Zanka

Cumhurbaşkanımızın Van’daki yeni sarayı yirmi beş dönüm arazi üzerine yapılıyor. Yerel seçimlerde oy kaybettiği bir dönemde, muhalif partilerin her fırsatta Ankara’daki devasa saraya verip veriştirdikleri dönemde, ekonomik krizin yaşandığı, halkın inim inim inlediği bir dönemde...

Cumhurbaşkanımızın saray merakı sadece muhaliflerin dilinde değil, AKP’liler de bu şaşaadan memnuniyetsiz. Vaziyet bu iken Van’daki yeni sarayı yaptırmakla kimi çevrelere bazı mesajlar verdiğini düşünmeye başladım. Öyle ya mesele sadece köy büyüklüğündeki saraylarda yaşamanın keyfini sürmek kadar basit olmamalı. Yıllar yılı devletin en tepesindeki insanın, sonradan görmeler gibi doymaz bir iştahla sükse yapma, lüks içinde yaşama arzusunda olduğunu da söylemeyiz. Geriye “Siz ne kadar laf ederseniz edin kafa tutar bildiğimi yaparım, kimse bana karışamaz, israftır diyenlere inat daha da büyüğünü yaptıracağım” demek kalıyor.

Elbette iktidarlar da insanlar gibi doğar büyür ve ölür, sırasını savıp yerini başkasına verirler. Demokrasinin işlediği ülkelerde ve hatta istibdatlarda bile bu kaçınılmazdır, hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Erdoğan iktidardan indiği vakit sarayları cebine koyup götürecek değil fakat muhaliflerin seçim meydanlarında ballandıra ballandıra anlattığı, siz yokluk çekerken bunlar sefa sürüyor dedikleri saraylar, halkın gözünde Türkiye Cumhuriyetinin itibarı ve gücünü mü simgeliyor, yoksa müsrifliği, lükse olan düşkünlüğü mü? Malum devasa saraylarımız kendi kendilerine bilim, sanat, felsefe, tarım, sanayi, teknoloji üretemiyorlar. En nihayetinde cevheri beton olan yapılar.

Siz gittikten sonra “Ne çok sarayımız var, ne güçlü ne zengin ülkeyiz, aman ne güzel, ülkeyi yöneten kişi bu saraylarda oturacak, biz de çok mutlu olacağız mı?” diyeceğiz. Siz gittikten sonra bu saraylar hiç arzu etmediğiniz şeylerin simgesi haline dönüşmesin. Bunları düşündünüz mü? Sadece bugünü mü planlıyorsunuz, gelecekteki olasılıklar kafanızı hiç mi meşgul etmiyor? Nasıl anılacağınız, neyle akıllara geleceğiniz ile ilgili hiç mi endişe duymuyorsunuz?

Büyük liderler yaşadıkları büyük saraylarla anılmazlar, ülkelerini taşıdıkları müreffehle, dünya düzeninde tesis ettikleri saygınlıklarıyla anılırlar.

NELER DEDİLER NELER

Kadın cinayetlerinde bile ortak tavır alamadık. Kimi ezber, düşünülmeden sarf edilen bir söylevle suçu yine kadında bulup bu canileri yetiştirenler de kadın değil mi, diyerek güya işin içinden çıktılar, zor bir bilmeceyi çözüp sosyolojik tahlile giriştiler.

-Kadının erk zihniyetinin menfaati doğrultusunda çocuk yetiştirmesi yine erkeğin eseridir.

-Kadının eğitimsizliği, geri kalmışlığı yine erkeğin eseridir.

-Sadece kadının çocuk yetiştirmesi, babanın bu işe dâhil olmaması, neticede bu canileri anneleri yetiştirdi demek yine erkeğin eseridir.

Sindirilmiş, korkutulmuş kadının makbul kadın olduğunu savunan kimi yeşil takkelilerin tepkisi daha da tuhaf oldu. Onlar toplumun, kadın cinayetlerine yükselen bir sesle tepki göstermesinden rahatsızlık duyup “Cinayet cinayettir, kadın diye ayırmak neye yarar” diyerek katledilen kadının sivrilmesine bile razı gelmediler. Nasıl gelsinler, kadın kadındır ve her ne şekilde olursa olsun fazlaca mevzu bahis olmamalıdır.

Ve kimi yeşil takkeliler de her zaman olduğu gibi kadın-çocuk lafını duyar duymaz çizilmiş plak gibi aynı şeyi tekrar edip durdular. Dediler ki: “Kadın-çocuk diyorsunuz, toplumun kanayan yarası çocuk evliliklerinin affedilmesi için çaba göstermiyor, dağılmış yuvaları, içeri atılmış kocaları, bu akıl almaz zulmü görmüyorsunuz.” Evet, kadın cinayetlerine karşı çocuk evlilikleri savundular.



Bu içeriğe emoji ile tepki ver