Zanka

ABD'de bugün bile ırkçılığa maruz kalan siyahların kıtaya yerleştirilmeleri, daha doğrusu ticaretlerinin yapılması 1600'lü yıllarda başladı. İngiltere'de Kraliyet Afrika Ticaret Maceracıları adıyla kurulan şirkete, kârının yarısını İngiliz kraliyetine vermesi karşılığında Batı Afrika kıyısında ticaret yapma imtiyazı verildi. Gemiler köleleri Afrika'dan alıp Amerika kıtasında götürdü. Karşılığında aldıkları şeker, şeker kamışı gibi ürünleri Avrupa'ya taşıdılar. Avrupa'da imal edilen ürünleri satmak üzere yine Afrika'ya götürdüler. Üç ayaklı köle ticareti bu şekilde oluştu ve devam etti. İşin acı yanı Batı Afrikalı liderler Avrupa'dan gelen mal karşılığında kendi insanını gemilere doldurup satmakta bir sakınca görmemişlerdi. Avrupa, Afrika, Amerika üçgeninde devam eden ticaretin en değerli malları kuşkusuz kölelerdi çünkü aynı zamanda Amerika’dan alınan malların üretiminde bedava iş gücü olarak kullanılıyorlardı.

 

Yakın tarihe geldiğimizde, ABD ile Rusya arasında 1947’de başlayıp 1991’e kadar devam eden soğuk savaşta askeri, siyasi ve ekonomik gerginliğin yanı sıra uzay çalışmaları alanında da rekabet yaşandı.  Eylül 1957’de Rusya Sputnik 1 adlı yapay uyduyu uzaya fırlattı. Bu yarışta geride kalan ABD uzay çalışmalarına hız verdi ve dört ay sonra Explorer1’i fırlattı. Fırlatma pek başarılı geçmedi. İki süper güç, komünizmin kalesi Rusya ile kapitalizmin kalesi ABD, teknoloji rekabetinin nihai hedefi uzay çalışmalarında hararetli bir yarışa girmişlerdi. Onlar uzaya araç gönderirken dünyanın pek çok yerinde, pek çok geri kalmış ülke iç savaş, ekonomik dar boğaz ve açlıkla mücadele ediyordu. Yani bugünün dünya düzeninde olduğu gibi teknoloji, gelişmişlik ve refah düzeyi ile ilgili büyük dengesizlikler vardı.

 

O dönem 1950’li yıllarda gelişmiş süper güç ABD harıl harıl uzay teknolojisi üretip Rusya’yı geçmeye çalışırken, yine o dönem ABD’de beyazlarla siyahların kütüphaneleri ayrıydı. Beyazlarla siyahların pastane ve lokantaları ayrıydı. Otobüsteki her siyah beyaza yer vermek zorundaydı. Pek çok yerde siyahların üniversite eğitimi alma hakkı yoktu. Siyah ve beyaz insan aynı renkte işemelerine rağmen tuvaletleri bile ayrıydı. Bir siyahın yanılıp ya da zor durumda kalıp beyazların tuvaletine girmesi söz konusu bile olamazdı. Kölelik kâğıt üzerinde kaldırılmıştı ama uzay çalışmaları yapılan ülkede siyahlar, beyazlarla aynı haklara sahip değillerdi. Aşağı insan muamelesi görüyor, akla hayale gelmeyen onur kırıcı kısıtlamalara maruz kalıyorlardı. Beyazlar onlarla hemen hemen tüm yaşam alanlarını ayırmışlardı. Beyazların lokantaları çok daha nezih ve zengindi. Beyazların kütüphanelerindeki kitap çeşitliliği çok daha fazlaydı. Sanki bir tiksinme hâliyle siyahları kendilerinden ayrı tutmaya çalışıyorlardı. Evet, yine tekrar edeceğim, tüm bu insanlık dışı uygulamalar teknolojinin, bilimin ve sanatın son derece gelişmiş olduğu özgürlükler ülkesi ABD’de gerçekleşiyordu. Tarih çok uzak değil 1950’li yıllar.

 

İnsan maddesel gelişme anlamında harikalar yaratabilir, bu alanda inanılması güç başarılar elde edebilir. Yarın bir gün ışınlanma ile seyahat edeceğiz deseler pek şaşırmam fakat aynı insanın insani değerler konusundaki gelişme hızı sabittir ve oldukça yavaş ilerler. Daha 1950’li yıllarda ayrımcılığı üşenmeden ve titizlikle sosyal hayatın tüm safhalarına yayan ABD’nin, insan hak ve özgürlükleri alanında ne kadar gelişmesini, ırkçılıkla mücadele ederken ne kadar başarılı olacağını bekleyebiliriz ki? Hem de insanın, insanlık alanındaki gelişimi kaplumbağa hızındayken.

 

Maddi olmayan alanlardaki ilerlemelerde, bana oldukça ilginç gelen bir şey var. Bu ülkede eşcinselliğin topluma kabul ettirilmesi ve eşcinsellere saygı duyulması konusunda çok hızlı yol alındı fakat ırkçılıkla mücadelede aynı başarıyı yakalayamadılar. Tuhaf değil mi? Eşcinsel evlilikler yasal ama siyahlara karşı hâlâ 1700’lü yılların zihniyeti devam edebiliyor. ABD sinema sektörüne yön veren, bu alandaki en gelişmiş ülke. Eşcinselliğin kabul edilmesi için sektörü ustaca kullandılar. Filmlerde ve özellikle dizilerde eşcinselliğin var olduğunu, bu insanların günahkâr olmadığını, toplumdan dışlanmamaları gerektiğini işlediler. Hiç olmazsa bir-iki sahne sıkıştırıp konuyu asla es geçmediler ama aynı gayretle ve aynı ısrarla siyahların ayrımcılığa uğradığını dile getirmediler.

 

Dünyadaki zengin petrol kaynaklarına sahip ülkelere demokrasi ihraç etmekle kendini yükümlü hisseden ABD’nin Guantanamo kamplarında insanları nasıl kanuna, uluslararası hukuka aykırı şekilde tuttuğunu, işkence ettiğini hatırlayın. Irakta ABD’li askerlerin hapishanelerde tutukluları çırılçıplak soyup üzerlerine köpekleri salmalarını, onlara bu hâlde insanlık dışı pozlar vermeye zorladıklarını, ABD ordusu ve hükümetinin buna nasıl göz yumduğunu hatırlayın. Dünyada insan haklarını en çok ihlal eden bu ülke, sırf zengin ve askeri alanda güçlü olduğu için gün geliyor kimi ülkelere parmağını sallayarak demokrasi ve insan hakları dersi vermeye kalkıyor.

 

Yine aynı ABD’nin 1776 yılında ilan ettiği Bağımsızlık Bildirgesi, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi yazılırken temel alınmıştı. Bugün ise tüm dünya beyaz bir polisin yedi dakika boyunca diziyle siyah bir adamın boynuna basarak onu yavaş yavaş boğmasını izledi. Gerçek olan insan hak ve özgürlükleri, insanların eşit ve elinden alınamaz hakları olduğunu yazan metinler değildir. Gerçek olan George Floyd’un sokak ortasında otoritenin resmi görevlisi tarafından hunharca ve canice öldürülmesidir.

 

 

 

 

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver