Hastanedeyim, basit sıradan bir sebeple çocuk polikliniğinin önünde sıra bekliyorum. Beklerken de şu hayatta belki de en çok sevdiklerimi, küçük insanları gözlüyorum. Dört-beş yaşlarında bir kız çocuğuyla annesi alelacele geliyorlar. Kadın çocuğa, “Şuraya otur.” deyip ayakta dikiliyor. Çok sinirli, burnundan soluyor. Bir elini beline atıp diğerini çocuğa uzatarak yüksek sesle: “Senin yüzünden sıramızı kaçırdık gördün mü!” diyor. Çocukta herhangi bir tepki yok.
Kadın: “Tuvalete gitmeseydin gecikmeyecektik.” diyor. İçimden, “Ne yani, altına mı yapsaydı.” diyorum. Kadın öylesine sinirli ki gözlerinden ateşler fışkırıyor, dışardan müdahale edilecek gibi değil. Daha önce yaşadığım için tahmin edebiliyorum. “Lütfen çocuğu üzmeyin” desem, sana ne deyip üstüme yürüyecek. O gün rezillik kaldıracak havamda değilim.
Her neyse, tuvalet lafını duyan çocuk tedirgin bir şekilde kıpırdanmaya başlıyor. Kadın bunu fark etmiş olmalı ki kaşı yarılmış boksörün kaşına yumruk atan rakibi gibi kurduğu cümlelerde sürekli tuvalet kelimesini kullanıp sağa sola bakıyor. Çocuğa, bak, herkesin gözü senin üzerinde ve nasıl da seni kınıyorlar dercesine.
Bağırarak tuvalet diye haykırması çocuğun canını yakmak için. Belki orada kimsecikler olmasa kolundan tutup hırpalayacak, etrafta insanlar olduğu için çekiniyor ama aynı zamanda bu insanları yani bizi kullanarak çocuğa psikolojik şiddet uyguluyor. Kötülük, sen bazen ne kadar sinsi ve işini bilen olabiliyorsun. Küçük kız çocuğu oturduğu sandalyeden bacaklarını toplamış, saklanmak istercesine yana doğru dönmüş, her iki koluyla birden küçük güzel yüzünü saklamaya çalışıyor. Sıradan bir azardan etkilenmezken tuvalete gittiği etrafa duyurulduğunda rahatsız oluyor. Tıpkı yetişkin insanlar gibi mahremiyetine saldırılmasından dolayı derin hatta şok edici bir utanç yaşıyor. Zalim kadın tuvalet dedikçe kıvranarak küçüldükçe küçülüyor.
***
Önceden aileler çok çocuklu olurdu ve çocuğun pek de değeri olmazdı. Sorduğu cevaplanmazdı, konuştuğu zaman dinlenmezdi. Hızla şehirleşip doğum kontrolünü benimsedik, aileler küçüldü, anne-babaların tutumları değiştiği için çocuklar da değişti. Bir yerlere fırlatılıp üzerine bir avuç toprak serpildikten sonra unutulan bir tohum misali ilgisiz, sevgisiz büyüyen anne-babalar, o günlerin hıncını çıkarıp çocuklarının üzerine titriyorlar.
Bazıları güzel çocuklar yetiştiriyor bazıları asalak yetiştiriyor. Doğanın ve düzenin kanunu, her çeşit anne-baba ile her çeşit çocuk var. Sabahları öğrencisini arabayla okula bıraktıktan sonra, sanki çocuk becerip de sınıfına gidemeyecekmiş gibi elinden tutup götüren var. Elinde ilaçla dersi bölerek sınıfa dalıp: “Benim çocuğun ilaç saati, vermem lazım.” diyen anneler de var ve sonuç olarak yirmi birinci yüzyılın Türkiye'sinde çocuk dediğimizde kafamızda beliren bir portre var.
Günümüz ortalama özelliklere sahip çocuklar, bilgisayar başından kalkmayan, herkesin takdir belgesi aldığı sınıfında, takdir belgesi aldığı için karne hediyesi olarak tablet, cep telefonu alınan, istediği bir şey yapılmadığında bağırıp çağıran, ortalığı birbirine katan; evin tek hâkimi, anne-babasının yaşam gayesi, bencil ve şımarıklar. Bu profile uymayan, düzgün cümleler kurup alıştığımız vücut diline sahip olmayan çocuklar görünce ürküyoruz, kafamız karışıyor. Öyle ki “Benim böyle çocuğum olmasın, istemem.” şeklinde saçma sapan cümleler kuruyoruz. Eşya mı bu, seçip öyle değil böyle konuşanından, şöyle tavırlar sergileyeninden isteyeceksiniz? Çocuk kendine ait doğasıyla birlikte dünyaya geliyor. Çevresel faktörlerle kimi öyle kimi böyle oluyor.
Bize düşen onları kendimiz gibi bilip kişiliklerine, hassasiyetlerine saygı göstermek. Keşke hastanedeki zalim kadın gibi çocuğun mahremiyeti mi olurmuş diye düşünmesek. Bu mahremiyeti kullanarak onlara eziyet etmesek. Çocuk dediğin bu kadar kitap mı okur, deyip onu yargılamasak, az görülen bu özelliği sosyal medyada gösteriye dönüştürmesek, çocuğu sirk hayvanı gibi sergilemesek, onun dengesini bozmasak. Keşke görünürde değil onlara gerçekten değer versek.