İnsan insanı anlar, insan insanı okur; insan, insanın neyi niçin yaptığını düşünmeye çalışırsa ancak o zaman insani değerlere sahip biri olur.
Son günlerin moda deyimiyle empati, yani duygudaşlık sözde kalmasaydı, gerçekten bunu başarabilseydik ne hissederdik. Sosyal medyanın yarattığı sözde duyarlı sözde ahlaklı sözde vicdanlı vitrin insanlarından bahsetmiyorum, samimi insanların gerçek tavırlarından bahsediyorum. Bu, her şeyiyle gerçek olan, kendini satmayan, yedi yirmi dört pazarlamayan normal bir psikolojiye sahip insanlar, bir başkasının hayatını alıp onu bir gömlekmişçesine giyebilseydi, bu işi tam olarak başaramasa bile çabalasaydı hiç kuşkusuz dünya daha yaşanabilir bir yer olurdu.
Fakat şu da var ki normal bir vatandaşın normal bir derecede duyarlılığa sahip olmasının pek de bir kıymeti yok. Çünkü buradan oturduğum yerde, klavyenin başında esip gürlerken, İstanbul’da işsiz kaldığı, aç kaldığı, çaresiz kaldığı için yaşamına son veren, gözünü kırpmadan intihar eden bir müzisyen için üzülmek dışında hiçbir şey yapamam.
Oysa bizi yöneten otorite, sistemin başındaki insan ve insanlar pek çok şey yapabilirler. Bizim vergilerimizle bizi yönetenler intihar eden bir müzisyen için gerçek manada üzülseler, gerçekten kendilerini o müzisyenin yerine koyabilselerdi, boş beleş hayıflanmanın yanı sıra bu tür olayların bir daha yaşanmaması için önlem alabilirlerdi. Malum koca ülkeyiz neredeyse aldığımız nefesin dahi vergisini veriyoruz.
Şimdi soruyorum size; iktidar sahiplerinin, vergilerimizin nerelere nasıl pay edileceğini belirleyenlerin insafları yanında, normal bir vatandaşın insafı nedir ki? İnsafın devreye girmesi, duygudaşlığın tıkır tıkır işlemesi için en başta en tepedekilerin bizim hayatlarımızı bir gömlekmişçesine giymeleri gerekmez mi?
Sayın Erdoğan hep halkın bağrından kopup geldiğinden, geçmişte mütevazı bir hayat sürdüğünden, bir yüzükle yola çıktığından dem vurur. Acaba o günleri gerçekten hatırlıyor, kendini bugünün çöpten yiyecek toplayan müşkül insanının yerine koyabiliyor mu? Dile kolay, siyasete atılmasının üzerin yaklaşık yirmi yedi yıl geçmiş. Yirmi yedi yıl boyunca süper lüks bir yaşam sürmüş. Çocuklarını yurt dışında okutmuş. Yirmi yedi yıl boyunca faturaların, mutfak masrafının, her ay üst üste binen zamların endişesini yaşamamış. Geçim sıkıntısı gibi bir kavramla muhatap olmamış. Hesapsız kitapsız, varlık ve bolluk içinde yaşam sürmüş. Ramazanda korumaların koltuk altlarında taşıdıkları aynı boy yer sinileri ile danışmanların bir Hollywood sahnesi misali kurguladıkları “Fakir sofrasında Cumhurbaşkanı” temalı göstermelik iftarlar dışında fakirlik görmemiş.
Bakın, siyasi mevki ve para ile sınıf atlayan hırslı insanlar, eski fakir günlerini unutmaya meyillidirler. Zenginleştikten sonra geçmişteki yokluk ve sefaleti akıllarına getirmemeye hatta bunu yok saymaya çalışırlar. Çünkü o günler onlar için kötü zamanlardır. Şimdilerde ise en tepededirler ve kötü zamanların üstünde durmak istemez. Genellikle böyle bir psikoloji içindedirler. Hâlbuki öteden beri zengin olan, hiç yokluk görmemiş kimileri, yoksul hayatları, düşkünlüğü, fakirliği merak eder, bu yaşamlara sırt çevirmek şöyle dursun, kendi yaşamlarını ve varlık içinde olmalarını sorgularlar.
Babası Şakya kabilesinin kralı olan Gotama Buda bir sarayda, dünyadaki tüm sorunlardan uzak zengin bir hayat sürmektedir. Efsaneye göre bir gün sokakta çok yaşlı, hasta ve fakir bir adam görür. Bu olay onun hayatında dönüm noktası olur. Çile ve acılardan kurtuluşun yolunu aramak üzere sarayı ve ailesini terk edip yollara düşer. Yine Tolstoy’da da bahsettiğim bu eğilimi görmek mümkündür. Deha yazar da sahibi olduğu köylülerin hayatlarını inceler, onlarla birlikte yaşar hatta bu köylülerin çocuklarını eğitmek için çabalar.
Lafı şuraya getireceğim. Geçen gün porsiyonlarımızı küçültelim önerisi getiren Emine Erdoğan, nasıl olur da saray porsiyonu ile gariban vatandaşın porsiyonunu bir tutar. Yirmi yedi yıl boyunca yokluk görmemiş Erdoğan ailesi, vatandaşın ne şartlarda yaşam sürdüğünü bilebilir mi? Erdoğan yönettiği halkla empati kurabilir mi? Empati kurma bahsim elbette piramidin en üstünde yer alan en zenginler değil, piramidin en altında yer alan en fakirler ve günden güne azalan orta sınıf vatandaş."Malum bir ülkenin gelişmişliği orta sınıfın toplumda ne kadar yer kapladığıyla ilgilidir. Orta sınıfınız güçlü ve nüfusça çok olursa gelişmiş bir ülke sayılırsınız.
Sayın Cumhurbaşkanının ülkeyi sağlıklı bir şekilde yönetebilmesi, en önemlisi doğru kararlar verebilmesi için halk gibi yaşaması, yazlık saraylardan, bin yüz elli odalı saraylardan, vatandaşın adını bile duymadığı yiyecek ve içeceklerden vazgeçmesi gerekir. Yoksa vicdanı ve merhameti devreye sokan duygudaşlığı asla ama asla kuramayacak.