Zanka

Yazı öylesine önemlidir ki dünya tarihi yazının bulunmasından sonra başlar. Daha doğrusu insanın herhangi bir bilgiyi yazıp kayıt altına aldığı zamandan sonra başlar.

Yetiştirdiği buğday miktarını kil tablete yazması da bizim için tarihi bir bilgidir, “Kadeş” anlaşması da. Her ne olursa olsun bilgi kaydedilmediği zaman yok olup gider. Bize ise geçmişte ne olduğunu, nasıl yaşandığını öğrenmek üzere falcılar misali temelsiz fikirler atıp bunların doğru olmasını ummak düşer.

İşte yazı böylesine önemliyken, matbaanın bulunup kitabın zahmetsizce çoğaltılması, bilginin hızla yayılması toplumlar için ne kadar faydalı hatta hayatidir. Üç kıtaya yayılmış, altı yüz yirmi dört yıl hüküm sürmüş devasa Osmanlı İmparatorluğu, toplum için son derece hayati dediğimiz matbaayı Avrupa’dan iki yüz altmış sekiz yıl sonra kullandığında ne kadar geride kaldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Avrupa yazıp çiziyor, yazdıklarını matbaa vasıtasıyla binlerce nüsha çoğaltıyor, seçkinlerin elindeki kitabı halka sunuyordu. Osmanlı ise olduğu yerde sayıyordu. Avrupa okuyup fikir üretiyor, tartışıyor, Fransız devrimi ve ulus devlet anlayışının tohumlarını atıyor, Osmanlı ise aydın yetiştirmek şöyle dursun, halihazırdaki münevverini el yazmasına mahkûm ediyordu.

İki yüz altmış sekiz yıl, bizi belki de beş asır geriye attı. Bilim insanları, dünyada iz bırakan edebiyatçılar, filozoflar yetiştiremedik.

Edebiyat Profesörü Süheylâ Yüksel’in “Türk Edebiyatında Yunan Antikitesi” isimli kitabını okuduktan sonra edebiyatın, sanatın ve bilginin bir ulus, bir imparatorluk için ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. Kitap Osmanlı İmparatorluğu’nun batılılaşma sürecinde, 1860- 1908 yılları arasında Yunan antikitesi ve mitolojisinin edebiyatımıza nasıl yansıdığını anlatıyor.

Kuşkusuz hazırlık aşamasında binlerce sayfa araştırma yapılmış, iğne oyası misali ince ince işlenmiş çok değerli bir eser. Kitap bu dönemde (1860 1908) Antik Yunan edebiyatına ve mitolojisine dair yapılan çevirileri gün yüzüne çıkarıyor, ardından zamanla edebiyatımızı nasıl etkilediğini adım adım gözler önüne seriyor.

İlk başlarda yapılan çeviriler dini ve kültürel çekincelerden dolayı yarım yamalak. Kiminde eserin ismi yok, kiminde mütercimin. Dört yüz yıl Osmanlı hakimiyeti altında varlığını sürdürmüş Yunan’ın edebiyatına, mitolojisine tepeden bakıldığı, küçümsendiği de aşikâr.

En çok İlyada’nın bir kısmını tercüme etmiş Selanikli Hilmi dikkatimi çekiyor. Çünkü “İlyada” ismini beğenmemiş olacak ki “İlyas” olarak değiştiriyor. O dönem Türk edebiyatçıları Yunan mitolojisine temas etmeyi sakıncalı buluyorlar. İnsan doğasına ait özellikler gösteren; kıskanan, aldatan, hileye başvuran kimi zaman adil kararlar veremeyen hatta insanlar gibi cinsiyete sahip tanrıları anlatmak, onlara eserlerinde yer vermek oldukça güç olsa gerek.  

Yine de zamanla yavaş yavaş, ucundan kıyısından da olsa mitolojiyi satır aralarında, daha çok da şiirlerde görmeye başlıyorsunuz. Şiirlerde elverişli olduğu için Afrodit ile en yaşlı tanrılardan biri olmasına rağmen çocuk şeklinde resmedildiği için “tıfıl-ı muhabbet, tıfıl-ı garâm, tıfıl-ı sevda, tıfıl-ı bîdâr, peri-i aşk, Küpidon” diye bahsedilen Eros kullanılıyor. Dini kaygılar ve toplumsal baskılardan çekinildiği için Zeus’a değinilmiyor.

Bana göre Süheylâ Yüksel’in eserinin en güzel yanı mitolojiyi, trajediyi ve arketipleri açık bir dille yazması, anlaşılır bir şekilde kafa karıştırmadan okuyucuya sunması.

“Türk edebiyatında Yunan Antikitesi” okurken dalıp gideceğiniz, en önemlisi pek çok şeyi zorlanmadan kavrayabileceğiniz, mitolojiye ve Türk edebiyatına merakı olanlar için baş tacı yapılacak bir kitap.

Kim demiş evren on üç milyar yıl önce Büyük Patlama (Big Bang) ile meydana geldi diye. İşte size gerçekler.

Evrenin yaratılışındaki birinci aşamada Ouranus’un hükümdarlığındaki kâinat vardır. Yunan mitolojisinin kaynakları arasında sayılan Hesiodos’un tanrıların yaradılışını anlattığı Theogonia isimli eserine göre, başlangıçta sonsuz bir boşluk veya şekil verilmemiş adam demek olan Khaos vardır. Khaos’tan Gaia yani Toprak ve onunla birlikte Eros yani sevgi doğar. Sevgi şekil verici güç olarak bütün kâinatta tesirini gösterir. Gaia, kocasız olarak Ouranos ve Pontos’u dünyaya getirir. Sonra Eros’un tesiri altında bu ikisiyle doğurucu olarak birleşir. Pontos ile birleşmesinden deniz tanrıları; Ouranos ile birleşmesinden de tek gözlü kykloplar, yüz kollu hekatonkheirler ve titanlar dünyaya gelir. Kykloplar, yıldırımları bulur; titanlar altısı erkek altısı da kız olmak üzere on iki kardeştir. Bunlar daha sonraki tanrıların anne ve babaları olacaktır. Korkunç çocuklarından iğrenen ve kuşkulanan baba Ouranos, çocuklarını doğar doğmaz toprağın derinliğine (Tartaros) kapatır. Buna çok üzülen ve çocuklarını babalarına karşı kışkırtmaya çalışan anne Gaia’nın isteğine yalnız oğlu Kronos cevap verir ve annesinin verdiği tırpanla babasının husyelerini keser. Toprağa fışkıran kanlardan öç tanrıçaları Erinysler, parlak zırhlı, uzun kargılı gigantlar ve orman perileri doğar. Denize düşen husyeleri ise uzun zaman denizde kalır ve sonra ak köpükten Aphrodite doğar. Onu dalgalar Kıbrıs adasına götürürler. Böylece Ouranos dönemi son bulur ve Kronos dönemi başlar (Yüksel 2012:185).

 

                                       

 

 

 

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver
2