Bugün (4 Temmuz 2020), sonuçları itibarıyla kurumsal anlamda dünyanın gelmiş geçmiş en büyük itibarsızlaştırma operasyonlarından biri olan Türk Askeri’ nin başına çuval geçirilişinin 17’ıncı yılını anımsadık.
Anımsarken üzüldük, hayıflandık, kızgınlık ve nefret duyduk. Her yurtsever Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı için bu insani duygular normaldir. Ama madem tarihi geriye doğru işletemeyeceğiz, esas olan bu olaydan ders almaktır.
1 Mart 2003 Tezkeresinin reddi üzerinden yaklaşık 3 ay geçmişti ki; 4 Temmuz 2003’te, Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde, Amerikan Askerleri tarafından Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yapılan baskınla, 11 Türk Askeri’nin başlarına çuval geçirildi, elleri kelepçelendi ve esir alındı. Hâlbuki Türk Askeri’nden beklenen direnmek, öldürmek ve gerekirse ölmekti!
Generaller Hizadan Çıktı!
Dz. İk. Kur. Alb. Ali Göznek, o gün (4 Temmuz 2003) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e bir konuyu makamında arz etmektedir. Komutana bir arz yapıldığı esnada makama bir başkasının girmesi normal değilken, zamanın Genelkurmay Harekât Başkanı Korgeneral Köksal Karabay durumun ivediliği nedeniyle içeri girer, Irak’ta gelişen acil durumu anlatır ve emir beklediklerini rapor eder. Hilmi Özkök ise “Mukavemet etmesinler” diye emir verir.
Özellikle Soğuk Savaş’tan (1949-1990) sonra Türk Silahlı Kuvvetleri doğru yerde durmuştu. 1995’de, ABD’nin muhalefetine rağmen Irak’ta yapılan Çelik Harekatı’ndan sonra, ABD Savunma Bakan Yardımcısı “Türk generalleri hizadan çıktı” demişti. Bunun anlamı çok netti; “Türk generalleri eskiden bizim dediğimizi yapardı ama Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra bunlara bir haller oldu”. 1992’de Muavenet’in vurulması ve 1993’te Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in suikasta kurban gitmesi de “Yanlış yoldasınız, rotanızı değiştirin ve hizaya gelin” uyarılarıydı.
Demokrasi Peşinde Değillerdi
1 Mart 2003 Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmemesi bardağı taşıran son damlaydı. Esasında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Meclis’in tercihine hiç karışmamış, baskı ve kulis yapmamıştı ama Amerikalılar TSK’nın baskı yapmasını ve tezkereyi Meclis’ten geçirtmesini istiyorlardı. Hatta; Amerikalıların en yetkili ağızları “Türk Silahlı Kuvvetleri liderlik görevini yapmadı” dediler. Yani Amerikalılar, Türkiye’de demokrasi peşinde değillerdi.
4 Temmuz 2003 günü Süleymaniye’de yaşanan Çuval Olayının amacı; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölgede ve Türk Halkı gözündeki itibarını azaltmak ve müteakip operasyonlar için direnme gücünü kırmaktı. Müttefikleri ise; AKP iktidarı, hizadan çıkmayan general Hilmi Özkök ve bugün FETÖ denen, o gün ise yere göğe konamayan cemaatin unsurlarıydı.
Gerekirse Ölmek Zorundasınız!
Empati yapın ve kendinizi Ankara’da, Genelkurmay Başkanı olarak düşünün. Size böyle bir operasyon yapıyorlar. Askere, tetiğe basmak düşer. Eğer birisi sizin itibarınızı beş paralık etmeye kalkıyorsa, sizin kafanıza çuval geçirmeye kalkıyorsa, mukavemet etmek zorundasınız. Gerekirse, ölmek zorundasınız.
Hilmi Özkök sadece çuval olayında değil, sonrasında da yine çuvalın devamı niteliğinde olan Ergenekon-Balyoz tipi kumpas operasyonlarında silah arkadaşlarına sahip çıkmamıştır. Hatta; “Ben kasaptaki ete soğan doğramam” demiş, mahkemelere gitmemiş, gereken tavrı göstermemiş ve operasyonu kolaylaştırmıştır. Bu gelişmeler göstermiştir ki Hilmi Özkök bir komutandan, Mustafa Kemal’in bir askerinden beklenen tavrı hem başlangıçta hem gelişim sürecinde hem de sonrasında göstermemiştir.
ABD, TSK’yı AKP ile Kafesledi
AKP iktidarı; gerek çuval, gerekse müteakiben yapılan Ergenekon-Balyoz operasyonlarında net olarak karşı cephede yer almıştır. CIA’nin Türkiye uzmanı Henri Barkey “ABD, TSK’yı AKP hükümeti eliyle kafesledi” diyerek, tartışmaya yer olmayacak şekilde AKP’nin sorumluluğunu ifade etmiştir.
Bugün Türkiye’de ekonomiden iç barışımıza, ulusal çıkarlarımızdan güvenliğimize kadar iyi giden hiçbir şey yok. Türkiye, koşar adım felakete doğru gidiyor. Türkiye’nin bu hale getirilmesini emperyalizm çok istiyordu. Ne güzeldi; “Bir kişiyi ikna et ve ülkeyi çıkarların için istediğin gibi tepe tepe kullan! Gerekiyorsa şantaj yap!” CIA Türkiye eski şefi Paul Bernard Henze, 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporunun bir bölümünde; “Türkiye'nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclis'i ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika'nın çıkarı Türkiye'de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak, Amerika için sorun olmaz” diyordu.
Nihai Son Kaçınılmaz
Ana hatlarıyla 17 yıl önce askerimizin başına çuval geçirilmesi ile operasyon başladı, BOP’un Eşbaşkanı olarak görevlendirilme, Ergenekon ve Balyoz gibi “Dördüncü Nesil Savaş” yöntemleri, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve 16 Nisan 2017 Referandumu ile devam etti, 24 Haziran 2018 seçimleriyle sonuçlandı ve Türkiye’de rejim değişikliği gerçekleşti. Ama yeni rejimle olmuyor, denge ve kontrol mekanizmaları olmayan antidemokratik bu rejimi Türkiye kabul etmiyor!
Türkiye, artık yönetilebilir değil ve devletin bağışıklık sistemi çökertilmiş durumda. Son seçimler iktidar lehine adil ve dürüst olmamasına rağmen gösterdi ki; iktidar gidici. Sadece alınabilecek demokratik olmayan tedbirlerle süre bir miktar uzatılabilir ama nihai son kaçınılmaz. Çözüm ise iktidarın karşısında olan herkesi demokratik cephede birleştirmektir!