Zanka

Türker Ertürk

Twitter Instagram


Türker Ertürk

ABD’nin Minnesota eyaletinin Minneapolis kentinde, 25 Mayıs 2020 akşam saatlerinde 20 Amerikan doları değerindeki bir sahte banknot ihbarı için gelen polis memurlarından biri olan Derek Chauvin ve 3 polis arkadaşı arkadan kelepçeli bir şekilde Afro-Amerikalı şüpheli George Floyd’u yere yüzüstü yatırdı. Polis memuru Chauvin 8 dakika 46 saniye boyunca, yere yatırdıkları siyahi Floyd’un boynuna bastı, onun “Nefes alamıyorum!” çırpınışlarına, can çekişmesine duyarsız kaldı ve kendisini akıllı telefon kameraları vasıtası ile tespit edenlere karşı da mağrur ifadelerle sadece baktı! Bu olayın arkasından başlayan ve neredeyse tüm ABD’ye yayılan eylemler hala devam ediyor.

 

Eylemlerin büyümesinin ve şiddete, yer yer Vandalizm ve yağmacılığa varan bir gelişme göstermesinin arkasındaki belirleyici etkenin 3 Kasım 2020 tarihinde yapılması planlanan ABD Başkanlık Seçimlerinin olup olmadığını bir başka incelemenin konusu olarak şimdilik sonraya bırakalım. Bu işin içinde kışkırtma olsa da olmasa da yapılması gereken en önemli tespit; bu olayın bardağı taşıran damla olmasıdır.

 

Irkçılık, Vahşi Kapitalizm ve Emperyalizm

 

Bardağın dolması bir günde olmadı! Eylemlerin başlamasını, bir anlamda kolektif bilincinin patlamasını Floyd’un gözetim altındayken acımasızca öldürülmesi tetikledi. Ancak eylemlerin kök nedenlerini ABD’nin uzak ve yakın geçmişinde, yani tarihinde aramak lazım. Irkçılık, vahşi kapitalizm, ulusal kaynakların halk için değil de emperyalist hedefler için tüketilmesi, orta sınıfın küçülmesi, sosyal devlet kavramının neredeyse yokluğu, polis devleti baskısı, dünyanın en zengin ülkesi olmasına rağmen nüfusun yaklaşık yüzde 40’ının yoksulluk sınırında olması gibi daha birçok neden bunlar arasında sayılabilir. ABD’de 550 bin evsiz insan var. Her yıl ortalama 120 ila 150 arasında polis öldürülüyor ve 1200 civarında ABD vatandaşı da polisler tarafından öldürülüyor. Siyahların suç işleme oranı beyazların üç katı. Yoksulluksa siyahlar arasında daha yaygın.

 

Floyd’un can çekişirken ağzından çıkan son sözler olan “Nefes alamıyorum!” cümlesi, eylemlerde kitlelerin de sloganı oldu. Gerçekten de ABD; geçmişte ve halen devam ettirdiği ekonomiden eğitime, sağlıktan güvenliğe ve iç barışa kadar sürdürdüğü tüm politikalarla kitlelerin nefes almasını engelledi. Aynı depremlerde olduğu gibi toplumsal fay hatları üzerindeki enerjinin birikmesine ve kolektif bilinç üzerindeki gerginliğin artmasına neden oldu. Floyd’un acımasızca öldürülmesi ve sosyal medya üzerinden görüntülü olarak yayınlanması da kolektif bilincin patlamasıyla sonuçlandı.

 

Ders Alınmazsa Tekerrür Eder

 

ABD’deki bu eylemler bir şekilde kontrol altına alınacak, yatışacak ve duracaktır. Ama ABD’yi yönetenler eylemlerin arkasındaki kök nedenleri iyi analiz etmez, olayları kışkırtma olarak görür, polisiye bir vaka olarak değerlendirir ve polis memuru Derek Chauvin ve 3 arkadaşına fatura ederlerse çok yanlış yaparlar. Bu tür toplumsal olayların ne zaman olacağını ve neyin tetikleyeceğini kestirmek zordur ama ders alınmazsa yine tekerrür edeceğini ve daha da yıkıcı olacağını tahmin etmek güç değildir.

 

Ya Türkiye? Hem ABD’de meydana gelen ve hala devam eden olaylardan hem de yakın geçmişte ülkemizde yaşadığımız bu tür toplumsal olaylardan ders almalıyız. Ders almaz, politikalarımızı değiştirmez ve önlemler almazsak aynı şeyler bizde de meydana gelebilir.

 

Çözüm Polisiye Tedbirler Değil!

 

Bir iktidarın en önemli görevi; halkın nefes almasını sağlamaktır. Ama ülkemizde 18 yıldır görevde bulunan iktidar demokratik kazanımlarımızı yok ederek, ülkemizi keyfi bir şekilde yöneterek, yargı ve polis başta olmak üzere devlet gücünü kendisi gibi düşünmeyenlere ve kendisini desteklemeyenlere karşı operasyon silahı olarak kullanarak, partizanlık yaparak, kamu kaynaklarını halk için değil, lüks ve şatafat için kullanıp “Siyasal İslamcı” çağdışı ideolojisi peşinde Suriye ve Libya’da çarçur ederek, iç barışımızı dinamitleyecek biçimde etnik ve mezhepsel alt kimliklerimizi kaşıyarak, din istismarı yaparak, demokratik hak ve özgürlüklerimizi kısıtlayarak her geçen gün bir önceki günü aratacak şekilde Türkiye’nin boğazını sıkmakta, nefes almasını engellemekte, toplumsal fay hatlarımızdaki enerjinin birikmesine ve kolektif bilinç üzerindeki gerginliğin artmasına neden oluyor. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Bunun çözümü polisiye tedbirler değil, demokrasi ve özgürlüktür.

 

Bu iklim nedeniyle, Türkiye’de savaş olmadığı halde nitelikli insanlarımız yurt dışına gidiyor. İktidar, her geçen gün ülkemizi daha da yaşanmaz kılıyor. Bu yüzden dışarıya doğru beyin göçü oluyor ve vasıflı insan gücümüz yurt dışına giderken, tüm birikimlerini de yanında götürüyor. Bu, ülkemiz için kısa dönemde telafisi mümkün olmayan bir kan kaybı demektir. Bu kafayla uzun dönemde de telafisi mümkün değildir. Bunun devamı halinde diktatörlükle yönetilen bir üçüncü dünya ülkesi oluruz, yoksullaşırız ve sonumuz iyi olmaz!

 

Türkiye’yi Sevmedikleri İçin Gitmiyorlar

 

Resmi rakamlarla 2016’da 108 bin, 2017’de 140 bin, 2018’de 187 bin nitelikli insanımız dışarıya göç etmiş. Resmi olmayan ve başka sınıflandırma içinde giren beyin göçü daha da fazla. Sınırlar açık olsa ve göç için cazibe merkezi olan ülkeler sınırlı sayıda olmasa; bu sayı milyonları geçecek. Bunun bizatihi nedeni ise iktidardır! Çünkü insanlarımıza nefes aldırmıyor! Karnınızı çok kısıtlı bir şekilde doyurmaktan başka bir talebiniz yoksa boğazınızın sıkıldığını yeterince fark etmeyebilirsiniz. Ama insanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark sadece sadaka kültürü içinde karnını doyurmak değildir.

 

Ayrıca; çağdaş uygarlık yolunda bir yerlere ancak ve ancak nitelikli insanlarımızla gelebiliriz. Geçmişte Türkiye, nitelikli insanlar için bir cazibe merkeziydi. Örneğin; Hitler Almanya’sından kaçan çok sayıda bilim insanı Türkiye’ye geldi. Bugün ise tam tersi bir iklim var. Giden insanlar Türkiye’yi sevmedikleri için değil, iktidardan ve iktidarın çağdışı, antidemokratik uygulamalarından nefret ettikleri için gidiyorlar.

 

Taksim Gezi Parkı Eylemleri

 

Geçen hafta, Taksim’de başlayan ve kısa sürede tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı Eylemlerinin yedinci yılını idrak ettik. Eylemler Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine tepki olarak tetiklendi ama arkasındaki esas neden; iktidarın o güne kadar geçen 11 yıllık icraatlarının kolektif bilinç üzerinde yarattığı gerginliğin sonucuydu.

 

Halen ABD’de süren eylemleri de gördükten sonra çok net olarak diyebilirim ki; Gezi Parkı Eylemleri iktidarın her türlü itibarsızlaştırma operasyonuna rağmen dünyanın bugüne kadar gördüğü en yaygın, en demokratik, en çağdaş, en haklı, en yüksek katılımlı, örgütsüz ve en onurlu eylemiydi. Özetle; toplumun kolektif bilincinin patlamasıydı. İhtiyacımız olan; demokrasidir, hoşgörüdür, uzlaşmadır ve ortak akıldır.

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
2