Zanka

Okuyup anladığım kadarıyla zihni gözlemleme egzersizi yapmayı deneyeceğim. Rahat bir koltuğa oturup gözlerimi kapadım. Tüm dikkatimi adım adım ilerleyeceğim bu işe verdim.

Şimdi balta girmemiş bir ormana düşmüş bilim insanıyım. Burası hiçbir beşerin fiziksel olarak ayak basmadığı bir yer. Bu sebeple olağanüstü güzel. Kafamı kaldırıp yukarıya baksam da ulu ağaçların başını göremiyorum. Öyle uzun öyle heybetliler ki devasa dalları yeryüzünden gökyüzüne değil de gökyüzünden yeryüzüne uzanıyor gibiler. En çok ladin var. Ladinlerin iri gövdelerinden çıkmış sakallarına bakıyorum, gözüme bilge ihtiyarlarlar gibi gözüküyorlar. Saklanıp ormanı gözleyeceğim. Gelip geçen vahşi hayvanları gizlice izleyeceğim. Onları ürkütmemem gerekiyor. Bu yüzden mavi, kırmızı, yeşil, sarı; gök kuşağı gibi rengârenk ve iri yaprakları olan bir yalankozun kovuğuna girip saklanıyorum. Gölgesi öyle hoş ki yaprakları gibi rengârenk. Tortop olduğum yerden ara sıra başımı uzatıp gelen giden var mı diye bakıyorum.

Orman benim zihnim, beklediğim vahşi hayvanlar ise zihnimden geçen düşüncelerim. Kendimi, düşüncelerimi seyredip son günlerin popüler deyimiyle farkındalığımı geliştireceğim. Sakin bir şekilde ve sabırla onları bekleyecek, nereden gelip nereye gittiklerine bakacağım. Bir saka kuşu düşüncelerimden birinin buraya yaklaştığını haber verircesine hızlı hızlı cıvıldıyor. Yaklaşan düşünce, adımlarını ağır ağır ve temkinli bir şekilde atarken, derinlerden gelen hüzünlü bir sesle yavaş yavaş konuşuyor. Hızla kafamı uzatıp bakıyorum. Bunlar çok büyük ayaklar. Üstelik kanatları var, tıpkı Hermes gibi. Kanat dediğin omuzlarda ya da sırtta olur. İçimden daha önce hiçbir düşünce, daha doğrusu ayağından kanatlı bir düşünce görmemiştim, diye geçiriyorum. Biraz daha yaklaştı, kanatlı ayaklarının sesini duyuyorum. İşte şimdi neler anlattığını tam olarak anlayabiliyorum.

-Hep derler ki öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır. Zaman değişti, sadece ölümü değil, eskiden cinlerin, şeytanların, kötü ruhların, büyücülerin işi dedikleri bin bir hastalığı ve bu hastalıklarla ne şekilde, kaç zaman sonra ve nasıl acı çekilerek ölünür onu da biliyoruz. Alzheimer olduğunu öğrenen biri hem öleceğini bilir hem de hastalık ilerleyince hiçbir şey bilemeyeceğini bilir. Demek ki insan öleceğini bilerek yaşıyor değilmiş.  Kimi hastalıklara yakalanınca o da öleceğini bilemiyormuş. Bu lanet, zamanla beyni buruşturulmuş bir kâğıt parçası gibi küçültüp tüm işlevlerini yok ediyormuş. Hatırladıkları ise zaman zaman zihne bir dalga gibi vurup geri çekilen birkaç sayılı şey. Sonra ölüme yaklaştığında bu düzensiz dalgalar bile olmayacak. Çocuklarını, arkadaşlarını, sevdiklerini her şeyi unutacak. Yemek nasıl yenirdi, insan nasıl banyo yapardı, hepsini.

Ayaktan kanatlı düşüncem bunları anlatırken bir başkasının yaklaşmakta olduğunu hissettim. Yine başımı uzatıp baktım. Bu kez düşüncenin sadece ayaklarını değil, tümünü görmek istediğim için daha uzun baktım. Ah ne aptalım, beni fark edip korktu, derhal orman buğusuna dönüşüp nazlı bir gelin gibi süzüle süzüle yok oldu. O, gözden kaybolunca ayaktan kanatlı düşüncem korktu. Bir-iki kanat çırpışıyla havalanıp uçtu. Hayır, yine ayaklarından başka şey göremedim.

Şimdi kulak kesildim, pür dikkat dinliyorum. Ne bir kuş cıvıltısı, ne bir böceğinin sesi var. Herkes susmuş beni dinliyor. Belki ufak bir esintide yaprak kıpırdar da ses çıkarır diye bekliyorum. Düşüncelerim korkup kaçtı, vahşi orman bana kızmış olmalı. Burada ne işin var dercesine susmuş, benim gitmemi bekliyor. Bana söven sessizliği duymamak için kollarımla kulaklarımı kapatıp yalankozun kovuğunda iyice tortop oluyorum. Kırk dörde kadar sayacağım, orman çıt çıkarmaz, düşüncelerim gezinmezse gideceğim, diyorum. Yavaş yavaş saymaya başlıyorum, kırk dediğimde bizon sürüsünü andıran ve hızla bana doğru yaklaşan, gümbür gümbür kulaklarımda patlayan sesler duyuyorum.

Gözümü açtım, orman yok olmuş, uçsuz bucaksız bir düzlüğün ortasındayım. Duyduğum sesler gerçekten de bir bizon sürüsüne ait. Bunlar ne rahat ne utanmaz düşünceler… Tozu dumana katmış koşuyorlar, tam karşılarındayım, beni görüyorlar ama korkup ortadan yok olmuyorlar, toynaklarının altında ezileceğim, diye düşünüyorum. O kadar çoklar ki takip edemiyorum. Biri, geçen sene bu zamanlar yazmaya başladığın bir öykü vardı, yarım bıraktın, niçin bitirmiyorsun, diyor. Onun sesini bastıran diğeri, kara kış yaklaşıyor, ciğerlerinde problem var, üşümemen gerekiyor, artık dışarı çıkıp yürüyemeyeceksin, diyor. Henüz o, sızlanmasını bitirmemişken bir diğeri, acaba güzel bir kalpak alsam bana yakışır mı, saçlarım kısa, belki kafamda komik durur, diyor. İlk düşünce, bitir şu öyküyü be kadın, unutmak için köşeye atmıştın, yeterince unuttun, şimdi devam edebilir, daha güzel yazabilirsin, diyor. Bir diğeri, dün gece rüyanda tavuk olmuş, bir gayret uçmaya çalışıyordun, hatırladın mı, deyip kıs kıs gülüyor. Bizon sürüsü yeri sarsarak ve her bir toynak sıradan günlük düşünceler taşıyarak bana doğru yaklaşıyor. Suyun altında kalmışım gibi nefes nefese gözlerimi açıyorum.

***

Herkesin birilerini gözlediği dijital çağda, insanın kendini gözlemleyip tanımaya çalışması, zihninde yolculuk yapıp düşüncelerini kovalaması güzel bir şey olsa gerek. Bu yazıyı Doç.Dr. Serdar Nurmedov’un “Bağımlılık Sarmalından Kurtulma Sanatı” isimli bilimsel çalışmasından ilham alarak yazdım. Fantastik bir hikâye gibi kaleme aldığım Zihin Gözlemleme Egzersizinin aslı şu şekildedir:

Düşünceleri Akışına Bırakma / Zihni Gözlemleme Egzersizi

(Süre 5-6 dakika)

Hastanın kendisini rahat hissedeceği bir şekilde oturmasını, daha iyi konsantre olacaksa gözlerini hafifçe kapatmasını isteyin. Bu egzersiz için aşağıdaki yönergeyi takip edin. Lütfen tüm dikkatinizi şu an aklınızdan geçen düşüncelere odaklayın. Şimdi kendinizi balta girmemiş bir ormana düşmüş bir bilim insanı olduğunuzu hayal edin. Ağacın arkasına saklanmış ve ormanı gözlemlediğinizi hayal edin. Amacınız, ormandaki vahşi hayvanları gözlemlemek. Onların davranışlarını, ne ile beslendiğini, nereden gelip nereye gittiğini gözlemlemek amacı ile yanınızdan geçen hayvanları ürkütmeden sabırla, sakince ve merakla gözlemlediğinizi hayal edin. (15-20 saniyelik sessizlik) Şimdi düşünün ki, o orman sizin zihniniz. Tıpkı yanınızdan geçen vahşi hayvanları gözlemler gibi zihninizden geçen düşünceleri gözlemlemeye çalışın. Aklınıza gelen her düşünceye dikkat edin. Nereden geliyor, nereye gidiyor, nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışın. Yargılamayın, eleştirmeyin, değiştirmeye çalışmayın, yani onu ürkütmeyin. Sadece bakın ve gözlemleyin, düşüncenin peşinden gitmeyin, iz sürmeyin, saklandığınız yerden kalkmayın. Geldiği gibi kendi yolunda gitmesine izin verin. Şimdi bir sonraki düşünceyi bekleyin. Bazen aynı anda birçok hayvan belirebildiği gibi, aynı anda birçok düşünce zihnini meşgul edebilir. Bu durumda ilk gözünüze kestirdiğinizi ele alın, sonra diğerlerini. İlk başta bu düşünceleri eleştirip, yargılayıp değiştirmeye çalışmanız gayet normaldir. Bu şuna benzer, siz bir hayvanı (düşünceyi) ormanın içinde görüp, saklandığınız yerden kalkar ve takip ederseniz, peşinden giderseniz, farkına varmadan ormanda kaybolursunuz. Bu sırada hayvan (düşünce) takip edildiğini fark ederse size sıkıntı çıkarabilir. Neyse, farkına vardığınız anda geri gelin, ağacın arkasına geçin ve gözlemlemeye devam edin. Burada tek bir göreviniz var, o da yargılamadan, eleştirmeden, değiştirmeye çalışmadan düşüncelerinizi gözlemlemek. Duyguların Yaşanmasına İzin Verme (Nurmedov, S. Bağımlılık Sarmalından Kurtulma Sanatı: Ben Sende Tutuklu Kaldım, ss.74-75.)

 

 

 

 

 

 

 

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver