Bir ülkenin yönetim sistemini genel olarak anlamak için iki kritik sorunun yanıtını bilmek yeterlidir. Egemenlik kime aittir ve kim tarafından kullanılmaktadır?
Birleşik Krallık’ta (İngiltere, İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda), egemenlik Windsor Hanedanlığı’na aittir ama bu egemenlik günümüzde sadece semboliktir ve tarihsel, kültürel, birleştirici, emperyal ve turizm değeri vardır. Egemenlik ise Birleşik Krallık Parlamentosu tarafından kullanılır ve hukuken sınırsız yasama yetkisine sahiptir. Hatta bunu anlatabilmek için “Birleşik Krallık Parlamentosu’nun kadını erkek, erkeği kadın yapmak müstesna her şeyi yapabileceği” söylenir. Parlamento hanedanlığı sonlandırıp Cumhuriyeti bile ilan edebilir.
Parlamentonun yetkileri hukuki olarak sınırsız gözükmesine ve üzerinde bir anayasa olmamasına rağmen, fiili durum biraz farklıdır. Onu sınırlandıran görünmez kurallar vardır. Halkın duygularını, ülkenin tarihini, iktidardan iktidara kolay kolay değişmeyen uzun soluklu çıkarlarını ve geleneklerini dikkate almak zorundadır. Örneğin; Birleşik Krallık’ta iktidar sahipleri son 20 yılda AKP iktidarının yaptıklarının 10’da birini yapmış olsaydı, halk onları Londra’nın içinden geçen Thames Nehri boyunca kriket sopası ile kovalardı.
Türkiye’de Monarşi Var
Birleşik Krallık bu noktaya bir günde değil, yaklaşık 800 yılda geldi. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 84 yıl önce, 1215’de imzalanan Magna Carta ile Kral John’un keyfi yönetimine son verilmeye çalışılmasıyla başlayan süreç, 1689’da İngiliz Devrimi sonrasında gelen Haklar Bildirisi (Bill of Rights) ile hızlanarak bugüne gelindi. Sonuç olarak; annesi II. Elizabeth’in yerine geçen Kral III. Charles’ın yetkileri tamamen semboliktir. Haklar Bildirisi özetle şöyle diyor; “Kral hiçbir yasayı yürürlükten kaldıramaz, kimseyi keyfi olarak tutuklatamaz, hukuki sürece saygı duyar, parlamento onayı olmadan vergi ve asker toplayamaz”. Bugün ülkemiz; öncesinde başlayan ağır anayasa ihlalleri ve üzerinde hala sis bulutu olan 15 Temmuz Girişimi ve sonrasında 16 Temmuz’da başlatılan Sivil Darbe ile 1689’un bile gerisine düşmüştür ve adeta monarşi ile yönetilmektedir.
Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin, hainliğinin bir sonucu olarak Büyük Britanya ve Kolonilerinin Kralı ve Hindistan’ın İmparatoru V. George sığındı ve 17 Kasım 1922’de Majestenin Gemisi (His Majesty's Ship) Malaya’ya küçük oğlu ve haremi ile birlikte binerek Malta’ya kaçtı. Kral V. George’un ölümü üzerine 20 Ocak 1936’da tahta çıkan Kral VIII. Edward ise sadece 11 ay hüküm sürmesine rağmen Eylül 1922’de Atatürk’ü ziyarete Türkiye’ye geldi. İstanbul’a gelen İngiltere Kralı VIII. Edward, ziyaretinin ardından Mustafa Kemal Atatürk’e 4 kilo ağırlığında gümüş bir bibloyu hediye olarak gönderir. O biblo şimdi, Fenerbahçe Spor Kulübü müzesindedir.
