“Amerika kötü, Rusya iyi”, “Almanya kötü, Çin iyi” veya bunların tam tersi yaklaşımlar doğru değildir ve böyle bir dünya yok. Her ülke, kendi çıkarları peşinde koşar ve koşuyor. Bu çok normaldir ve olması gereken de budur. Ülkeleri yöneten liderlerin görevi de ülkelerinin çıkarları peşinde olmaktır. Çağdaş ülkelerde; devlet mekanizmaları anayasal düzen içinde liderlerini denetler ve liderin devletin gücünü kendi şahsi çıkarları için kullanmasını engeller. Suudi Arabistan gibi çağdışı kabile devletlerinde ise böyle bir denetim söz konusu değildir.
Bugün ülkemizin güneyinde, 911 km’lik kara sınırına sahip olduğumuz Suriye’de mini bir dünya savaşı var. Vekil güçleri de dâhil ettiğimizde, bölgede hem küresel hem de bölgesel güçlerin hepsi var. Hepsinin amacı, kendi ülkelerinin çıkarlarını korumak! Rusya bile, bölgeye Suriyelilere duyduğu aşk yüzünden gelmedi, kendi çıkarları ve güvenliği için geldi. Bugün PYD’ye destek veren, müttefik gören, PKK’nın uzantısı olduğu halde terör örgütü olarak değerlendirmeyen tüm tarafların motivasyonu Kürt sevgisi değil, kendi ülkelerinin çıkarlarıdır!
Tek Adam Yönetimi
Bölgede bu konuda tek bir istisna var, Türkiye! Ne yazık ki ülkemiz, Suriye’de kendi çıkarlarının ve güvenliğinin peşinde değil! Türkiye’yi yöneten iktidar, Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları hilafına kendi çıkarları, bekası ve “Siyasal İslamcı” çağdışı ideolojisi peşinde koşmakta ve ülkemizi felakete sürüklemektedir. Bunu yapabilmek için elinde yeterince imkân da var. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kumpas operasyonlarıyla başlayan ve hileli referandumla sonuçlanan süreçte kontrol ve denge mekanizmaları patlatılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsizleştirilmiş ve çağdaş dünyada karşılığı olmayan bir şekilde ve bir anlamda “Tek Adam” yönetimine geçilmiştir.
İktidar, Mart 2011’de, Suriye’de başlatılan vekâlet savaşının ateşine Türkiye’nin çıkarları ve güvenliği ile çelişmesine rağmen benzin döktü ve bugünkü tehdit durumu hâsıl oldu. Yani Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşmasının, petrol yatakları dahil PYD’nin bölgeye hâkim olmasının, Türkiye’yi güneyden kuşatmasının, 80 bin kişilik güce ulaşmasının ve 4 milyon Suriyeli sığınmacının ülkemize doluşmasının nedeni iktidarın bu fahiş hatasıydı.
Yanlışlara Devam Ediliyor
Bu yanlış yapılmasaydı; Ortadoğu bataklığına batmayacak, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı operasyonlarını yapmak zorunda kalmayacaktık ve o bölgeden şehitlerimiz gelmiyor olacaktı.
Normal olarak çağdaş ve demokratik ülkelerde, sorunun sorumlusu çözümün belirleyicisi olmaz, olamaz ve buna müsaade de edilmez. Ama iktidarın operasyonları ile Türkiye’nin denge ve kontrol mekanizmaları patlatıldığı, demokratik ve çağdaşlık kriterleri tahrip edildiği için iktidar hala yanlış yapmaya devam ediyor.
Yapılması Gerekenler;
- Suriye merkezi hükümeti ile masaya oturmak, barışmak, gerekiyorsa onunla beraber askeri operasyon yapmak ve bir an önce Suriye’ye barışın ve istikrarın gelmesini sağlayarak, 4 milyon sığınmacının evlerine dönüşünü sağlayacak iklime zemin hazırlamak,
- Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve tekil yapısına sözde değil, özde sahibiyet göstermek ve Suriye’de kendi egemenlik alanı peşinde koşmamak,
- Suriye’de emperyalizm adına vekâlet savaşı yapan ve Suriye’nin PKK’sı konumundaki radikal unsurlarla derhal her türlü ilişkiyi kesmektir. Kaldı ki, bu bizi dünya kamuoyu önünde de terör destekçisi konumuna düşürmektedir.
İslami Devlet, İslami Toplum
Bugün Türkiye’de aklı başında olan herkesin Suriye ve Beşar Esad ile barışılması ve masaya oturulması gerektiğini söylemesine rağmen iktidar asla buna yanaşmamaktadır. Hulusi ve Mevlüt Beyler hariç, askerlerimiz ve diplomatlarımız da böyle düşünüyor ama korkudan ifade edemiyorlar. İktidarın bu konudaki en büyük icraatı ise istihbarat unsurları ve üçüncü ülkeler aracılığı ile görüşülüyor bilgisini sızdırmak ama Suriye’ye düşmanlık etmekten de geri durmamaktır. Suriye ile Rusya üzerinden görüşülüyor olması da feci bir yanlıştır. Bu, Türkiye’nin Suriye odaklı çıkarları ve güvenliğini Rusya’nın çıkarlarına ipotek etmesi demektir!
