. Bu tatbikat; 2002’den beri yapılan en büyük NATO tatbikatıydı. Tatbikat senaryosuna göre; Norveç hayali bir ülke tarafından işgal ediliyor ve NATO, 5.Madde gereğince Norveç’in yardımına koşuyordu. Bu hayali ülke tabiri ile Rusya’nın işaret edildiği çok açıktı! Zaten, böyle de anlaşılsın istiyorlardı! Türkiye, bu tatbikata katıldı. Rusya’yı çok açık olarak hedef alan ve biraz da kışkırtmaya yönelik olan bu tatbikata ülkemizin katılması doğru değildi! Türkiye’nin bu tatbikata katılmasının doğru olmadığını sıcağı sıcağına, testi kırılmadan önce yazdığımız “Denizler Tanrısı Poseidon’un Üçlü Mızrağı” başlıklı yazımızda anlatmış ve uyarımızı yapmıştık.

19-20 Kasım 2010’da Lizbon’da yapılan NATO zirvesinden sonra, Füze Kalkanı Projesi çerçevesinde Malatya-Kürecik’e AN/TPY-2 X Band Radarın konuşlandırılmasına karar verildi ve 2012 başında da konuşlandırıldı. Bugün milletvekillerimizin bile giremediği bu radar birimi için hedef ülkeler Rusya ve İran’dı. Bunun yanlış olduğunu, radarın Türkiye’ye konuşlandırılmaması gerektiğini, Rusya ve İran için Türkiye’yi hedef yapacağını zamanında hem yazdık hem de televizyon ekranlarında anlattık.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ama sorgulayıcı aklınızla değerlendirin; iktidar NATO’da kararlar oy birliği ile alınmasına rağmen yapılan toplantılarda, tehdit değerlendirmelerinde ve zirvelerde Rusya’nın tehdit olduğunu kabul ediyor, itiraz etmiyor, tartışmıyor ve şerh koymuyor. Ama dün cemaat olarak yere göğe koymadığı, bugün ise FETÖ olarak nitelendirdiği yapıyı devletin aklı tehdit olarak görmesine, hatta “PKK’dan bile daha tehlikelidir” demesine rağmen iktidar, zamanında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden tasfiyelerine şerh koymasını biliyordu.

S-400 mü, Yoksa Patriot mu?

Gelelim, S-400 yüksek irtifa hava savunma silahına. Bu; savaş gemisi, savaş uçağı, tank, top, tüfek gibi bir silah değil. Bir ülkenin hava savunma silahları; algılayıcılar, sistemler ve tüm silahlar olarak birbirine entegre edilir. İster istemez S-400, sisteme entegre edilecek. Ama Türkiye’nin hava savunma sistemi barış, kriz ve savaş durumunu kapsayacak şekilde, NATO entegre hava savunma mimarisi içinde. S-400’ün sisteme entegrasyonu için, Rus uzmanların hava savunma sisteminde çalışması gerekebilir ve bu NATO açısından istihbarat zafiyeti yaratabilir. “Efendim, ben S-400’ü sisteme entegre etmeyeceğim, bağımsız kullanacağım” sözleri; muhataplar için inandırıcı ve ikna edici gelmeyebilir ve gelmiyor da.

Rus yapımı S-400’mü, yoksa ABD yapımı Patriot mu daha iyi? Bu soru çok sık sorulur ve çoğu kez bana da soruyorlar. Hangi silahın daha iyi olduğu konusunda yeterince kanaatim yok. Bunu anlayabilmek için her iki silah ve sistemlerinin üzerinde günlerce çalışmam, performanslarını yerinde deneyerek görmem ve fiili atışlarına katılmam lazım. Yoksa, herkesin yaptığı gibi bu silahların performans bilgilerini gösteren üretici şirketlerin yayınladığı kitabi bilgilerine bakarak, AVM’den mal alır gibi karar vermek, uzmanlığıma ve deneyimlerime ters düşer. Kimse “malım kötü” demez!

Rusların diğer alanların aksine, savunma sanayinde iyi olduklarını kabul etmekle birlikte, Rus silah ve sistemlerinin sunulan performanslarına deneyimim gereğince hep şüphe ile bakar ve epey bir miktar darasını alırım. Soğuk Savaş (1947-1990) henüz bitmişti. 1990’lı yıllarının başında, Ruslarla ve Ukraynalılarla birlikte tatbikatlara çok katıldım, ülkelerine gittim, savaş gemilerinde bulundum ve silahlı kuvvetlerinin durumunu çok yakından gördüm. Durumları çok kötüydü. Gözümüzde büyüttüğümüz Kızıl Ordu bu olamazdı! Teknolojik olarak çok geriydiler, bakım ve idame olarak silahlarının durumu da çok kötüydü ve konvansiyonel olarak savaşacak durumları yoktu.

Ne ABD, Ne Rusya, Ne Çin!

ABD Soğuk Savaş döneminde, Türkiye de dahil tüm NATO ülkelerine sunduğu istihbarat raporları ile Sovyetler Birliğini’nin gücünü ve Kızıl Ordu’nun imkan ve kabiliyetini çok ama çok abartmıştı. Amaç; tehdidi olduğundan büyük göstererek NATO içinde birliği sağlayabilmek ve kendi kamuoyu da dahil NATO ülkeleri için yüksek savunma harcamalarının gerekçesini yaratmaktı. Sosyalist sistem kapitalist ABD ve Batı için fikren tehditti ama sosyalizmin ağa babası Sovyetler Birliği, ABD ve Batı için fiziken bir tehdit değildi. Nükleer silahların yarattığı dehşet savaşın çıkmasını engelliyor ve dengeyi sağlıyordu. Ruslar, Soğuk Savaş bitiminden bugüne kadar ne oldu da savunma sanayinde çok çok büyük bir ilerleme kaydettiler? Bu pek inandırıcı değil! Ayrıca; bu iş birleşik kaplar gibi olup, savunmada ürettikleriniz de üç aşağı beş yukarı diğer alanlarda ürettikleriniz ve yaptıklarınız gibidir.

Bir ülkenin savunma sanayindeki durumunu öğrenmek istiyorsanız veya iki ülke arasında savunma sanayii konusunda kıyaslama yapmak istiyorsanız, o ülkenin veya kıyaslama yapacağınız ülkelerin üniversitelerine, bu üniversitelerin teknokentlerine, yüksek teknolojiye ve inovasyona ayrılan kaynak miktarlarına, savunma bütçelerine, bir yılda alınan patent sayısına ve bunun son 20 yıldaki durumuna bakın; emin olun turnusol kâğıdı gibidir, durumlarını özetler.

Türkiye, merkez coğrafyada bulunuyor. Tüm komşularıyla ve küresel güçlerle karşılıklı çıkara ve saygıya dayalı, dengeli ve çok taraflı iyi ilişkiler geliştirmek zorunda. Önce ABD’ye iliklerine kadar teslim ol ve hatta taşeronluk yap ama sorun çıkınca Rusya’ya doğru savrul! Böyle bir ülkeye kimse saygı duymaz ve ciddiye almaz, sadece kullanır. Türkiye ne ABD’ye, ne Rusya’ya, ne Çin’e ne de bir başkasına teslim olmamalı ve güdümüne girmemelidir. Biri, diğerinin alternatifi değildir. Bugün ABD’den gördüğümüz kötü muameleyi, yarın çıkarlarımız çatıştığında Rusya’dan ve Çin’den görmeyeceğimizi garanti ediyor musunuz? Tarihin sayfalarına iyi bakın! O zaman savrulabileceğiniz başka küresel güç de kalmaz!



Bu içeriğe emoji ile tepki ver