II. Elizabeth Rekorlar Kırdı
Kral VIII. Edward’ın çekilmesiyle, yerine geçtiğimiz Pazartesi günü (19 Eylül 2022) defnedilen Kraliçe II. Elizabeth’in babası Kral VI. George tahta çıkmış ve 1953’de de onun ölümü üzerine kızı Kraliçe Elizabeth tahta oturmuş ve 70 yıl 214 günlük saltanatı ile Kraliçe Victoria’nın saltanatını dahi geride bırakarak Birleşik Krallık'ın en uzun süre tahtta kalan hükümdarı, Fransa Kralı XIV. Louis’ten sonra dünyanın en uzun süre tahtta kalan hükümdarı ve tarihte en uzun süre hüküm süren kadın hükümdar unvanlarını almıştır.
Kraliçe II. Elizabeth’in defin törenine yaklaşık 200 ülkeden devlet başkanları, başbakanlar, krallar ve kraliçeler katıldı. Bu törende en az 100 dünya lideri bulundu. Birleşik Krallık daha önce bu kadar dünya liderini ve dünyanın farklı yerlerinden gelen çeşitli kraliyet üyelerini bir arada görmemişti. Törene Japon İmparatoru ve İmparatoriçesi de katıldı. Halbuki katılmamak gibi bir gelenekleri vardı. Cenaze törenlerine katılmanın ölümü kirlettiğine inanıyorlar. Ama bu geleneklerinden taviz verdiler.
Özel Uçağınızla Gelmeyin!
Cenaze törenine son bir hafta kala Londra’da adeta bir çılgınlık yaşandı. Kraliçenin ölümünden itibaren insanlar Londra’ya akın ettiler, bindirilmiş ve kumanya ile motive edilmiş kıtalar değildi bunlar. Sadece İngilizler, İskoçlar, Galliler ve Kuzey İrlandalılar değil, Amerikalısı, İsveçlisi, Danimarkalısı ve Fransızı da dahil, yok yoktu. Buckingham Palace’a giden kırmızı yolda insanlar tören için bir gün önceden kamp kurmuşlardı. Devamlı anons yapmışlardı; “Londra’ya gelmeyin, kuyruğa katılmayın” diye. Bekleme süreleri 30 saati aşmıştı ama insanların umurunda bile değildi. Burada incelenmesi gereken bu kadar insanı Londra’ya, Kraliçe’ye getiren neydi? Haydi Birleşik Krallık vatandaşlarını anladık; “70 yılı aşkın süre bize hizmet etti, sıra bizde” diyorlardı. Ya diğerleri?
Kraliçe II. Elizabeth’in cenaze törenine katılacak liderlere iletilen kurallar arasında; “Özel uçağınızla değil, tarifeli uçakla gelin, zırhlı araçlarınızı getirmeyin, helikopter kullanımı yaptırılmayacak ve törene otobüsle götürüleceksiniz” gibi kurallar vardı. Belli ki bu kurallar; ağırlıklı olarak demokrasilerin olmadığı, itibarın lüks, şatafat, tantana ve çok sayıda makam araçlarında ve korumalarında olduğunu sanan liderleri için alınmış.
Deli mi Yoksa Büyük mü?
İnsanların ve toplumların başka insanlardan ve toplumlardan mutlaka öğrenecekleri bir şeyler vardır. Düşmanınız da rakibiniz de olsa. “Katil Amerika”, “Sömürgeci İngiltere”, “Rus domuzu”, “Ermeni dölü”, “Faşist Almanya”, “Pis Arap”, “Korkak Yahudi”, “Palikarya” gibi küçümseyici söylemler düşmanımız bile olsa karşı tarafı anlamamızı engelliyor, bizi duygusallaştırıyor ve körleştiriyor. Düşmanlık denen şey esasında çıkar çatışmasıdır ve yaşamın içinde vardır. Örneğin Rus Çarı Petro’ya deli dedik, doğru değildi. Esasında Rusların dediği gibi Büyük Petro idi. Uçsuz bucaksız topraklara sahip geri kalmış bir kara devleti olan Rusya'yı gelişmiş bir ülke haline getirmek için yorulmak bilmeden çalışmış ve ülkesini çağdaşlaşma rotasına sokmuştu. Ama sıcak denizler hayali nedeniyle Osmanlı’ya düşmandı, Balkanlar’da Slavları, Kafkasya’da Ermenileri Osmanlı’ya karşı kullanmak onun stratejisiydi. Kötü söz söyleyerek, küfür ederek, aşağılayarak ve başka ülkenin bayrağını yakarak kendinizi tatmin edebilirsiniz ama çıkarlarınızı ve güvenliğinizi koruyamazsınız.
Türkiye’de Kraliçe ile ilgili çok az yazı çıktı ve tamamı Kraliçenin ve İngiltere’nin sömürgecilik yönünü ve önde gelen emperyalist ülkelerden birinin lideri olduğunu, suçunun ve günahının çok olduğunu yazdı. Bunların hepsi doğruydu ama ülkesi için çalıştı, ülkesinin en üst düzeyde elçisi oldu, halkının kalbini kazandı, halkının hatta en aşırıların bile yaşamına karışmadı ve eleştirmedi ve milleti için birleştirici oldu. Ya bizde? Bugün Cumhurbaşkanlığı makamının ülkemizde birleştirici olduğunu söyleyebilir misiniz?
Başkalarının Hayatlarından Ders Alın
Kraliçe, tüm hükümetlerle uyumlu çalıştı, çağın değiştiğini fark ederek halkın içine girmeye çalıştı, saray yaşamını gösterime açtı, fikirlerini beğenmediği ve kendisine muhalefet eden siyasetçilere ve gazetecilere bile yan gözle bakmadı, kibar ve hoşgörülü oldu. Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını savunan IRA’nın (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) siyasi kanadı ve siyasi partisi olan Sinn Fein’in lideri bile üzüntülerini belirtti ve Kraliçe II. Elizabeth için “Bu milletin annesi ve büyükannesiydi” dedi. Kraliçe II. Elizabeth’i ben de tanımıştım. Londra’da görev yaparken en az 6 defa Buckingham Sarayı ve Windsor Kale’sinde resepsiyonlar ve kutlamalar nedeniyle karşı karşıya gelmiştim. Hatta bir seferinde Büyükelçi güven mektubunu sunarken yanında Savunma Ataşesi olarak yaklaşık 5 dakika süreli teke tek konuşmuştum. Bana verdiği intiba; sade, mütevazi, kibar ve mütebessim olduğuydu. Ayrıca karşısına aldığı her insan ve ülkesi hakkında temel bilgilere sahip olacak şekilde ders çalışmış olduğu açıkça belliydi.
Uzun lafın kısası; Kraliçe II. Elizabeth’in ölümü sonrasındaki gelişmeler, cenaze töreninde yaşananlar, halkın ve dünya kamuoyunun ilgisi her seviyedeki sosyolog ve psikologlar başta olmak üzere uzmanlar tarafından incelenmeli, sonuçlar ve dersler çıkarılmalı ve Türkiye’yi yönetenlere sunulmalıdır. “Git işine! Bunlar bizim düşmanımızdı! Osmanlı’yı yıktılar! İşbirlikçi misin sen! Sömürgeciler! Emperyalistler! Onlardan öğrenilecek bir şey yoktur!” diyorsanız, acı çekmeye devam edeceksiniz demektir. Tolstoy; “Başkalarının hayatından ders alın. İnsan, bütün hataları kendisi yapacak kadar uzun yaşamıyor” diyor.
Teşekkür ve Tavsiye
Londra’da yaşayan, törenle ilgili olarak beni anbean bilgilendiren ve yorumlarıyla bu yazıyı kaleme almamda büyük katkı sağlayan değerli dostum Sevda Velidedeoğlu’na teşekkür ediyorum.
Bülent Aksoy’un İletişim Yayınları’ndan piyasaya yeni çıkan “Etimoloji Işığında, Kelimelerin Dünyasında Gezintiler” adlı kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.