Bugün (2 Ekim 2019), Display Determination-92 (Kararlılık Gösterisi-92) adlı NATO tatbikatı sırasında Muavenet muhribimizin, Ege’de ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği 2 adet Sea Sparrow hava savunma füzesiyle vurulmasının üzerinden tam tamına 27 yıl geçti.
Ayrıntılarıyla bu olayı ilk defa 2012’de, daha sonra 2015’de yazdım. Ama bugün tekrar anımsatmakta fayda olduğunu değerlendiriyorum. Çünkü bu vuruluş sıradan bir olay veya kaza değildi. Büyük resmin içinde bugün yaşadıklarımızla çok yakından ilgiliydi. Bu olayı büyük resmin içinde yerine koyamazsanız; Türkiye’de yaşanan rejim değişikliğini, ekonomik iflası, Ortadoğu bataklığına niçin saplandığımızı anlamakta zorlanırsınız.
Tetikte Olunmasını Gerektiren Durum Yoktu
Füzeler; geminin kalbi sayılabilecek köprü üstü ve SHM (Savaş Harekât Merkezi) gibi yerlerin yakınına isabet etti. Füzelerin isabeti sonucunda, geminin komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör de dâhil olmak üzere; 5 şehit ve 22 yaralı verdik. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Lawrence Eagleburger, haberi Washington Büyükelçimiz Nüzhet Kandemir’e “Geminizi batırdık, özür dileriz” diye iletti.
Olay, gece yarısı yeşil periyot olarak adlandırılan, tatbikat dışı bölümde meydana geldi. Saratoga ve Muavenet, Ege’de, Saroz Körfezi yaklaşma sularındaydılar. Bildiğiniz gibi; Ege’nin her iki tarafı NATO müttefikleriyle (Türkiye ve Yunanistan) çevrilidir. Ayrıca; civarda tatbikatı veya ABD gemilerini yakından izleyen Rus ve Çin harp gemileri de mevcut değildi. Bunun anlamı; Saratoga dâhil, ABD harp gemilerinin yüksek hazırlık durumunda veya tetikte olmasını gerektiren herhangi bir durum yoktu.
Kazaen Ateşlenmesi Mümkün Değil!
Sea Sparrow; satıhtan havaya atılan, 19 km. menzile sahip, 231 kg ağırlığında, 3,6 metre boyunda ve yaklaşık 170 bin ABD doları maliyete sahip, yarı aktif radar güdümlü bir füzedir. Sea Sparrow, bir hava savunma füzesi olmasına rağmen; satıhtan satha, yani su üstü hedeflerine de atılabilme özelliğine sahiptir.
Sea Sparrow füzesi atabilmek, tek bir kişinin tabancayı eline alıp ateşlemesi gibi kolay bir şey değildir. Yine bu füzenin fırlatılabilmesi, “SHM’de vardiya tutan bir subayın kolunu ateşleme düğmesine yanlışlıkla çarpması” açıklaması ile de izah edilemez. Füzenin kazaen ateşlenebilmesinin önüne geçebilmek için sistem, çok sayıda emniyet tedbirini içermektedir. Füzeyi başarı ile ateşleyebilmek içinse 6 aşamadan geçilmesi ve gemi komutanının onayının alınması gereklidir. Ayrıca füze; at ve unut (fire and forget) türü bir güdümlü mermi değildir. Füze ateşlendikten sonra, hedefini vurabilmesi için bilgiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle atan geminin, hedef gemisini (Muavenet) radarla aydınlatması gereklidir.
Türkiye’ye Mesaj Vermek İstedi
Sonuç olarak; olayın kaza olmasının imkân ve ihtimali yoktu. Kaza olma şansı bir milyonda bir dahi değildi. ABD, en yetkili ağızlarından, bu olayın bir kaza olduğunu açıkladı. Ama bize göre Muavenet; kasten, isteyerek, bilerek ve planlanarak vuruldu. O zaman aklımıza şu soru geliyor; ABD niçin bunu yapsın?
