Zanka

Türker Ertürk

Twitter Instagram


Türker Ertürk

Ülkemizde bulunan sığınmacıların misafirliği artık bir plan dahilinde bitirilmelidir ve ülkelerine geri dönmeleri sağlanmalıdır.

Türkiye’nin güvenliği, bekası ve iç barışı için yaşamsal derecede önemli bu geri gönderiliş sürecini türlü yollardan bahaneler üreterek engellemek ve ötelemek Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Milletine düşmanlıktır. Atatürk; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir” demiştir. Yani sığınmacılar Türkiye Halkından değildir.

Geçen gün (9 Mayıs 2022), MÜSİAD’ın 32. kuruluş yıldönümü töreninde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiren Erdoğan; “Suriye’den gelen kardeşlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız” dedi. İnsanlık adına sadece Suriye’den değil, tüm coğrafyalarda savaştan ve şiddetten kaçarak gelen insanlar bizim için değerlidir ve imkânlarımız ölçüsünde onlara kucak da açmalıyız. Ama kardeşlik gibi sorunlu ve zoraki bir tanımlama asla ve kat’a kabul edilemez.

 

Niçin Vazgeçmez, Vazgeçemez?

İktidar, her konuda olduğu gibi yine gelgitler yaşıyor ve zikzaklar çiziyor. Hâlbuki daha 3 hafta önce Erdoğan, Suriyelilerin onurlu geri dönüşünden bahsetmişti. Bunun nedeni; halkın her geçen gün sığınmacılara karşı daha da gelişen olumsuz bakış açısı ve kamuoyu yoklamalarında bu bakış açısının iktidara oy kaybettirdiğinin anlaşılmasıydı. Ama ne olursa olsun nihai tahlilde iktidar Suriyelilerden, Afganistanlılardan ve Pakistanlılardan vazgeçmez daha doğrusu vazgeçemez.

İktidarın sığınmacılardan vazgeçmemesinin veya vazgeçememesinin dört büyük nedeni var.

Birinci büyük neden; Türkiye’yi istila eden, iç barışımızı hassas ve kolayca manipüle edilebilecek hale getiren ve demografik yapımızı tahrip etmeyi hedefleyen Suriyeli sığınmacılar, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçası. Suriye sınırında bulunan ve 1954 yılında döşenmiş olan mayınlar, AKP iktidarının ilk yıllarında bu planın bir parçası olarak önceden temizlettirildi.

İktidar, Türkiye’nin de dâhil olduğu bölgeye tecavüz etmeyi planlamış olan bu projenin, yani BOP’un eş başkanlığını yaptı ve Suriye’deki vekâlet savaşının ateşine odun taşıdı.

 

Suriyeliler Taşeronluğun Sonucu

Erdoğan’ın Dışişleri Bakanlığını ve Başbakanlığını yapan Ahmet Davutoğlu “Stratejik Derinlik” adlı kitabında; “ABD ile ilişkilerimizde önümüzde altın bir işbirliği dönemi var. Türkiye küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri kurarak katkıda bulunacak ve bu da soğuk savaş sonrasının yeni dünya düzeni olacaktır.” diye yazmıştı. Davutoğlu’nun bu ifadesini ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak yaptıklarını daha yalın ve halkın anlayabileceği bir dile çevirirsek; “ABD’nin bölgedeki taşeronluğunu yaparsak, bu sayede hedeflerimize ulaşırız” demek istemişti. Suriyeliler de bu taşeronluğun sonucudur.

Açık Toplum Vakıflarına bugüne kadar 32 milyar dolar bağışta bulunan ve renkli devrimlerin finansörü olan George Soros da “Mülteciler Türkiye’de kalmalı ve maliyeti karşılanmalıdır” derken, küresel güç tarafından Suriyeliler üzerinden Türkiye için kotarılmış olan kurgunun bekasını sağlamaya çalışıyor.

 

Biden’dan Direktif Alındı

İkinci büyük neden; iktidarın kendi bekası için ABD Başkanı Biden’e verdiği taahhüttür. Biden, 14 Haziran 2021 tarihinde yapılan NATO Zirvesi sonrasında Erdoğan ile bir araya geldiği ve yaklaşık 50 dakika süren görüşme ile ilgili olarak gazetecilerin sorularına; “Ne konuştuğumuzu ben açıklamam, onu Türklere sorun” diye yanıt vermişti. Çünkü Türkiye’deki iktidarın bunu açıklayamayacağını, sır olarak saklayacağını biliyordu. Bunun anlamı çok açıktı; “Aramızda konuştuklarımız gizlidir ve Türk Halkının duymaması gereken şeylerdir”.

 

ABD, Afganistan’dan çekilme işlemini 31 Ağustos 2021’de tamamlamayı planlamıştı. Biden, 14 Haziran 2021’de bu hamlenin desteklenmesi için Türkiye’den iki istekte bulundu. Daha doğrusu; pazarlık gücü olmayan ve ilişkilerini düzeltme peşinde koşan Türkiye’deki iktidara iki direktif verdi.

