Korona Virüsü salgını tehdidi, ülkemiz için her geçen gün daha çok büyüyor. Bunun en büyük nedeni ise iktidar. Çünkü iktidar krizi çok kötü yönetiyor. Hatta yönetemiyor dersek, daha doğru olur. Aynen film izleyicisi gibi edilgen biçimde gelişmeleri izliyor ve bırakın ufkun ötesini, yarını bile göremiyor ve filmin nasıl biteceğini öngöremiyor.
Korona tehdidinin vurduğu bir ülkede, merkezi otoritenin yani iktidarın korona virüsü taşıyanlara erişim hızı ve bunları toplumun geri kalanından izole etme gücü virüsün kitlelere ulaşma hızından az ise -ki şimdi ülkemiz için durum hala böyledir- salgın her geçen gün katlanarak büyüyecektir.
Düşmanlık Projesi Kanal İstanbul
“En büyük tehdit en yakın tehdittir” gerçeğinden hareketle, Mart 2020 itibarıyla Türkiye’nin güvenliği ve bekası için en büyük tehdit Korona Virüsü salgınıdır. Türkiye; ekonomik, askeri ve bilimsel alanlar da dâhil olmak üzere tüm imkânlarını ve milli güç unsurlarını bu tehdidin asgari zayiatla atlatılabilmesi için kullanmalıdır. Ama iktidar, Kanal İstanbul gibi ekonomik kaynaklarımızı çarçur eden, emperyalizme ve yandaşlara peşkeş çeken, güvenliğimize, egemenliğimize, savunmamıza, doğal çevremize, ekolojik dengemize ve su kaynaklarımıza yönelik bir düşmanlık projesinin peşindedir.
İnsanlarımız can derdine düşmüşken, Türkiye ağır bir tehdit altındayken, milli birliğe ve beraberliğe daha çok ihtiyaç duyarken, tüm enerjimizi ve imkânlarımızı Korona Virüsü salgını tehdidine karşı kullanmamız gerekirken, iktidar yangından mal kaçırma derdinde. Dünyanın hangi çağdaş ülkesinin iktidarı İstanbul gibi büyük bir metropolde yaşayan halkına ve metropolü yöneten belediye başkanına rağmen oraya bir proje yapmıştır? Bunun tek bir örneği bile yok! İhaleye niye mi şimdi gidildi? Şark kurnazlığı ve fırsatçılık adına! “Can derdine düştüler, tepki gösteremezler, gösterenleri de durumdan istifade ile kolayca baskı altına alırım” düşüncesiyle!
Allah’ın Lütfu!
İktidar; aklı, fikri ve tüm tasarrufları ile “Korona Krizinden nasıl yara almadan kurtulurum, hatta bu krizi Allah’ın bir lütfu olarak nasıl kullanırım” derdinde. Hâlbuki hedeflenmesi gereken konu; tüm milli imkânların kullanılarak bu krizin asgari can ve ekonomik kayıpla aşılması olmalı.
Korona Krizinin, can kayıpları dışında da ülkemiz için halen verdirdiği ve zaman içinde daha da katlanarak verdireceği ekonomik kayıplar söz konusu. Buna karşı en büyük bağışıklık sistemimizse Sosyal Devlet ilkesi. Ama ülkemizde, özellikle 24 Ocak kararları ile başlayan ve Turgut Özal’lı yıllarda devam eden sürece ilaveten 18 yıllık AKP İktidarı döneminde vurulan nihai ve öldürücü darbe ile Sosyal Devlet ilkesinin içi, eğitim ve sağlık sistemi de dâhil olmak üzere tamamen boşaltılmış ve Türkiye’nin bağışıklık sistemi çökertilmiştir. Bu nedenle her tabii afet, her salgın, her sorun Türkiye’yi yerlere serer ve serecektir de. Aynen insan metabolizmasında olduğu gibi. Biyolojik bağışıklık sisteminiz güçlüyse hastalıkları kolay atlatırsınız, güçlü değilse en basiti bile sizi yatağa düşürür!
Din Üzerinden İstismar ve Sömürü
Özelleştirmedikleri, satmadıkları, yabancılaştırmadıkları, yandaşlarına peşkeş çekmedikleri ve kapatmadıkları hangi kurum kaldı ki! Bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doktoru olan Refik Saydam’ın kurduğu serum, BCG, kuduz, çiçek, tifüs, boğmaca ve grip gibi çeşitli hastalıklara karşı aşılar üreten, hatta bu konuda Çin’e dahi yardım gönderen Hıfzısıhha Enstitüsü’nün bile kapısına kilit vurdular. Ya çağdaş ülkeler? Onlar bu tip bilimsel kurumlarını korudular, büyüttüler, yoksa da kurdular. Anlayacağınız gibi; bizdeki tahribat çok büyük! Bu iktidar, adeta yıkım taşeronu gibi çalışıyor!
Anayasal kurum özelliğini iktidar nedeniyle tamamen kaybeden Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle Camilerimizin hoparlörlerinden Korona Virüsü hastalığından Allah’ın ülkemizi ve insanlığı kurtarması için dua ediliyor. Hem de ilgili yasanın izin verdiği 90 desibellik ses şiddetinin üstüne çıkarak ve 140 desibeli zorlayan bir güçle. İslam’ın Peygamberi Hz. Muhammed’in ezanın bile doğal insan sesini arttıran boru ile okunmasını yasakladığını biliyor musunuz? Amaç din değil, din üzerinden istismar ve sömürü!
İktidarı Ciddiyete Davet Ediyorum
Keşke faydası da olsa! Tabii ki insanlar inançlarına göre Yaradan’a, Allah’a dua edebilir, yardım isteyebilir ve yakarabilir! Ama bunu devlet eliyle yapmanın anlamı ne ki? Bunun yağmur duasından ne farkı var? Bugün insanlığın ulaştığı bilinç seviyesi itibarıyla, dualarla yağmur yağmayacağını ve salgın hastalıkların def edilemeyeceğini biliyoruz. Bunu bilmeyen ve anlamayanların başlarının beladan kurtulmadığını da! Yoksa bu okunan dualar Korona Krizinin ekonomi dâhil yıkıcı etkisi altında ezilen kitlelere sanki onlar için bir şey yapıyormuş izlenimi vererek kandırmak için mi?
“Yaşamak şakaya gelmez, yaşamayı ciddiye alacaksın” diyor “Yaşamaya Dair” başlıklı şiirinin dizelerinde Nazım Hikmet. Gerçekten yaşamak, yaşatmak, insanlık için refah, mutluluk ve katma değer üretmek çok ciddi bir iştir. Bu yüzden ben de iktidarı ciddiyete davet ediyorum!