Geri dönüşüm işçileriyle yan yana onların el arabalarını çekmişliğim oldu. “Şehrin suç oranı yüksek mi, dilencileri topladığınız zaman içerde tutuyor musunuz, genelev ne zaman kapandı, şehir insanı hırçın mı sakin mi?” diye sormak üzere mahalle karakoluna gitmişliğim oldu. Yolda telefonla konuşan insanların paytak paytak yürüyüşlerini izlerken görüşme esnasında kaç farklı kelime kullandılar diye hesap yapmışlığım, restoranda yan masada sohbete dalmış kadınlara kulak kabartmışlığım, Nakşibendiliğin Halidi koluna mensup müride silsileye dair sorular sormuşluğum, kısaca, içinde yaşadığım toplumu dev bir ekranmışçasına izlediğim günler oldu. Tüm bu tuhaflıkları romanlarım için yaptım. Hoş, gözlemleme işine başladığınız vakit kitap bitti, basıldı, satışa sunuldu artık bunu yapmama gerek yok, diyemiyorsunuz. Karakterinizin bir parçası huyunuz suyunuz haline geliyor.
Bu duyguyla gençleri araştırmak istedim, dünyaya nasıl baktıklarını öğrenmek istedim. Bin yıl önce de gençlik çok bozuldu diyorlardı şimdi de… Belki avcılık-toplayıcılık döneminde bile. Eğer gençlik her dönem belli bir seviyede düzenli bir şekilde bozularak günümüze kadar gelmiş olsaydı, bozula bozula insandan gayrı başka bir aşağılık türe evrilmiş olmamız gerekirdi. Ben buna hiçbir zaman inanmadım. Gençlik bozulmadı, sadece zamanın etkisiyle kaçınılmaz bir şekilde değişti hepsi bu. Malum kimilerinin değişimden ödü kopar.
Daha çok okumaya; felsefe, psikoloji ve tarihe meraklı gençlerin bir araya gelip bu konuları tartıştıkları sanal bir platforma girdim. Pek tabii cümle dizimim ve kullandığım kelimelerden dolayı göze battım. Yaşıtları olmadığımı hemencecik anladılar. Beni dışlamazlar diye düşündüm, ne de olsa onlara benzemediğim için incelenmesi gereken, felsefe ve tarihten bahsederken üniversite sınavı makale sorularındaki gibi uzun ağdalı cümleler kuran, onların izlediği dizilerden, filmlerden, oynadıkları bilgisayar oyunlarından bihaber, gökten önlerine pat diye düşmüş uzaylı gibiydim. Bir şeyler yazdığımı öğrendiklerinde daha da çok ilgilerini çektim. Yabancı dil bilen kitap kurdu bu gençler, okumak kadar hatta ondan daha da çok yazmaya meraklıydılar. Neredeyse hemen hemen hepsi bir roman yazacaktı ve bu roman bilim kurgu olacaktı. Kimi yazmaya başlamış kimi plan yapıyordu.
Şimdi esas söylemek istediğim konuya geçmek istiyorum. Beni mutlu eden şeyler bu gençlerin gerçekten çok zeki, gelişime, değişime açık, en önemlisi merak eden ve sorgulamaktan çekinmeyen bireyler olmalarıydı. Hiçbir şeyi öylece kabul etmiyorlar, benim neslimin aksine “Neden-nasıl” diye sormaktan asla çekinmiyorlardı. Çok okuyorlar, rahat bir şekilde yabancı dilde tarih ve felsefe tartışabiliyorlardı.
Beni üzen şeyler ise hemen hemen hepsinin bilgisayar oyunu bağımlısı olmasıydı. Kimileri anksiyete bozukluğu olduğundan dert yanıyor kullandığı ilaçları sıralıyordu. Birbirleriyle depresyon, anksiyete, dikkat bozukluğu ile ilgili ilaçların yan etkilerini, hangilerinin iyi hangilerinin kötü olduğunu tartışıyorlardı. Evet, bu gençler insanlarla kuracakları gerçek ilişkilerden, kalabalıklardan, metrodan, otobüsten korkan son derece yalnız ve ilgisiz büyümüş çocuklardı. Çünkü onlardan yaşça büyük olduğumu fark eder etmez tıpkı küçük birer çocuk gibi ilgimi çekme, kabul görme yarışına girmişler, beni sitenin annesi yapmışlardı. Kimi yazdığı öyküyü yolluyor kimi âşık olduğu kızı anlatıyor kimi post modern siyasetle ilgili hangi kitapları okumam gerek diye soruyordu.
Ve beni en çok güldüren şey ise İngilizce ve Almancayı anadili gibi yazıp konuşan, üniversite sınavına hazırlanan bir gencin “Çok yoruldum, bitkinim, tükenmek üzereyim” yazmak yerine sık sık “Bu gece sürmenajım azdı, sabaha dek uyuyamayacağım” yazması oldu.
Elbette bu gençler Türk gençliğini temsil eden portreler değildi. Belki geleceğin entelektüelleri olacaklardı. Hem muhteşemlerdi hem de pek hüzünlü. Fakat her şeye rağmen umut dolu.