Hollanda'da bin üç yüz kişiyle bir gece kulübünde normalleşme deneyi yapmışlar.
Haberi okuduğumda gözlerim parladı, ne kadar cesur ve hoş bir deney dedim. Bir çıkış arıyor, boş boş oturmuyorlar dedim. Kör sağır, insanı çileden çıkaran tartışmaların yörüngesinden çıkıp özgür düşünebiliyor, toplumdaki karamsarlık bulutlarını dağıtacak girişimlerde buluyorlar dedim.
Gece kulübüne gelen insanların hepsi Kovid testine girmiş, hepsi sağlıklı. Bu insanların bir kısmı maske takmış, bir kısmından ise bağıra çağıra şarkı söyleyip dans etmeleri istenmiş. Alıcı yerleştirilen katılımcılar gece boyunca izlenmiş, dört gün sonra tekrar Kovid testine girmişler.
Onlar uğraşıyor, küresel salgından çıkış yolları bulmaya çabalıyorlar. Biz boş mu duruyoruz sanki. Biz de kelle koltukta uğraşıp didiniyor, salgını alt etmek için gece gündüz demeden çareler üretiyoruz. Şehirleri renklendirip renklerine göre evden giriş çıkış saatleri belirliyoruz. Hangi yaş grubu evde hapis kalacak, hangi yaş grubu hangi saatler arasında sokaklarda olacak, hangi şehir serbest, hangisi cezalı karışık ve değişken kurallar koyup kurallara uymayanlara yüksek para cezaları kesiyoruz. Öyle ki virüsü doğduğuna pişman edelim derken vatandaşı doğduğuna pişman ediyoruz. Sonra bu ağır kurallar sadece sade vatandaş için. Hastalıktan hayatını kaybedenlerin cenaze töreni üç-beş kişiyle yapılırken, siyasilerin katıldığı VIP cenazeler oldukça şaşalı geçiyor. Vatandaş da hakkı olarak diyor ki benim acım acı değil miydi, benim yakınımın kıymeti yok muydu, ben de büyük bir kalabalıkla mevtayı anmayı, ona yakışır biçimde veda etmeyi bilmez miydim?
Geçenlerde yüksek demokrasiyi temin ettiği gibi yüksek hukuku temin etme sevdasına düşen hükümetimiz, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklamıştı. Sade vatandaş acısını içine gömüp sevdiklerini kireçli çukurlara defnederken, bakanlarının, şunların bunların katıldığı kalabalık cenazeler hangi insan hakkı hukukuna sığıyor? Sizin ölüleriniz niçin bizim ölülerimizden daha kıymetli? Yoksa kendinizi Ortaçağ Avrupa’sının asillerinden, lortlarından mı sayıyorsunuz? Binlerce iş yeri kapandı, binlerce insan işsiz kaldı, onlarcası intihar etti, niçin yönettiğiniz halka saygı duymuyor, kendinizi bambaşka yerlere koyuyorsunuz?
Erdoğan dur durak bilmeden kongreler düzenliyor, keşke diyorum bu kongreler boşa gitmeseydi. Biz de kongreye katılanlara takip cihazı yerleştirseydik. Hollandalılar gibi test yapıp veri toplasaydık. Kaç kişide Kovid virüsü var belirleseydik. Hepsini değil, adım adım izleyeceğimiz birkaçı bile bize pek çok şey anlatabilirdi.
AKP'li ve virüslü vatandaş kongreye gidiyor. Tıpkı Hollanda'daki gece kulübünde bağıra çağıra şarkı söyleyip dans etmesi istenen insanlar gibi bağıra çağıra tezahürat edip “Love Erdoğan!” diye haykırıyor. Kan ter içinde kalıp zaman zaman maskesini çenesinin altına indiriyor, onun yakınlarındaki biri virüsü kapıyor. Bakınız, izleme cihazımız var. Virüsü kapan kongre çıkışında otobüse biniyor, oradan bir arkadaşıyla buluşup parkta oturuyor, karşılıklı sohbet ediyorlar. Kişi, astım hastası olan arkadaşından ayrılırken yaşlı annesi aklına düşüyor. Salgın başlayalı yıl olmuş, ilk seferlerdeki gibi annesini korumak için onunla görüşmeme yolunu seçmiyor. Özleyince gidip görüyor. Yarım kilo güllü lokum alıp anneciğine gitmek üzere yola koyuluyor. Hollanda'daki deney gibi yaşlı kadına ulaşacak hastalığı adım adım takip ediyoruz. Kadıncağız kaptığı virüs sebebiyle hayatını kaybediyor.
Ne nereden geldi, neye ne sebep oldu birebir bilmediğimiz için kongreler hastalık yayıyor deyip geçiyoruz.
AKP; kongreler kaç kişiye hastalık bulaştırdı, kaç kişi yaşamına veda etti, bu insanlar kimdi; çocuklarını, sevdiklerini, hayallerini, hayattan beklentilerini tüm yaşam hikâyelerini bilseydi particilik oynamaya devam eder miydi? Cevabı üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Bakın, bir kongre hınca hınç kalabalıkla yapılmasa hiçbir şey kaybedilmez ama bir kafe aylarca iş yapmazsa onlarca insan işsiz kalır, iş yeri iflas eder. Niçin biri yasakken diğeri değil? Böyle bir adaletsizlik olabilir mi? Hangi kongre karın doyurmuş, hangi kongre hayat kurtarmış. Niçin yasaklar sadece sade vatandaşa, niçin tüm bu olan bitene yeterince şaşırıp karşı çıkamıyoruz.
AYIRT ETMEZMİŞ
Siyasi partiler de artık popülerlik yakalamaya çalışan yeni yetme şarkıcılar, artistler, Youtuber’ler gibi yol haritası çizip buna göre strateji geliştiriyor. Cihangir İslam'ın CHP'ye katılması bu iddiamın ispatı değil de nedir? Günümüzde popülerlik, şan şöhret sosyal medya vasıtasıyla elde ediliyor. İyi iş yapmak değil de popüler olmak o kadar kutsandı ki bugün çok büyük yayınevleri yüz binlerce, milyonlarca takipçisi olan fakat yazarlıkla en ufak bir ilgisi ilişkisi bulunmayan, cümle kurmaktan, nokta virgül koymaktan aciz fenomenlerin kitap çıkarma isteğini hiç tereddüt etmeden karşılayabiliyor. Yayınevi diyor ki bu kadının/adamın milyon tane takipçisi var. Varsın kitap çöp olsun, takipçilerden dört-beş bini kitabı alsa şu kadar kâr ederim. Kitabı alıp okuyan bu ne rezil şeydir dese bile tek atımlık tabanca, şu kadar gelir... Cihangir İslam'la ne ilgisi var diyeceksiniz. Beyefendi de sosyal medyada popüler, çok takipçisi var, mesela geçen gün şu şekilde bir tivit atmış.
Sayın İslam tüccar zihniyetinde, müşteri ayrımı yapmam, diyor. Fakat Cumhuriyet’e, laikliğe, demokrasiye düşman bir gelenekten geliyor. CHP'de Atatürk, Cumhuriyet düşmanlarının ne işi var? Seçim tivitırdan yapılmayacak, Türkiye'nin geleceğini Anadolu belirleyecek. O Anadolu ki gündemi siyaseti sosyal medyadan, hele hele de tivitırdan mı takip ediyor sanıyorsunuz?