Sabah saat sekiz, günlerden Cumartesi, karanlık soğuk bir gün, telefonu elime alıp bir köşeye büzüldüm.
Kısa yazıları bilgisayarda yazamıyorum. Büyük ekran beni ürkütüyor, koca bir roman yazacakmışım hissine kapılıyorum. Bu yüzden telefonun beni tedirgin etmeyen mütevazı ekranına dokunmatik klavye marifetiyle yazıyorum. “Telefonun vicdanına da akşamdan şöyle bir bakmıştım.” Bilmiyorum, belki uzun uzun yazar canınızı sıkarım, belki ne diyeceksem kestirmeden söylerim. Hava kapalı, tüm şartlar yazmak için müsait.
Dikkatinizi çekti mi, insanlar gün geçtikçe daha da kibarlaşıyor. Market kasasında sıra beklemeyenlerden, otobüse binerken üstünüze çıkanlardan bahsetmiyorum. Hizmet sunup karşılığında paranızı isteyen insanlardan bahsediyorum.
Devlet hastanesinde size küçükbaş hayvan sürüsünde çoban köpeğinin ahıra sokmaya çalıştığı koyunlardan biriymişsiniz gibi muamele eden doktorlar değil, özel hastanedeki doktorlar mesela. Nasıl da güler yüzle kapıda karşılayıp muayenehaneye buyur ediyorlar. Öyle kibar öyle hoşlar ki ruhunuz okşanıyor, kendinizi bir an sevgi ve şefkat bekleyen altı aylık bebek gibi hissediyorsunuz, sanki sizi kucaklayıp sırtınızı pışpışlayarak gazınızı çıkarak. Sonra, devlet okullarında okulun genel başarısı düştüğü vakit tüm sorumluluğu size yükleyen, dakikalarca öğrenci azarlar gibi sizi azarlayan, zaten hepsi sizin yüzünüzden demeye getiren öğretmenler değil… Özel okullarda sizi kapıda güler yüzle karşılayıp: "Çocuğunuz deha, ah ah, belli ki anne babasına çekmiş." derken, ellerini ovuşturan eğitimcilerden bahsediyorum. Bankacılar, tatil paketi satmaya çalışanlar, iki beden küçük pantolonu almanız için dil döken tezgâhtar, plastik kap kaçak, makyaj malzemesi satan ev hanımları, araba servisinde kayıt alan sekreter kız... Hepsi ama hepsi çok kibar. Nezaketleri yüzlerinde sonradan taktıkları gözlük gibi ve dudaklarına kondurdukları tebessüm bana korku filmlerindeki psikopatları hatırlatsa da günden güne artmakta. Hizmet sektörü her geçen gün büyüyor, üretemediğimiz için herkes birbirine bir şeyler satmaya çalışıyor. Dışardan alıp birbirimize pazarlıyoruz. Milletçe tam manasıyla havaya girdik. Pek kibar pek profesyoneliz.
"En başta telefonun vicdanı demiştin, konu nasıl da dağıldı, toparlayabilecek misin?" diyor olabilirsiniz. Başlıyorum, hesapsızca saçıp dağıttıklarımı derleyip toparlayacağım. Kapitalist düzen tüketim üzerine inşa edildiği için birbirimizi kandırıp bir şeyler satmak üzere kibarlık yarışındayız. Devlet dediğimiz yapı hiç de kibar değildir. Ne istiyorsa yapar. Hükümetimiz de öyle. İçlerinde çocuk evlilikleri savunanlar var. Hükümetin atadığı valilerden “Düzgün otursana!" diye gazeteciye çıkışanlar var. Malum işler pek de iyi gitmiyor, hak hukuk yerle yeksan, bu yüzden dışardan istibdat devleti gibi duruyoruz. Yatırımcı hukukun çiğnendiği bir ülkeye yatırım yapmak istemiyor. Diyor ki: “Kanunu-kuralı kendi işine geldiği gibi uygulayan bir yönetimde, yarın bir gün benim akıbetimin ne olacağı belli mi!” Haklı tabii ben de yatırımcı olsam sabit uygulamaları olmayan bir ülkeye devasa paralar harcayıp kendimi riske atmak istemem. Bu sorunu aşmak için uzun zamandır hukuk reformu üzerinde duruyor, birtakım çalışmalar yapıyorlar. Oysa reforma gerek yok, zaten bütün bunlar yabancıların gözünü boyamak için girişilen işler. Hukuku uygulansınlar yeter. Uygulayamıyorlar, işlemiyor, bu yüzden tivitır gündemini esas alarak kısa vadede toplum hassasiyetine göre hareket etme peşindeler. Hizmet sektöründeki insanlar gibi sahte kibarlıklar sergiliyor, yirmi dört saat uyumamış hosteslerin korkunç gülümsemesiyle tivitırdan hizmet vermeye kalkışıyorlar. Tivitırdan sağlanan adalet adalet mi? Benim çocuğum tecavüz edilip öldürülmüşse adalet için tivitır kullanıcısının dikkatini çekmesini, bana ve çocuğuma acımalarını, olanlar karşısında isyan etmelerini, insanlık nereye gidiyor şeklinde tivit atmalarını ümit etmekten başka çarem yok öyle mi! Tivitır ayaklanırsa polisler kıpırdıyor, tivitır lanet ederse Bakan Bey bizzat ilgileneceğim, bu cani bulunacak, diyor. Ötesi yok hakkımız hukukumuz hepi topu bu kadar. Telefonun vicdanı ne derse o.