ABD, bu olay ile Türkiye’ye mesaj vermek istedi. Birincisi yani stratejik olanı; "Soğuk savaş dönemi sonrası, liderliğimde yeni dünya düzeni kurulmaktadır. Farklı yol arama kıpırdanmalarının farkındayım. Kayıtsız ve şartsız izlemen gereken yol; benim gösterdiğimdir." İkincisi ise güncel bir sorunla ilgiliydi ama sonuçları itibarıyla bu da stratejikti. "Çekiç Gücün Türkiye’deki varlığı ve yapacağı görevler, benim için hayati öneme haizdir. Engellenmesi kabul edilemez."
Havucu da Gösterdi!
ABD, Muavenet’i vurarak; yakıcı ve yıkıcı gücünün küçük bir örneğini vermişti. Sonrasında da Muavenet’e karşılık 8 Knox sınıfı firkateyni Türkiye’ye çok ucuza vererek, havucu da göstermişti.
ABD, kurguladığı yeni dünya düzeni içinde, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecekti. Bunun için Türkiye’yi kaybetmemek ve iliklerine kadar kullanmak yaşamsal bir öneme haizdi. Bölgede ikinci bir İsrail olması planlanan Kukla Kürt Devleti’nin oluşumu için "Çekiç Güç", çok önemliydi. Temmuz 1991’de göreve başlayan, İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanmış 77 uçak ve helikopter ile Amerikan, İngiliz ve Fransız 1862 kişiden oluşan "Çekiç Güç"ün Türkiye’den çıkarılması, asla ve asla kabul edilemezdi.
Sen Yapmazsan, Yapanı Getiririz!
Görünürdeki amacı Saddam Hüseyin’in olası saldırılarına karşı Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtleri korumak olan, ama esas amacı Irak’ı bölmek ve bölgede Kürt Devleti kurmak olan “Çekiç Güç”ün görev süresi, TBMM’de yaşanan uzun ve sert tartışmalardan sonra, 24 Aralık 1992’de 6 ay uzatıldı. Bu uzatmalar, 2003’e kadar devam etti.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye’yi yöneten siyasiler, Muavenet ile verilmek istenen mesajı anlayamamıştı. Hâlbuki Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı; teslim olmak ya da teslim olmamak. Türkiye, ABD’ye ve projelerine tam olarak teslim olmadı ama teslim olmamanın gereğini de yapmadı ve tedbirlerini almadı. ABD, ülkemiz ve bölgemiz için planlarını gerçekleştirmekte kararlıydı. TSK ve iktidar mesajı anlamamakta direnince ve kendilerine biçilen emperyalist elbiseyi giymemekte ısrar edince; 1995’de “Türk Generalleri hizadan çıktı” dediler ve Irak’a müdahalede yer almak istemeyen Ecevit’i tasfiye etmek için Kara Çarşamba olarak bilinen, 2001 Türkiye Ekonomik Krizini manipüle ettiler ve AKP’yi iktidara getirdiler.
Yenisini Belirleme Gücünü Kabulleniyorsunuz Demektir
Daha sonra, AKP’ye zorluk çıkaran TSK’yı itibarsızlaştırmak için 4 Temmuz 2003’de, Türk Askeri’nin kafasına çuval geçirdiler. Karargâhı Pennsylvania’da bulunan Gülen Cemaati ile birlikte Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki operasyonlarla ve itibarsızlaştırma saldırıları ile Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için görevlendirdikleri AKP’nin önünü açtılar. Evet, 15 Temmuz Darbesi’nin önünde devletin içine iktidarın desteği ile yerleştirilmiş Gülen Cemaati vardı ama arkasında da emperyalizm! Özet olarak söylemek gerekirse; emperyalizm, bir taşeronu ile diğerinin işini bitirmek istedi! Ama beceremedi! Çünkü iktidar, öncesinde önlemini almıştı!
İktidar, üç aşağı beş yukarı bunları bilmesine rağmen, hala ABD için “Stratejik müttefikimizdir” diyor. Biliyor ki; onlar olmadan yerinde kalamaz. Ama siz eğer iktidarın değiştirilmesini ABD’den bekliyorsanız; yenisini de belirleme gücünü kabulleniyorsunuz demektir!