Zanka

Hastane bahçesinde oturmuş karısının doğumunu bekliyordu. Onun gibi üç adam daha vardı. Oturduğu bankta başını eğmiş, telefona bakarken karısı doğurmuştu.

Nasıl olup bitmiş, o küçücük buruşuk şey nasıl dünyaya gelmiş, zaman nasıl geçmiş anlayamamıştı. Telefona bakarken yaşamak daha kolay geliyor, zaman hızlı adımlarla ilerlemek şöyle dursun son sürat koşuyordu. Telefona bakarken liseyi, üniversiteyi bitirmiş, telefona bakarken tam orada, gözünü ayırmadığı ekranda evleneceği kadını görmüş, mesaj atıp tanışmış, telefona bakarken düğün günü gelip çatmıştı. Karısını nasıl hamile bıraktığını bile pek hatırlamıyordu. Dokuz ay göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş, gümüş işlemeli çizmeler giyen zaman, önünden, burnunun dibinden yine koşarak uzaklaşmıştı. Gözü ekranda olmasa zamanı görürdü görmesine de o ara çok meşguldü. Sosyal medya kaynıyor, gündem sürekli değişiyor, tuttuğu futbol takımının transferlerini takip etmesi gerekiyordu.

Doğum sancısı öğle vakti on iki civarında başlamıştı. Karısını bir telaş hastaneye götürmüş hemşirelere, ebelere teslim etmişti. Doktor da oradaydı. Ona, sen git dışarda bekle fakat buralardan uzaklaşma ki acil bir durum olursa haber verelim, demişlerdi. O da denileni yapmış, komut verilmiş bir polis köpeği gibi dışarı çıkıp derhal bir banka oturmuştu. Banka doğru ilerlerken on adım sonra bir refleks hâliyle eli hemen telefona gitmişti. Oturur oturmaz da aleti, her zaman sabit bir şekilde, otuz derece eğik tuttuğu ve artık bir askılığı andıran başının, bedenini yöneten komuta merkezinin önüne tutuvermişti. Ekranın ışığı gözüne, burnuna, dudağına zaman zaman, minik minik kıpırdattığı kaşlarına değdi. Bu ışık yüzünü aydınlatır aydınlatmaz beş-on saniye içinde tüm endişelerinden sıyrılıverdi.

Bir müddet sonra bu endişeler tekrar baş gösterdi fakat isimleri, cisimleri ve pek de kayda değer etkinlikleri yoktu. Endişeler cep telefonunun renkli dünyasını delip geçmeye, zihninde ayan beyan belirmeye çalışıyorlardı. Diyorlardı ki ya bir aksilik olur karını kaybedersen ya çocuğun sakat doğarsa ya ikisi birden doğumda ölüp giderse… Siyah beyaz misali endişenin ardından heyecan ve sevinç de başını uzatıp dört başı mağrur bir ozan gibi dile geliyor, çocuğun sağ salim doğacak, karına bir şey olmayacak, minik insanı aranıza alıp sevecek, dakikalarca mucize küçük yüzünü, minik parmaklarını izleyeceksiniz, diyordu.

Fakat endişe de ardından gelen mutluluk ve heyecan da cep telefonunun ekranını delip sağlıklı bir şekilde adamın zihninde beliremiyorlardı. Tüm bu duygular adam maç sonuçlarına bakarken onun beynine yansıyan gölgelerdi ve çok uzaklardaki deniz fenerinin yanıp sönen, kaybolmak üzere olan ışığıydı.

Siyasi parti lideri vatandaşın ve seçmenin dikkatini çekmek üzere eline bir tabanca alıp gazeteciler, sosyal medya fenomenleri ve kalabalık maiyetiyle birlikte enflasyonu düşük açıklayan TÜİK Başkanını düelloya davet etmek için yol alıyordu. Video canlı yayınlanıyor, yüz binlerce hatta milyonlarca insan izleyip yorum yapıyordu. Görüntüler öylesine kışkırtıcı ve ilginçti ki adam zihninin kapılarını zorlayan “ya çocuğum sakat doğarsa” endişesini tam olarak kavrayıp yaşayamadı. Sadece kalbinde bir sıkıntı hissetti ama ne olduğunu niçin olduğunu bilemedi.

Videoyu izlerken her zaman otuz derece açıyla eğdiği askılık gibi duran kafasını kaldırıp elini kalbinin üzerine koydu. Diğer eli telefonu tutmaya devam ediyordu. Durup benim canım neye sıkılıyordu, diye düşündü. Gözlerini kısıp çocuğum sakat doğarsa, diye mırıldandı. Bu arada telefon ekranındaki siyasetçi TÜİK binasına varmış, elindeki tabancayı kaldırıp Sayın Başkan, çık dışarı, diye bağırıyordu. Tekrar ekrana dalıp dudağına belli belirsiz bir gülümseme kondurdu. Alçak sesle şunlara bak, dedi. TÜİK Başkanı dışarı çıkmayınca gösteri sona erdi. Yüz binlerce, milyonlarca göz ve zihin başka yöne doğru kaydı. Adam da o yöne doğru kaydı.

Ülke Cumhurbaşkanı, düellocu siyasetçiden rol çalarcasına vatandaşa “Sürtükler!” diye bağırıyordu. Gözlerine kulaklarına inanamadı. Konuşma öylesine kışkırtıcı ve ilginçti ki adamın zihninin kapılarını zorlayan, “çocuğum sağ salim doğacak, karım da iyi olacak” sevinç ve heyecanını tam olarak kavrayıp yaşayamadı. Sadece kalbinde tatlı bir mutluluk hissetti ama ne olduğunu niçin olduğunu bilemedi. Videoyu izlerken her zaman otuz derece açıyla eğdiği askılık gibi duran kafasını kaldırıp elini kalbinin üzerine koydu. Durup ben niçin mutluyum, diye düşündü. Gözlerini kısıp çocuğum da karım da iyi olacaklar, diye mırıldandı.

Bu arada Cumhurbaşkanının konuşması bitmiş, sosyal medyaya yeni bir haber düşmüştü. Ünlü şarkıcı kamuoyuna sahneye iç çamaşırı giymeden çıktığını beyan ediyordu. Beş-on dakika içinde binlerce insan bu duruma yorum yaptı hatta sahneye donsuz çıkma taraftarı mı, donlu çıkma taraftarı mı olduklarını belirtip hangi yanda olduklarını seçtiler. Binlerce insan şarkıcının çamaşırsız şarkı söylemesinin doğru mu, yanlış mı olduğunu tartıştı. Öyle ki tartışmada ünlü filozofların Immanuel Kant’ın, Sokrates’in argümanlarını kullananlar bile oldu. Gün bitmiş, güneş batmış, karanlık çökmüştü. O sıralarda adama çocuğunun doğduğu haberini verdiler.

Adam telefona bakarken çocuğu emekledi. Emin değilim, yoksa yeni mi doğmuştu.

 

 

 

 

 



Bu içeriğe emoji ile tepki ver