Değerli dostum Haluk Dural, bir önceki köşe yazımda dikkat çektiğim “Haydut Devlet” kavramına yorum yaparak katkıda bulunmuş. Kendisine benim için kıymet arz eden ve faydalandığım fikirleri için gerçekten teşekkür ederim. Dural özetle şöyle demiş;
“Haydut Devlet tanımı yaparken, bir devletin haydut devlet olup olmadığına kim karar verecek? Bu tanım, bilindiği gibi ABD’ye aittir. ABD, geçmişte Libya ve Irak’ı, günümüzde ise İran ve Kuzey Kore’yi haydut devlet olarak ilan etmiştir. Halbuki bu ülkelerin kanıtlanmış bir terör faaliyeti olmamıştır.
Suudi Arabistan ve Katar gibi çağdışı ülkeler Suriye’deki isyancılara ve radikal İslamcı teröristlere her türlü desteği vermesine rağmen haydut devlet ilan edilmemiş, aksine korunmuştur. ABD’nin bizzat kendisi, Mart 2011’den beri Suriye’deki vekâlet savaşçılarına namütenahi destek sağlamış ve Kuzey Suriye’de terör örgütü PKK’ya ise yardım etmeye ve iş birliğine devam ediyor.
ABD ve İngiltere, İran ve Pakistan’ın Hint Okyanusu kıyısındaki Belucistan’da dinci ve ayrılıkçı terör örgütlerine silah ve lojistik destek veriyorlar. ABD, aynı şekilde Afganistan’daki Taliban terör örgütüne silah ve eğitim verdi. Fransa, Ruanda’da yaptıkları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçuyla yargılanmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Dünyanın neresinde bir iç savaş, silahlı isyan ve terör varsa arkasında ABD ve emperyalist ortakları var.
Bu gerçek dikkate alındığında; ABD’nin haydut devlet tanımına en çok uyan devletler başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve İsrail olmaktadır. ABD’nin hedefindeki bütün devletler ABD’nin tanımını ABD’ye uygulamalıdırlar” demiş.
Savaşları Haklılar Değil, Güçlüler Kazanır!
Dural doğru söylüyor ve haklı ama savaşları ve mücadeleleri haklılar değil, güçlüler kazanır ve kazanıyor. Dünya tarihi, bunun aksine şahitlik etmedi. Yeterince güçlü değilseniz; sonuna kadar hukuka sahip çıkacaksınız, hukuktan ayrılmayacaksınız ve hukuken gayrimeşru işler yapmayacaksınız. Doğrudur; ABD zaman zaman, hatta çoğu zaman hukuktan ayrılmakta, gayri hukuki tasarruflarda bulunmakta, bu kapsamda hedeflerine ulaşabilmek için teröre destek vermekte ve vekâlet savaşçıları kullanmaktadır. Ama Türkiye böyle işler yapacak ve hukuku yok sayacak kadar hem güçlü değildir, hem de Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin ilke ve değerleri buna müsait değildir.
“ABD ve emperyalist ülkeler böyle işler yapıyor. Bizim neyimiz eksik!” diyerek bu tür işlerin içerisine girerseniz ki girilmiştir; ülkemizin başı ciddi şekilde belaya girer. Dayılık, efelik, hukuk tanımazlık kişisel tercihiniz olabilir ve bunun faturasını kişisel olarak ödersiniz. Ama ülkeyi yönetiyor olma sorumluluğunu taşıyorsanız; yaptığınız dayılığın, efeliğin ve hukuk tanımazlığın densizlikten, sorumsuz davranmaktan, yargılanmayı gerektiren suçlardan başka bir anlamı yoktur.
Bu Haberler Maksatlı
Bir de son günlerde; “ABD bizi kuşatıyor, ABD bize karşı saldırıya hazırlanıyor, Bulgaristan’a şu kadar, Gürcistan’a bu kadar Amerikan askeri geldi” diyen haberlere rastlıyoruz. Ayrıca; bu haberlere bire bin katılarak sosyal medyada paylaşılıyor. Bu haberler maksatlı, arkasında iktidara bağlı troller var. Bunlara inanıp paylaşmayın. Bu yalan haberlerden maksat; muhalefeti baskılamak, yakın tehdit algısı yaratarak iktidarın etrafındaki çözülmeyi durdurup kenetlenme sağlamaktır.
“ABD bizi kuşatıyor ve saldırıya hazırlanıyor” maksatlı değerlendirmesinin arkasında açık kaynaklardan alınan veriler var. Neymiş efendim; “ABD Yunanistan’ın Dedeağaç limanına 2 bin asker ve 700 araç çıkarmış. Gürcistan’a da ABD askerleri gönderilmiş.” Araştırıyoruz; askeri birliklerin hepsi çok küçük çapta ve planlı NATO ve PFP (Barış İçin Ortaklık) tatbikatlarına katılmak için gelmişler. Yunanistan’a deniz yoluyla gelen ABD askerleri, daha sonra Bulgaristan ve Romanya’ya doğru yola çıkmışlar. Benim küçük bir araştırma ile öğrendiklerimin iktidar daha iyisini, daha ayrıntılısını ve daha güvenilir olanını elde edebilir. Çünkü devletin komşu ülkelerdeki askeri hareketlenmeleri zamanında tespit edip izleyecek elektronik dinleme istasyonları var.
Doğruysa Hani Seferberlik!
Ayrıca; bu ülkelerde diplomatik misyonlarımız ve istihbarat ajanlarımız var. Yani iktidar, Türkiye’nin ABD tarafından kuşatılıp kuşatılmadığını çok kolaylıkla öğrenebilir. Zaten o öğrenemiyorsa, halk olarak bizim gazetelerden ve internetten ulaşılabilecek bilgilerle ondan daha iyisini öğrenebilme durumumuz yok.
Bir an için ABD tarafından kuşatıldığımızı düşünün. Yapılması gereken ilk şey; seferberlik ilan etmek ve ilk planda yeni terhis edilmişlerden başlayarak en az 500 bin gencimizi silahaltına almak ve kritik görevlerde çalışmış emekli olan subay ve astsubaylara sefer görev emri göndermektir.
NATO’dan Çıkmak mı Lazım?
Bunlar yapılmadığı gibi, iktidar aksine mevcut askerlerimizin dörtte üçünü terhis etmeyi planlamaktadır. Yani kuşatıldığımız ve yakın saldırı tehdidi altında olduğumuz şayiası; iktidar tarafından, yükselen muhalif hareketi baskılamak için çıkarılmıştır ve 23 Haziran seçimleri için düşünülmüş hamlelerden birisidir. Ayrıca; Türkiye gibi bir ülkeyi kuşatmak ve işgal etmek için ilk planda en az 1 milyon asker gerekli. Dedeağaç’a çıkarılan 2 bin askerle değil Türkiye, değil İstanbul, değil Kadıköy, Kadıköy’ün bir mahallesi konumunda bulunan Erenköy’ü bile işgal edemezsin.
Diğer konu ise NATO! “Derhal çıkmalıyız, başımıza ne felaket gelmişse sorumlusu NATO’dur. NATO’dan çıkmazsak ABD bizi NATO’yu kullanarak işgal edecek” değerlendirmelerini çok sık okuyoruz. Farz edelim; bugün için ABD Türkiye hakkında kötü şeyler düşünüyor ve NATO’yu bu kirli amaçları için kullanacak. Soruyorum; kararların oy birliği ile alındığı bu örgüt içinde kalarak mı yoksa dışına hemen çıkarak mı ülkemizin çıkarlarını ve güvenliğini daha iyi koruyabiliriz? NATO’yu Türkiye aleyhine kullanabilmek için Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını ve atılmasını isteyen o kadar çok odak var ki!
Sorun; Çapsız ve Niteliksiz Siyasetçiler
Sorun şu; NATO’dan çıkarılma yöntemi yok! Tek çare kızdırmak, sizin çıkmanızı sağlamak! En başta Yunanistan bayram eder ve NATO’yu aynen Avrupa Birliği’nde (AB) olduğu gibi Türkiye aleyhine kullanma şansını elde eder. Irak’ın, Libya’nın, Yugoslavya’nın, Suriye’nin başına neler geldi, gördünüz. Hangisi NATO’daydı? Hiçbiri değil mi! Demek ki; NATO’nun dışında kalmak kurtuluş değil ama içinde kalmak -akıllı olursanız- kendinizi korumak için imkân olabilir.
Türkiye, 1945’den bu yana ABD ile çok sayıda ikili anlaşma ve protokol yaptı. Bunların ezici bir çoğunluğu Türkiye’nin zararına işleyen maddelerle doluydu. Ama bunun sorumluluğunu ABD’de değil, ülkemizin çapsız, niteliksiz, Atatürk’ü, onun antiemperyalist duruşunu, Aydınlanma Devrimlerini ve çağdaş uygarlık rotasını anlamayan siyasetçilerde aramak lazım.
“Başımıza gelenlerin sorumlusu sadece NATO’dur” yaklaşımı; sorunlarını içselleştirmeyen, kendinde kabahat aramayan, yaşadığı sorunların nedenlerini daima dışarıda ve dış mihraklarda arayan, sorunlarını çözemeyen kafanın ürettiği mazeretlerden bir tanesidir.
Kurtarıcı Beklemeyen Toplum Olmak
II. Dünya Savaşı’ndan (1939-1945) sonra, 1952 yılında kurulan NATO’nun ilk Genel Sekreteri (1952-1957) olan İngiliz emekli asker ve diplomat Hastings Ismay, NATO’nun kuruluş amacını “Rusları dışarıda, Amerikalıları içeride, Almanları da aşağıda tutmak” (“to keep the Soviet Union out, the Americans in, and the Germans down.”) olarak özetliyor. Almanları aşağıda tutmayı; onları baskılamak, kontrolde tutmak ve tekrar başkaldırmalarını engellemek olarak özetleyebiliriz. Ama II. Dünya Savaşı’ndan sonra taş taş üstünde kalmayan, harabe hale gelen, ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği tarafından işgal edilen, “Batı ve Doğu” olarak bölünen, aşağılanan, tazminat ödemeye mahkûm edilen Almanya bugün ayağa kalktı, bölünmüş ülkesini birleştirdi, dünyanın dördüncü büyük ekonomisi ve Avrupa’nın lider ülkesi oldu. Şimdi ABD’nin ve NATO’nun dışında da işler yapıyor, hatta kontrollü olarak kafa da tutuyor. Almanlar bu başarıyı cemaatlerle, çağdışı düşünce sistemleri ile sağlamadılar.
İhtiyacımız olan; Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılan Aydınlanma Devrimlerini tamamlamak, eleştirel akla sahip, bilim egemen kafalı toplumu yaratmak, sorunlarını çözebilen, kurtarıcı aramayan ve sorunlarının suçunu dış güçlere havale etmeyen bir toplum haline gelmektir.