İktidarın Rusya-Ukrayna gerilimi konusunda arabuluculuk yapma teklifini Rusya ciddiye almıyor. Batı dâhil dış dünya da ciddiye almıyor ve hatta bu teklife gülüyor. Bunun nedenleri;
- Bu gerilim gerçekte Rusya-Ukrayna değil, Rusya-ABD odaklı.
- Arabuluculuk yapabilmek için taraf olunmaması lazım. İktidar ise Ukrayna’dan yana tavır almıştı, hem de hiç akılcı olmayan bir biçimde.
- Türkiye’nin ne yazık ki bu arabuluculuğu kotarabilecek diplomatik gücü de yok. Bu güç çoktan tahrip edilmişti.
İktidar sahipleri, Ukrayna krizi ile ilgili olarak en başından itibaren taraf oldu, geleceği öngöremedi, Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları için değil, iktidarda kalabilmek adına ABD’nin desteğini kazanmak için kraldan çok kralcılık yaptı. Hatta Erdoğan, Ukrayna gerilimi ile ilgili olarak “Türkiye, NATO müttefiki olmanın yükümlülüklerini bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yerine getirmeye devam edecektir” dedi. Hâlbuki, Almanya da NATO’da olmasına rağmen ABD ve NATO’ya bu şekilde açık bir çek vermedi. Daha geçen hafta Hırvatistan Cumhurbaşkanı “Rusya ile Ukrayna arasında savaş çıkarsa NATO’dan askerlerimizi çekeceğiz” dedi. Görüldüğü gibi; herkes kendi ülkesinin çıkarları ve güvenliğinin peşinde!
İktidarı Gidici Olarak Görüyorlar
Türkiye’deki iktidar, dış dünya tarafından hiçbir konuda olmadığı gibi Ukrayna konusunda da güvenilir bulunmuyor. Türkiye, bu kriz bağlamında -aynı Filistin davasında olduğu gibi- bir yere kadar arabuluculuk yapabilirdi. Fakat, her iki konuda da çok açık bir şekilde taraf olarak arabuluculuk yapabilme şansını kaybetti. Diğer taraftan, iktidara herkes gidici gözüyle bakıyor ve geleceğin Türkiye’sinde adlarının yer almayacağını biliyor.
Rusya, Ukrayna’yı istila etmeyi planlamadığı gibi savaş da istemiyor. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski her ne kadar tutarsız açıklamalar yapıyor olsa da aslında o da savaş çıkmasını istemiyor. AB’nin lider ülkesi Almanya, temkinli bir politika izliyor, krizin tırmanmaması için çaba sarf ediyor, Ukrayna’ya silah göndermiyor ve hava sahasını dahi bu maksatla kullandırmıyor. Hırvatistan da “ben yokum” diyor. Buna karşın; İngiltere ve Polonya kışkırtıcılık yapıyor, ABD ise Rusya’nın Ukrayna’yı istila etmesini istiyor.
Kullanılmanın Bir Bedeli Var
ABD, bu yöndeki kışkırtmaları ile Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi durumunda bile Rusya ile direkt olarak savaşır mı? Kesinlikle hayır! Ayrıca, Ukrayna NATO üyesi değil. Bu nedenle NATO Antlaşması’nın 5. maddesini Rusya’ya karşı çalıştırmak da mümkün değil. Diğer bir olasılık; Ukrayna’da Rusya yanlısı bir darbe sonucu gelen iktidarın daveti ile Rusya’nın Ukrayna’ya girmesidir. Her iki olasılık da ABD’nin tercihidir. Burada amaç; Rusya’ya karşı küresel çapta daha fazla ekonomik ambargo uygulamak için bahane yaratmaktır.
ABD, Soğuk Savaş’ın bitirilişi sırasında verdiği sözleri tutmuyor, Rusya’nın güvenlik endişelerini yok sayıyor ve bu konudaki taleplerini -NATO’nun doğuya doğru genişlememesi de dâhil- reddediyor. Adeta Rusya’yı savaşın içine çekmeye çalışıyor. Esasında, Ukrayna’nın güvenliği de ABD’nin pek umurunda değil. ABD, Rusya’nın çökertilmesi için yaptığı planlarda Ukrayna’ya bir görev biçmiş, bu görevin gerçekleştirilmesini sağlayarak onu kullanmaya çalışıyor. Ukrayna, kullanılmasının ve kışkırtılmasının bedeli olarak bugüne kadar Kırım’ı ve Donbas bölgesini kaybetti. ABD şartlar tam olarak aynı olmasa da Ukrayna’yı Rusya’ya karşı bir bakıma Afganistan gibi kullanmaya çalışıyor.
Ukrayna Konusunda Çok Yanlışlar Yapıldı
Rusya’nın selefi konumunda olan Sovyetler Birliği, 1979’da Afganistan hükümetinin daveti üzerine bu ülkeye girdi. Burada 9 yıl savaştıktan sonra, 1988’de 15 bin insanını kaybederek geri çekildi. Aslında Sovyetler Birliği, bu süre içinde Afganistan’da, ABD’nin imkânlarla donattığı vekilleriyle savaştı. Sovyetler Birliği’nin ekonomik olarak çökmesinde ve 1990’da çözülmesinde Afganistan savaşının maliyetinin önemli bir başlık olduğu da unutulmamalı.
Türkiye’yi yöneten iktidar, Ukrayna konusunda çok yanlış işler yaptı ve krizin değirmenine su taşıdı. Ama savaş riskini görünce, Türkiye’nin NATO nedeniyle tarafsız kalamayacağını, bundan dolayı Rusya’nın Türkiye’ye karşı ne gibi hamleler yapabileceğini anlayınca ve seçimlerin de yaklaşıyor olması sebebi ile iktidarın endişesi arttı! Erdoğan’ın Ukrayna ziyareti, bu endişelerin sonuçlarından birisidir.
En Çok Zarar Türkiye Görür
Erdoğan’ın ziyareti öncesinde Hulusi Akar’dan da Rusya’ya karşı Montrö güvencesi geldi. Bir anlamda, paçalar tutuştu. Bu kriz tırmanır ve savaşa evrilirse bu konuda Ukrayna dışında en çok zarar görecek ülke Türkiye olur. Çünkü böyle bir savaşta NATO nedeniyle taraf olan Türkiye’ye karşı Rusya’nın kullanabileceği çok kozu var. Bu nedenle çok canımız yanabilir. Rusya, böyle bir durumda, Suriye’de Türkiye’ye karşı kesin bir hamle yapar. Muhtemelen Libya’da da sorun yaşatırlar. İktidar tam Hafter ile işleri düzeltirken Rusya bunu da engeller. Ermeni açılımı yatar. Türkiye’yi Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine bağlayacak olan Nahçivan-Azerbaycan arasındaki Zengezur Koridoru işi de yatar. Rusya’ya enerji bağımlılığımız var, devam eden nükleer santral, S-400 konusu, Rusya’da iş yapan ve Türkiye’ye döviz gönderen Türk şirketleri var, Rusya’ya yönelik sebze ve meyve ihracatımız var, turizm işbirliğimiz var. Ama iktidarda hesap-kitap, öngörü yok. Yumurta kapıya gelince tehdidin büyüklüğü görülüyor, Montrö hakkında güvence açıklaması yapılıyor ve Ukrayna’ya koşa koşa gidilip arabuluculuk teklifi yapılıyor.
ABD’ye Montrö Üzerinden Göz Kırpıldı
Suriye’de 36 askerimizin nasıl şehit olduğu hala hafızalarımızda ve acısı da hala yüreklerimizde. Askerlerimizi Türkiye’deki iktidara balans ayarı vermek için Ruslar şehit etmişti. Arkasından da iktidar Moskova’ya gitmek zorunda kalmış ve ülkemiz onur kırıcı muamelelere maruz bırakılmıştı.
Hulusi Akar şimdi Montrö konusunda güvence veriyor ama daha önce Montrö’ye sahibiyet gösteren, “egemenliğimiz ve güvenliğimiz için yaşamsal derecede önemlidir” diyen, Lozan’ın tamamlayıcısı olduğunu ifade eden ve toplumsal duyarlılık sağlayan yurtsever Amirallere nasıl düşmanlık ettiğini biliyoruz. Ruslar da tüm dünya da bunu biliyor. Hatta iktidarın destek alabilmek adına ABD’ye Montrö’den vazgeçilebileceği konusunda nasıl göz kırptığı da biliniyor. “Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesinde olduğu gibi Montrö Sözleşmesinden de bir kararname ile çekilebilir’’ sözleri sonradan çark edilse de not edildi ve unutulmadı. Kanal İstanbul’un ne anlama geldiği de Montrö’yü delmek için vizyona konduğu da herkesçe biliniyor.
Türkiye Ne Yapmalı?
Türkiye, Ukrayna krizinin tırmanması ve savaşa evirilmesi durumda en çok zarar görecek ülke olacağı farkındalığı ile şunları yapmalı:
- Ukrayna Krizinde ABD’nin ve NATO’nun koçbaşı olmamalı,
- Ukrayna’nın NATO üyeliğini desteklememeli, bunun bölgenin ve Avrupa’nın güvenliği için sorun oluşturacağını NATO platformlarında anlatmalı,
- Bu kapsamda Gürcistan’ın NATO üyeliğini de desteklememeli,
- Karadeniz’in rekabet denizi haline gelmemesi için gayret göstermeli, daha önce yaptığı gibi NATO güçlerini Karadeniz’e daha fazla faaliyet göstermesi için davet etmemeli,
- Montrö Sözleşmesi’ne sözde ve sıkışınca değil, özde sahibiyet göstermelidir.
Hüsnü Mahalli’nin Destek Yayınları’ndan çıkan “Ortadoğu’da Büyük Tiyatro” adlı kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Bugün ülkemizin kuzeyinde, Karadeniz’in karşı sahilinde yaşananlar da tam bir tiyatro oyunudur. Bu oyun ile ilgili esas merak edilen konu ise size verilen rolü mü yoksa ülkenizin çıkarları, güvenliği ve egemenliğinin gerektirdiği rolü mü oynayacağınızdır!