Beşar Esad ile barışılmamasının ve düşmanlığın sona erdirilmemesinin bir nedeni de Türkiye’de tam gaz sürdürülen İslami bir devlet ve İslami bir toplum yaratma projesinin derhal çökecek olmasıdır. Buradan uyarıyorum; bu proje asla başarıya ulaşmaz! Yalnızca ülkemize acı çektirir ve çağdaş uygarlık yolunda daha da geriye düşürür, o kadar!
13 Kasım’da Türkiye Kaybedecek!
Türkiye, 9 Ekim 2019 tarihinde başlattığı Barış Pınarı Harekâtını, başta açıklanan siyasi hedefler ele geçirilmemesine ve askeri harekâtın devam ettirilmesi gerekmesine rağmen bitirmek zorunda kalmıştır. Nedeni; ABD Başkanı Trump’ın şantaj ve tehditleridir. Şantaj ve tehditlerin büyüğü ve harekâtın durdurulmasının asli nedeni de bizatihi iktidarın kendisine yönelik olanıdır. Bir ümitle güç ve destek almak ve harekâta yeniden başlamak için Rusya’ya, Putin’e koşulmuş, ancak oradan da yüz bulunamamış, harekât sonlandırılmış ve iki kasaba arasına razı olunmuştur.
Görülen o ki; iktidarın bizatihi kendisi, geçmişte yaptıkları nedeniyle ağır şantaj altındadır. Bu hali ile ülkemizin çıkarları ve güvenliği lehine kararlar alıp uygulayabilmesi mümkün gözükmemektedir. Tartışmaların en başında söylemiş ve yazmıştık “İktidar, 13 Kasım’da Trump’ın yanına gitmek zorunda!” diye. Ve öyle de oluyor! Bu görüşme sonucunda; Türkiye yine kaybedecek, ödün verecek ve iktidar ömrünü bir süre daha uzatacak, hepsi o kadar! Ama Türkiye’de bu görüşmenin sonucunu yine zafer olarak satmaya çalışacaklar.
Yedi, Yuttu, Hazmetti!
ABD Başkanı Trump tarafından Barış Pınarı Harekâtının başladığı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderilen mektup yenilir, yutulur ve hazmedilir bir mektup değildi. Bu mektuba nereden bakarsanız bakın, çok açık bir aşağılama ve hakaret içeriyordu. İktidara yakın olanlar dâhil, kamuoyunun değerlendirmesi buydu. Ancak kavgada veya mahalle arasında söylenebilecek sözlerdi bunlar. Mektup Erdoğan’ı hedef almış olsa da Cumhurbaşkanı olması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti de rencide olmuştur. Bu durumda gereği yapılmalı ve reaksiyon gösterilmeliydi.
İktidar bırakın gereken tepkiyi vermeyi, çok zor durumda olduğu için yenilir yutulur gibi olmayan bu mektubu yedi, yuttu ve kamuoyundan gizledi. Beyaz Saray mektubu kasti olarak basına sızdırmasaydı, biz bu konuyu öğrenemeyecektik.
İlk Paragrafın İlk Cümlesi Çok Açık!
İşte yenilir, yutulur ve sineye çekilir olmayan bu mektuba niçin sessiz kalındığı ve ABD’ye gidilmek zorunda olunduğunun asıl yanıtı mektubun ikinci paragrafının ilk cümlesinde gizli. Trump, bu cümlede “Senin bazı problemlerini çözmek için çok çalıştım” (I have worked hard to solve some of your problems) diyor, ülkenin problemleri için demiyor! Çok açık değil mi? Halk Bankası, Zarrab ve ABD Temsilciler Meclisi’nin aldığı mal varlığının araştırılması kararı konuları bunun net ipuçları. İstersen, dediklerini yapma!
FETÖ güdümlü kumpas operasyonlarının medya ayağının enerjik militanlarının serbest bırakılması, Bülent Arınç’ın izin dahilinde KHK’lar konusunda yaptığı kontrollü açıklama, Bağdadi’nin kız kardeşinin yakalanması, “S-400’ü depoya kaldırdık, test atışı bile yapmadık, kullanmayacağız, Doğu Akdeniz’de frene basacağız, Kıbrıs’ta dediklerinizi yapacağız, İran’a karşı yanınızda olacağız” hamleleri, garantileri ve güvenceleri; Trump’ı ikna etmek için iktidarın çantasında bulunanlardır.