Zanka

Profil fotoğrafımı değiştirip ağzında pipo, başında safari şapkası olan bir maymun koyduğumda “Canımın içi yine dellenmiş” derdi.

Yazdıklarımdan, sosyal medyadan karakterimi tahlil edecek, psikolojimin haritasını çıkaracak kadar zeki bir kadındı. Uzun telefon konuşmalarımızda ki hiç kimseyle uzun uzadıya telefon konuşması yapmayı sevmem, o, bundan muaftı, neler neler anlatır, “Bana bak, ben bir hazineyim, dikkatli dinle beni” derdi. Gerçekten de öyleydi. İsmet İnönü'den, gençken Van'a gönüllü öğretmen olarak gittiği zamanlardan, oralarda yaşadıklarından, daha sonraları Şişe Cam'daki çalışma hayatından, Türkiye yakın tarihinden, insan doğasından, politikadan, gündemden, Atatürk’ten, futboldan, tenisten, geçmişte komşusu olduğu Aziz Nesin'den, çok sevdiği, dostumdu o benim dediği hayatta olmayan köpeği Polar’dan bahsederdi. Can kulağıyla dinlerdim. “Bak çocuk, sen bana çok benziyorsun, yaşam enerjini o dinmek bilmeyen öfkenden alıyorsun, ben de senin gibiyim çok kızıyorum çok. Memleketin hâline kızıyorum, din tüccarlarına kızıyorum, kitap okumayana kızıyorum, makarnacılara kızıyorum, onursuz insanlara kızıyorum mutlaka kızacak bir şeyler buluyorum” derdi.

Hale ablayla Face’de arkadaş olup mesajlaşmaya başladığımda, yetmişli yaşlarının ortalarındaydı. Sonraki yıllar rengârenk yaprakları, gösterişli dalları budakları olan bilge çınarın doğum gününü coşku ve hayranlıkla kutladım. Hayrandım çünkü hayat doluydu, ben yaş aldım deyip köşesine çekilmemiş, modern çağa ayak uydurmuştu, üretmeye çalışmaya devam ediyordu. Tam bir Cumhuriyet kadınıydı. Sonra, öyle insanın içini daraltan dozu kaçmış ciddiyetten pek hazzetmezdi. Hazır cevaptı, espriliydi. Müthiş keskin bir zekâya sahipti. Dikkatle onu gözler, bu hazinenin yaşına ulaştığımda onun gibi olmalıyım, derdim. Bugün seksen bir yaşında hayatını kaybettiğini öğrendim. 

O İstanbul'da ben Sivas'ta. “Ben yaşlıyım sen gel, diz dize oturup doya doya konuşalım” derdi. Gidemedim, Hale ablamla yüz yüze tanışamadım. Bugün öldü dediklerinde kabullenemedim.  “Hafriyat kamyonu çarpmış, hayatı, yaşamayı seven biriydi, çok üzgünüz.” Yazmış kuzeni Erdil abi.

Bütün yazılarımı okur, arada bir anne şefkatiyle “Bu zamanlar çok tehlikeli zamanlar, aman dikkat et yavrum.” diye uyarırdı. Bir gün telefonda “Sana emrivaki yapacağım, adresini ver.” dedi. Bir hafta sonra küçük bir koli elime geçti. Birkaç kitap, Atatürk rozeti ile kendi elleriyle yaptığı bilekliği göndermişti. Gönderdikleri benim için öylesine değerliydi ki... Mavi boncuklardan yaptığı bileklik bozulmasın diye sadece özel günlerde taktım. Vizyon58'e kitaplarımı tanıtmak üzere canlı yayına davet edildiğimde, yayında bir aksilik çıkmasın, bana uğur getirsin, deyip o bilekliği takmıştım. Onun gönderdiği Atatürk rozeti ekrandan gözükebilsin diye siyah gömlek giymiş, rozetin yönünü kameraya göre ayarlamıştım.

Bana hep çocuk desen de artık eskiyip zayıflamış olmalıyım ki hayatın yükü ağır geliyor, ölümleri eskisi gibi metanetle karşılayamıyorum Hale abla. 

Kalbim her felakette ince bir nasırla kaplanacağına, ölümü de yaşam gibi kanıksayacağıma, kayıplarım için yüreğim paramparça, içimi çeke çeke ağlıyorum Hale abla. 

Bilekliğimle rozetimi takıp ben de oralara geldiğimde beni yalnız bırakma Hale abla.

Senden sonra neler neler oldu bir bir anlatacağım. Ve sen diyeceksin ki “Pek de bir şey değişmemiş, devran hep aynı devran yavrum, boşuna harcadın nefesini. Söyle bakalım sen neler yaptın, nasılsın?”

Burada diz dize oturamadık ama orada diz dize oturup tatlı sesini dinlerken yüzüne bakacağım.

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
16