  1. ABD ve NATO askerlerinin çekilmesi sonrasında Kabil Havalimanı bekçiliğinin yapılması,

  2. ABD ile işbirliği yapan ve Taliban’ın hedefinde olan yüzbinlerce Afgan’ın Türkiye’ye mülteci olarak alınması.

Yani yüzbinlerce Afganistanlıyı ve üç aşağı beş yukarı aynı güzergâhtan gelen Pakistanlıyı ülkemize kabul etmek ulusal çıkarlarımızın ve ulusal güvenliğimizin gereği olarak değil, iktidarın siyasi çıkarları ve bekası için yapılmıştır. Bekçilik görevi ise Afganistan’daki gelişmelerin ABD’nin öngördüğü şekilde devam etmemesi ve Taliban’ın bu işe yanaşmaması nedeniyle şimdilik kalmıştır.

Ümmet İnşası İçin Gerekli

Üçüncü büyük neden; iktidarın cumhuriyet yıkıcılığı ve rejim değişikliği hedefi bağlamında çağdaş ulus kimliğinin yerine, çağdışı ümmet kimliğini inşa etmek maksadıyla bu sığınmacılara ihtiyacı var.

Dördüncü büyük neden ise; İktidarın vatandaş yaptığı ve gerçek sayılarını bilmediğimiz sığınmacıların bir bölümüne seçimlerde seçmen olarak ihtiyacı var. Çok büyük bir bölümünü de seçimlerde tecelli edecek halk iradesine rağmen iktidarda kalmaya devam edebilmek maksadıyla güç ve korku iklimi enstrümanı olarak kullanmayı planlıyor.

Ülkemizin kitlesel göç yoluyla istilasına karşı duruş; cumhuriyetimize, ulus devlet ve ulus kimliğe, çağdaşlığa, vatanımıza sahip çıkmaktır. Çünkü bunun işgalden farkı yoktur. Hatta zaman içinde işgalden daha da ağır zararlar yaratır. Bu karşı duruşu ırkçılıkla, insani bakış açısına sahip olmamakla suçlamak; hedef saptırmaktır, gerçek tehlikeye dikkat çekenleri karalamak ve itibarsızlaştırmaya çalışmaktır.

 

Sığınmacıları Göndermek Mümkün

Bugün ülkeler için kontrolsüz göç en büyük tehdittir. Bu tehdit değerlendirmesi, içinde bulunduğumuz NATO için de böyledir. Biz de bu değerlendirmeye katılıp altını imzalamışız. Çünkü kontrolsüz göç; ülkelerin demografik yapısını ve iç barışını bozar, ekonomiyi kötüleştirir, suç oranlarını ve işsizliği arttırır, kent yaşamına darbe vurur, ahlaki değerleri çökertir ve gelecek nesiller için sorun kaynağı olur. “Evini yabancıya satana, devlet mali destek verecek” açıklaması; Türkiye’nin yabancılara peşkeş çekildiğinin en somut ifadesidir. Toprağını ve malını yabancılara sattıran irade; yerli halkı ülkesinde yabancılaştırır, köleleştirir ve varoşlarda yaşamaya mahkûm eder.

Sığınmacılara bizim kontrolümüzdeki Suriye topraklarında evler yapıp ekonomik yaşam alanları oluşturmaya çalışarak da sorun çözülmez. Muhtemelen daha da çetrefilli hale gelir. Sorun ancak Suriye Hükümeti ile anlaşarak/uzlaşarak kalıcı bir şekilde çözülebilir. Bunun da önündeki en büyük engel; Türkiye’deki iktidardır. Suriye Hükümeti, geçtiğimiz günlerde genel af ilan etmiştir ve Suriyelilerin memleketlerine geri dönmesinde Suriye açısından hiçbir engel yoktur.

 

Sonuç olarak; kitlesel göç BOP’un bir unsurudur ve bu maksatla Türkiye’ye yöneltilmiştir. Böyle bir tehlikeyi ilk defa 2012’de Şam’da bir televizyon programında dile getirdim. 2014’den beri köşemde yazdım ve ekranlarda anlattım. Şubat 2017’de, Halk Oylaması için düzenlenen “Hayır” kampanyası kapsamında İnegöl’de yaptığım bir konuşma sırasında sığınmacı tehlikesine değindiğim için “ırkçı” olduğum ve “kin ve nefret” suçu işlediğim yönünde Habertürk TV’de Balçiçek İlter’in programında hedef gösterildim. Programda beni bu bağlamda hedef gösterenlerin başında Nagehan Alçı vardı. Yargıya intikal eden bu davayı da ben kazandım. Geçmişte yaptıkları ile beraber değerlendirdiğimizde; Ekrem İmamoğlu’nun otobüsüne binen Nagehan Alçı’ya gösterilen tepki boşuna değildir ve o bir gazeteci olarak mütalaa edilemez.

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver