Zanka

Her şey günden güne kötüleşiyor. "Beterin beteri var, savaşta kıtlıkta olan ülkeler var, şükretmek lazım." şeklinde eski insanların, yaşadıkları sıkıntıyı hasıraltı etmek üzere, insan onuruna dokunan bir bakış açısıyla avunacak değilim.

Kimse de avunmasın, şükretmesin. Bu, kabullenip oturmak demektir, benden kötüsü var demek, çaba göstermemek için saçma sapan bir mazerettir, korkaklıktır, tembelliktir.

Şükredeceğim şey yönetici tayfasının yıllar yılı sömürdükleri ülkemin, zenginliği, potansiyeli ve genç nüfusudur. Sanki bir kâbusun içinde yaşıyorum, sanki gerçekte var olmayan bir düzenin bir ülkenin ve yöneticilerinin olduğu tuhaf bir yerdeyim. Gerçekleşmesi imkânsız ideal toplum düzeni ütopyanın komşusu, otoriter totaliter bir devlet modeli distopyanın ferdiyim. Ne zaman başladığını herkesin bildiği ne zaman biteceğini kestiremediği saçmalıklar senfonisinin, başı çatlayacakmış gibi ağrıyan dinleyicisiyim. Güya kurgu ya distopyada ömür çürütmekteyim. Thomas More'nin hilal şeklindeki adasına komşu, gelecekteki bir zamandan ışınlanmış distopyada kırk üç yıldır ömür sürmekteyim.

***

Hani şu Boleyn kızıyla evlenen, erkek varis sıkıntısı çeken İngiltere Kral'ı Sekizinci Henry'nin döneminde yaşamış hukukçu, devlet adamı Thomas More ve kitabı Utopia’dan bahsetmek istiyorum. Dizilerde, filmlerde, belgesellerde görmüşsünüzdür. Tudor hanedanından Henry, ağabeyi öldüğü için yengesiyle evlenmek zorunda kalır. Yengesi Aragonlu Catherine İspanyol kraliyet ailesine mensup son derece dindar bir Katolik’tir. Gel zaman git zaman Kral bir başka kadına, Anne Boleyn'e âşık olur ve zaten kendisine erkek varis veremeyen yengesinden boşanmak ister. Kilise bunu kabul etmez, yine de Anne Boleyn ile evlenir. Bunun üzerine Papa tarafından aforoz edilir. O da tutar kendi kilisesini (Anglikan) kurar ve başına geçer. Tabiri caizse çatır çatır boşanıp el âleme nispet edercesine yedi yıllık uzatmalı sevgilisi Anne Boleyn ile evlenir. Kral halkı ağır vergiler altında inleten, pahalı kıyafetlere, lüks yaşama düşkün, har vurup harman savuran biridir. "Utopia ve Thomas More" demiştin, bunak ihtiyarlar gibi yine kafan başka yerlere gitti. Pembe dizi misali tuhaf şeyler anlatıyorsun" diyeceksiniz. Merak etmeyin şimdi toparlayacağım.

Thomas More Sekizinci Henry'nin evliliğine karşıdır, düğününe katılmaz. Sırf bu yüzden zindana atılıp işkence görür ve bir yıl sonra vatana ihanet suçundan idam edilir.

***

More işsizliği, adaletsizliği, soylu olmayanların yaşadıkları hayatı yakından görüyor hatta buna isyan ediyordu. Ona göre yaşadığı düzen tamamen haksızlıklara dolu, insana yakışmayan bir düzendi. Utopia isimli bir kitap yazdı. Kitap Eu-topie, yani Mutluluk Adası’nda yaşayan halkın yönetim biçimi, ekonomisi, dini, hukuk sistemi ve geleneklerini anlatsa da aslında toplumsal eşitsizliği, otoriter yönetimi eleştiren bir yapıttır. Ve sonraki yüzyılların hayranlık beslediği yepyeni bir edebi türdür.

Yaşadığım distopyayı tarif edecek değilim. More Utopia’yı yazarken aslında Kral’ın despotluklarına ve yaşadığı düzene isyan ediyordu. Öyle güzel bir eser ki pek pratik pek kullanışlı, ben de onun yaptığını yapıp hayalindeki adayı, Mutluluk Adası’nı anlatarak yaşadığım ülkenin eleştirisini yapabilirim diye kurdum.

Mutluluk Adası’nda köylü şehirli ayrımı yoktur. Herkes sırası gelince şehirlerin dışındaki tarım alanlarına gidip toprağı işler. Herkesin iki mesleği vardır, herkes kendi işinin yanı sıra çiftçidir, ekip biçmekten anlar. Herkes gün içinde toplam altı saat çalışır. Bu süreyi az bulabilirsiniz fakat adada işsiz olmadığı için topyekûn çalışıldığı için altı saatlik çalışmayla oldukça iyi sonuçlar elde edilir. Açlık, yokluk söz konusu değildir, adada tembelliğe asla izin verilmez. Arta kalan zamanlarda isteyen istediği şeyi yapar, kendine vakit ayırır. Mutluluk Adası’nda hukuk oldukça basit bir şekilde işler çünkü çok fazla kanun yoktur, ütopyalılar iç içe geçmiş, karmakarışık yüzlerce kanunun adaleti istismar edeceğini, güçlü, nüfuslu kişilerce işlerine geldiği gibi kullanılacağından endişe ederler. Bizde hukuk reformu gündemdeydi hatırlayın. Kanun kural koya koya, reform yapa yapa bitiremedik ama haksızlık hukuksuzluk, yaşadığım distopyadaki ucubelikler listesinde en üst sırada. Bizden bahsetmeyecektim, sadece Mutluluk Adası’nı anlatıp buradan bir yere varıp varamayacağınızı, kendi durumumuzu tüm çıplaklığıyla fark etmeyi size bırakacaktım aslında. Bir daha olmayacak, “Af edersiniz” dedikten sonra devam ediyorum.

Mutluluk Adası’nın savunma ve savaş politikasına geçmek istiyorum. İnsan hayatını her şeyin üzerinde tutan ada, askerini mecburi savunma dışında katiyen tehlikeye atmıyor, başka ülkelere asker göndermeye kalkmıyor, bunun yerine anlaşmazlıkları para ve diyalog yoluyla çözmeye çalışıyor. Fakat askeri de pek kıymetli, bir tekinin burnu kanasa bunu savaş sebebi kabul edebiliyor. Mutluluk Adası’nda pek çok din var, çoğunluk Hristiyan. Kendi dinini övüp diğer dinlere inananları kâfir ilan etmek, dinine taraftar bulmaya çalışmak için aşırılıklara girişmek yasak. Bunun nedeni iç karışıklığın ve huzursuzluğun çıkacağı endişesi. Yoksa kitabın yazarı Thomas More dinine bağlı bir Hristiyan. İnanç özgürlüğünü insan hak ve özgürlüğü çerçevesinde ele alıp savunmuyor, onun tek derdi adanın istikrarı. Böylesine hümanist biri inançlara neden gerçek manada saygılı değil, bu özgürlüğü çatışma çıkmaması için savunuyor, diye düşündüm. Sonra o dönem kadınların hamile kalmamak için cinsel ilişki esnasında boyunlarına çeşitli sakatatlar (yürek, bağırsak, böbrek…) astıkları aklıma geldi. Hayır Mine, More döneminin çok çok ilerisinde bir adamdı, o kadar kusur kadı kızında da olur, dedim.

Mutluk Adası’na dair yazacak pek çok şey var. Kitabı okuyanlar ada yaşamı için manastırdaki keşişlerin rutini resmedilmiş, sıkıcı, özgürlükten yoksun bir komün hayatı diyebilir. Ne olursa olsun, More'nin Utopia’sı bizim distopyamıza ayna tutuyor, gün gibi ortadaki çirkin gerçekleri yüzümüze vuruyor.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver